Darbe girişimi Türkiye için bir şoktu. Demokrasinin kurumsallaşması yönünde geri dönülmesi zor bir eşiği geçtiğimizi sanıyorduk. Yanılmışız… Yaşanan değişimlerin önemini abartmışız. Tarihsel mirasın gücü ve siyaset alanının güdüklüğü sayesinde, darbe geleneğinin bu devirde bile devam etmesine müsait bir ülke olduğumuzu bir kez daha anladık.
Öte yandan hükümet darbeye doğru tepki verdi. Geri adım atmadı, sorumluluktan kaçmadı, duruma hakim oldu ve ardından tüm kurumsal yapıyı kontrol altında tutacak tasarruflara girişti. Olağanüstü Hal ilanı bu çerçevede gerekliydi ve nitekim toplumun bütün kesimlerince sahiplenildi.
***
OHAL’in haklı ve meşru gerekçeleri vardı. FETÖ genelde kolluk kuvvetleri içinde yaygın şekilde yer almaktaydı ve çok sayıda gizlenmiş üyeye sahip olduğu biliniyordu. Ayrıca ordunun FETÖ dışı mensupları arasında da darbeye destek vermiş olanların varlığına inanılıyordu. Görünen, eğer askeriye içinde darbeye karşı olanlar inisiyatif almamış olsalar darbenin başarılı olma şansının hiç de az olmadığıydı… Gelinen noktada halkın direnci darbeyi durduran en önemli etken olmuştu ama eğer söz konusu yapılanma daha geniş bir katılıma sahip olsa ve daha iyi organize edilebilse, belki de bütün bu direnç boşa çıkacaktı…
Bu tür kaygılar herkesin zihnindeydi ve dolayısıyla OHAL konusunda tam anlamıyla hükümetin yanında yer alındı. Hükümet ise meşruiyetçi bir tutum sergileyerek bu güveni tahkim etti. Bakanlar ve sözcüler OHAL’in hukuk çerçevesi içinde kullanılacağını ve mümkün olan en kısa zamanda yürürlükten kaldırılacağını beyan ettiler. Hatta içlerinden biri bu noktaya kırk beş gün içinde gelinebileceğini söyledi.
Toplumsal beklenti muhtemelen o denli iyimser değildi. Gülen cemaatini tanıdığı ölçüde herkes darbe örgütlenmesinin ne denli dal budak sarmış olabileceğini öngördüğü için OHAL’in de en az üç ay, ama gerçekçi bir bakışla altı ay sürmesi gerekebileceğini biliyordu. O noktada hükümete güven ve destek alışılmamış bir boyuta varmıştı. Ağustos 2016’da yapılan bir saha çalışması CHP seçmeninin bile yarısının ‘bugün seçim olsa’ AK Parti’ye oy verebileceğini gösteriyordu.
Böylece iktidar önünde geniş bir hareket alanı buldu. Beklenti OHAL’in sadece FETÖ ve darbe kalıntıları ile mücadele için kullanılacağı ve mantıki sürede biteceğiydi… Ne var ki hükümet söz konusu beklentiye uygun davranmadı ve bu tutumunu sistemleştirmeyi tercih etti. OHAL defalarca uzatıldığı gibi, bugünden ileriye bakıldığında en az genel seçimlere kadar uzatılacağı konusunda kimsenin şüphesi yok… OHAL’den yararlanılarak Meclis işlevsiz kılındı, hemen her şey KHK ile düzenlenmeye başlandı, KHK’lar içinde her türlü kararın olduğu ‘torba’ kanunlar olarak yapılandı ve Anayasa’ya göre hiçbir şekilde KHK içinde yer almaması gereken tedbirler bu şekilde hayata geçirildi.
***
Kısacası OHAL/KHK düzeni Anayasa tarafından pratikte denetlenemeyen bir anayasa ihlal sistemine dönüştü. Giderek iktidar hukuki sorumluluk getirmeyen bu yönetim aracından hoşlandı. Öyle ki bu uygulamanın devamını sağlayacak bir ideolojik atmosfer üretmeye çalıştı. Bitmeyen bir beka meselesi böyle ortaya çıktı… Çünkü beka meselesi ancak bir beka tehdidi ile söz konusu olabilir. Ve eğer bir beka tehdidi varsa OHAL anlaşılır bir tedbir olur. Nihayet OHAL meşru görüldüğü anda şu anki KHK’ları çıkarmak da doğallaşır…
Asıl vahim olan bu noktadan nasıl dönüleceğinin bilinmemesi. Çünkü normalleşme riskler içeriyor… Yargının yeniden işler hale gelmesi yanında, basın özgürlüğü genişleyecek, konuşulmayanın konuşulduğu bir döneme girilecek. O nedenle bugün Meclis’e gelecek olan OHAL düzenlemesinin süresi de, önceden tebliğ edildiği üzere, tabi ki yine uzatılacak. Ta ki seçim kazanılıp cumhurbaşkanlığı sistemine geçilsin ve artık kararname için OHAL’e ihtiyaç kalmasın… Geriye tek bir soru kalıyor: Demokrasiden uzak durarak seçim kazanmanın raf ömrü bu ülkede acaba ne kadardır?