“Ordu darbe yapar. Çünkü yüzde 85’i ultra laik, yüzde 15’i FETÖ’cü.” Ben bu tartışma şeklini, içeriği ve kurgusu itibariyle son derece hatalı görüyorum.
Tartışma bu şekilde görünür kılınırsa, TSK’ya yarardan çok zarar verir. Ülkeyi birleştirmek ve toparlamaktan ziyade ayrıştırır, kutuplaştırır. Tartışmanın sonunda, darbe yapamayan bir ordu gerçekliğiyle değil darbe yapan bir ordu realitesiyle karşılaşmış oluruz.
İki dikkat çekici grup
Askeri darbe tartışmalarında eğilimleri ağırlıklı olarak iki grup belirliyor. Birinci grup, eskiden FETÖ’ye destek vermiş, hattâ Gülen’in ordu içinde örgütlenmesine izin vermeyen mentaliteyi “ihanet” olarak görmüş kalemler. İkinci grup ise şu veya bu şekilde yolları Amerika ile kesişenler. Bu kişiler ya bir dönem Amerika’da gazetecilik faaliyeti yürütmüşler. Ya Amerika kökenli bir stratejik araştırma merkezinde çalışmışlar. Ya da Amerikan kamu kurumlarının algı yönetiminde kullandığı sitelerle ilişki geliştirmiş, bazı paslaşmalara girişmişler.
İkinci grubun dikkat çeken bir özelliği daha var. Grup psikolojisi ile hareket ediyorlar. Biri bir tez geliştiriyor. Grubun diğer üyeleri de tezi bir network dahilinde paslaşarak, paylaşarak viralleştiriyor ve genel kabul haline getiriyor.
Saha değil masa başı verileri
Darbe tartışmalarında dikkatimizi çeken diğer çarpıcı husus da şu: Tartışmaya yön verenler, saha çalışması verilerinden değil varsayımlardan, farazi “very”lerden yola çıkıyorlar. Bu da “alternatif gerçeklik” inşasına mı çalışılıyor kuşkusu doğuruyor.
Devletin hassas kurumları, ordu içinde FETÖ’cülerin alt kademelerde yüzde 60 civarında bir yapılanma içinde olduklarını vurguluyor. Silahlı Kuvvetlerin içini iyi bilen Ahmet Zeki Üçok gibi isimler, FETÖ’nün orduya soktuğu 60-70 bin kişiden ancak 7,500’ünün ihraç edildiğini söylüyor. Buna karşılık medyadaki tartışmalara yön veren kaynaklar, ordu içindeki FETÖ’cü oranını yüzde 15 gibi gösteriyor.
Tartışmayı yürütenlerin sadece hakikatle kurdukları ilişki sorunlu değil. Ordu içi denge analizleri de sorunlu. TSK’da gruplar yok mu? Kuşkusuz var. Ama birbirlerine karşı kılıç kuşanmış değiller. Kuşanmaları iç ve dış çevrelerce temenni ediliyor.
Benim değişik çevrelerle yaptığım görüşmelerden edindiğim izlenim şu: Ordunun yüzde 20’si Kemalist, yüzde 20’si Ülkücü, yüzde 60’ı FETÖ’cü kadrolardan oluşuyor. Ancak darbeden sonra kendilerine Milli Görüş ismini veren bir grup daha oluştu. Bu grupta bir taraftan yeni alınan kişiler yer alıyor, diğer taraftan da FETÖ’cülerin yeni stratejisi buna yol açıyor.
Darbeden sonra FETÖ’cü kadroların neredeyse tamamı iki çizgiye geçiş yaptı. Yarısı Ülkücü gruplarla, diğer yarısı da Milli Görüş çizgisi ile birleşti. Bazılarının TSK’daki gruplaşma ve hizipleşme olarak tanımladığı şey, aslında FETÖ’nün gruplar arasında dağılarak gruplaşma yaratma stratejisinden başka bir şey değil.
