Yeniden merhaba, sevgili Serbestiyet okuyucuları.
Kendimi akademik çalışmalarıma vermek istediğim uzunca bir dönem, güncel politika üzerine yazmaktan uzak durmaya karar vermiştim. Siyasetin aşırı keskinleşmiş ve düşmanlaşmış ortamında, ne söylediğinizden çok, söylediğiniz şeyin kim/lerin işine yaradığı noktasından ele alınıyor oluşu da, yazma hevesimi kıran faktörlerdendi. Ancak, içine girdiğimiz bu yeni dönemde, aklıselim ve sağduyuya davet adına yazmanın — ateşe su taşıyan karınca misali — bir görev olduğunu düşünüyorum.
Darbe gecesini Ankara’da, yaşlı annem babam, oğlum ve 11 yaşındaki kızımla birlikte yaşadım. Gecenin karanlığında ortalığı inleten korkunç patlama sesleri içinde, evleri Külliye’ye, MİT’e, Meclise ve Gölbaşına yakın arkadaşlarımın da bulunduğu bir whatsapp grubundan sürekli bilgi akışı geliyordu; özellikle Külliye yakınındaki arkadaşım helâllik isteyerek bitiriyordu mesajlarını… İki yeğenimden biri havaalanına, biri Külliye’ye gitmişti… Geceyarısı Külliye’den dönen yeğenim şok yaşıyordu; hemen kan bulaşmış kıyafetlerini çıkarıp banyoya girmesini söyledim. Çıktığında anlattığı şeyler, onun mucizevi bir şekilde hayatta kaldığını gösteriyordu. Helikopterden açılan ateş sonucu, arkasında olan 7-8 kişi ya yaralanmış ya ölmüştü; ona da onların cansız bedenlerini taşımak düşmüştü. Yaralılardan biri kendisini hastaneye götürmesi için arabasının anahtarını vermiş, ancak arabasının yerini bile söyleyemeden ölmüştü. Daha 20’sinde bir delikanlı için yaşadıklarının ne kadar ağır şeyler olduğu açıktı. Bu travmayı atlatması ne kadar zaman alacak, belli değil.
Türkiye coğrafyası uzun zamandır buna benzer bir travmayı yaşıyor. Aylardır hendek siyaseti yüzünden güneydoğu şehirlerimizde binlerce insan iki ateş arasında kalmış olarak bu travmayı yaşadı. Siyasetin aşırı düşmanlaşmış ortamında, onların seslerini ne kadar duyabildik? Belki bu yaşadığımız cinnet benzeri musibet, orada yaşananları da yeniden salim akıl ve empatiyle ele almamıza vesile olabilir.
Darbe sonrası Türkiye’de OHAL uygulaması başladı ve — hiç de hayra alamet sayılmayacak bir şekilde — Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alındığı duyuruldu. Pek çok meslek grubundan binlerce insan açığa alındı, soruşturmalar başlatıldı. Her gün yazılı ve görsel basında suçlular teşhir ediliyor, ifadeleri yayımlanıyor. Ancak bu ifadeleri okuduğunuzda, şaşırıp kalıyorsunuz. Mesela darbenin başı olarak gösterilen Akın Öztürk, kendi ifadelerinin doğruluğuna Genelkurmay Başkanını tanık gösteriyor. Tam olarak bir karmaşanın ortasındayız; ancak basın organları hain ve suçluları belirlemek kendi işleriymiş gibi haber yapıp duruyorlar. Böyle bir ortamda suçsuz insanların da güme gideceği açık. Adalet diye bir şeye inanıyorsak, adaletin tecelli edebileceği bir ortam oluşturmaya ihtiyacımız var. Bakıyorum, en sakin, halim selim bildiğimiz yazarlar bile, kendi edemeyeceği küfürleri edebilen adamlardan medet umar hale gelmişler… Bunun bu ülkenin selametine ne katkısı var acaba diye hiç düşünüyorlar mı? Yıllarca kadınların duygusallığını dillerine dolayarak onları erkeklerin yönetmesi gerektiğini savunan çevrelerin, kişilerin şu anki rasyonaliteden fersah fersah uzak halleri ibret-i âlem değil mi Allah aşkına?
Darbe tehlikesi devam ediyor deniyor; olabilir, ama toplum olarak bu cinnet psikolojisinden artık çıkmamız gerekiyor. Bunun için bence acilen yapılması gerekenler:
1. Hukuki standartların geçerli olduğu koşullarda ifadelerin alınması, mahkemelerin yapılması ve insanların suçluluğuna medya organlarında değil, mahkemelerde karar verilmesi.
2. Sivil siyasetin etkisinin artması için, gündelik çıkar hesaplarının ötelenerek, Meclisteki siyasi partilere saygılı bir tutumun benimsenmesi.
3. Linç ve düşmanlık atmosferinin yol açtığı kaos ortamının yüksek tansiyonunu düşürerek, adaletin tesisini esas alan ve farklılıklarımızla barış içinde birlikte yaşama irademizi ortaya koyacak yeni bir vizyonun yetkili ağızlardan ilanı.
Maruz kaldığımız darbe girişimi, evet her bakımdan korkunçtu; ama Aliye İzzet Begoviç’in dediği gibi “Onlar bizim öğretmenimiz değil!”