Ordudaki Kemalist kadrolar
Ordunun üst komuta kademesinin tamamı Erdoğan konusunda konsensüs içinde. Çünkü Erdoğan’sız bir Türkiye’nin çözüleceğini; Erdoğan’ın güçlü bir ordu ve güçlü bir Türkiye için bir şans olduğunu düşünüyorlar. Bu durumu, “ordu içinde laiklik ve üniter devlet hassasiyetlerini seslendirenlere Erdoğan’ı sevenler ve sevmeyenler eklendi” şeklinde lanse etmek, hakikati tersyüz etmek, bir tür kutuplaştırma vasatı olarak kullanılan “Erdoğan nefreti”ni orduda da yeşertmeye çalışmak olur.
Sıklıkla tartışılan, geçmiş travmalar yüzünden Batı ve Amerika ile çok ciddi güvensizlik ve soğukluk yaşayan ordudaki Kemalist kadrolara da bir parantez ayırmak istiyorum. 2007 Ergenekon operasyonu, özellikle de 2010-2011 TSK operasyonları ile birlikte orduda Kemalist duyarlılığı olanların yüzde 10’u “kendilerine de dokunulmaması” için saf değiştirdi, FETÖ tarafına geçti. Yüzde 90’ı ise “gözlerimi yumarım, vazifemi yaparım, kendimi ancak böyle koruyabilirim” tutumu takınmaya başladı. Buna karşılık Kemalist kadrolar, askeri darbeden sonra kendilerini tekrar görünür kıldı. Çünkü darbeyi durdurmaya katkıları oldu. Ancak bu görünürlükleri bu kez kesinlikle laiklik hassasiyeti üzerinden olmadı. Yaptıkları iyi ve kaliteli işler üzerinden oldu. Zaten ordu bu kadar darbeye rağmen bu sayede ayakta kalabildi.
Kim kılavuzluk yapmalı
“Türkiye’de mutlaka bir askeri darbe olacak.” Meseleyi böyle koyarsak TSK’yı bir bütün olarak zan altında bırakırız, moral motivasyonunu da bozarız. O yüzden meseleyi “Bir askeri darbe olmaması için hangi önlemleri almalı, ne yapmalıyız? FETÖ tasfiyeleri kadar TSK’nın tepeden tırnağa acil ve hızlı bir reforma da ihtiyacı var, ama neden bu konuda hiçbir çalışma yok?” şeklinde ortaya koymalıyız. Böyle davranırsak hem orduyu darbe yapamaz hale getiririz, hem de yanlışları düzeltirken doğruları da götürmemiş, yenilenmiş ve daha da güçlendirilmiş bir ordu yaratmış oluruz.
Yanlış anlaşılmasın. “Bir askeri darbe olasılığı yoktur” tezini işlemiyorum. Sadece askeri darbe olasılığını tartışma şeklimizin yanlış olduğunu, bunun da darbeyi önlemeye yetmeyeceğini, hattâ kaş yapalım derken göz çıkarmaya sebep olabileceğini vurgulamaya çalışıyorum.
O yüzden askeri darbe ihtimalini mütalaa ederken meseleyi tüm yönleriyle düşünmeli, dikkatli olmalıyız. Mutlaka bizi aydınlatması için şu soruları sormalıyız:
(1) Tartışmayı kimler nasıl başlattı? İşin içinde hangi güç odakları var? (2) Tartışma verileri doğru mu? (3) Tartışmadan murat edilen ne? (4) Tartışmanın bizatihi kendisi ile psikolojik operasyon mu çekiliyor? (5) Tartışma TSK’yı nasıl etkiler? (6) Bir askeri darbe olasılığını gündemimizden nasıl çıkarabiliriz?
Darbe tartışmaları ve önlemlerine ithal akıl değil yerli ve milli akıl kılavuzluk yapmalıdır.