Sol baş parmağını diğer dört parmağından ayırarak eliyle bir “U” yaptı; kaşla göz arasında aynısını sağ eliyle de tekrar etti. Hemen akabinde iki elinin tüm parmak uçlarını karşılıklı olarak birleştirdi; stadyuma tepeden baktığınızda gördüğünüz bir şekil çıktı ortaya. Sonra karşılıklı birleşmiş parmak uçlarını yavaş yavaş birbirinden ayırmaya ve baş parmakları ile diğer parmaklar arasındaki mesafeyi daraltmaya başladı. Bir yandan da kibar ama tok bir sesle sordu: “Şöyle ortaya karışık birşey yapayım mı abicim?” Ortaya karışık ne gelirse gelsin, hangi miktarda olursa olsun, gelecek tabağın bizim buralardaki işaret dili bu. Donuk bir resim değil; hareketli. Sanki o an, orada hazırlanıyor içindekiyle birlikte. Bayılıyorum. Ne zaman, hangi lokantaya gidersem gideyim bir yolunu bulup bu ritüeli yaşıyorum. Âyin diyecektim, abartırım diye korktum. Belki de aynı şey. Bir kontrol edeyim sonra.
Bir ritüeli andığınızda, hemen diğeri gelir aklınıza. “Yakan top” kadar kalp atışlarımın düzenini ayarlayamadığım başka bir oyun olmadı. Bir kere içinde top var. Daha iyisi, takım var. Demek ki oyun bittiğinde, kazandıysanız “ee, kimin sayesinde” diyerek iltifat avlayacağınız; kaybedildiğinde hiç duraksamadan suçlayabileceğiniz birileri var etrafta. En iyisini sona sakladım. Takımlar karışık olabilir; her türlüsünden işte; ortaya karışık. Yaş, boy-pos, cinsiyet ayrımı yok. Evet, ritüel geliyor! Takımları nasıl oluşturacağız? Genellikle sokağa ilk inip, diğerlerini bağıra çağıra evlerinden çalanla; ya da başka bir oyunun bitiminde “hadi şimdi yakan top oynayalım” diye ilk teklif edenle, bu cengâvere ilk tamam diyen bir diğeri düello yapar.
Şöyle: bu iki cengâver birbirlerinden belli bir mesafe ayrılırlar. Âdettendir, karşılıklı olarak “açıl açıl” denir. Lûgatte öyle kesin bir uzaklık tanımı yok; göz kararı, dört-beş adım. Sonra gayet eş anlı olarak, ikisi de bir ayağını toprağın üzerine sertçe basar, diğeri havada. Havada kalan ayak yere indiğinde, ayakkabının topuğu, bir önce yere basmış ayakkabının burnuna değecek şekilde ‘”adım alınır.” Böylece her bir adımda karşılıklı olarak birer ayak boyu birbirine yaklaşır cengâverler. İlk birkaç adım öylesine atılır; karşı taraf sadece göz ucuyla denetlenir. Sonrasında, sizin ve rakibinizin sırası önemli hale gelir; kollanır. Hemen bir ayrıntıyı ekleyeyim: İllâ tam bir ayak boyu eklemek şart değildir. Havadaki ayağınızı yere koyarken, yerdekine doksan derece dik olarak, yan da basabilirsiniz. Neden? Aaa, en önemli kavramı söylemedim ki! Kim daha önce diğerinin ayağına basarsa, yani aradaki mesafeyi önce kapatırsa, o kazanır. Kazanınca da takımın ilk oyuncusunu etrafta merâkla seyredenler arasından seçme hakkını elde eder.Yenilen ikinci seçer. Sonra sıra tekrar ilk seçene gelir. Ne kadar âdil, değil mi? Dörder kişiden olsa takımlar; kazanan istediği ilk dört kişiyi almıyor. Birer birer alıyorlar. İşte bu nedenle, rakibinizle aranızdaki uzaklığı, kendinizin ve rakibinizin ayak boyunu hesaplamanız gerekir. Bu yetmez. Çünkü ayağını tam mı koyacak, yoksa yan mı, tahmin etmeniz lâzım. Oyun içinde oyun işte.
Şimdi kendinizi bu kapışmayı seyredenlerden birinin yerine koyun lütfen. İlk seçilmek istemez misiniz? Seyredenler kimin kazanacağından daha çok kimin seçileceği ile ilgilendikleri için, kalplerinin “kıpır kıpır”lığı ellerine, ayaklarına sirayet eder; bütün vücud titremeye başlar. Acaba kolu daha kuvvetli olup, topun süratini dilediği gibi arttırabilecek olanı mı; daha çevik, daha esnek olup, süratle gelen toptan rahatça kaçabilecek olanı mı; yoksa, her dakika yan yana olmak için fırsat kolladığınız ahûyu mu seçeceksiniz önce? Bu konuda çok dürüsttüm. Hem çok atik olduğu için, hem de ayakları topu atma çizgisini ihlâl etmeden, uzun kollarıyla topu çarptırmak istediği oyuncuya çok yaklaşabildiği için, hep Nina’yı seçerdim! Bütün bahar ve yaz, gündüzleri seçme ve seçilmelerle; akşamları, bu seçimlerin değişik gruplarca değerlendirilmesiyle geçerdi. Sonuçları pek konuşmazdık.
Biraz serpildiğimizde, oyunların, sporun takımlarında cinsiyet ayrımı peydah oldu. Yaş farklarına tolerans kalktı. Masa tenisinde çiftler oyununu karıştırmaya çalışmıştım gerçi; ama, bu çok seyrek olurdu. Karışık çiftler tenis maçlarının televizyon yayınını bulmak bile zordu. Binicilik sinsiyet farkı olmaksızın yapılsa bile, aynı zaman diliminde, aynı kulvarda göremedikten sonra insan takımı algılayamıyor ki. Bu paragrafı döşenirken, önceki yazıda sözünü ettiğim arkadaşıma danıştım. “Unuttuğum başka karışık çiftler veya takımlar spor dalı var mı” diye sordum. Biniciliği beyefendi hatırlattı zaten; bir de senkronize kule ve tramplen atlama, buz pateni, su balesi gibi dalları ekledi. Önceki yazıda ukalâ dediğimi atlamamış belli. Kendisine de dediğim gibi, bunlar beni “kes-mi-yor.”
Birkaç hafta önce “ne istersin kardeşim o zaman” diye sorsaydınız, dört çarpı yüz metre karışık koşusunu istiyorum derdim. “Varsayalım,” derdim, “iki kadın iki erkekten oluşsun takımlar. Sıralamayı takımların kendisi belirlesin. Meselâ bir kadın bir erkek olabilir; yok, o zaman her ‘bayrak’ değişiminde cinsiyet değiştiğinden yavaşlayabilir koşu. Önce aynı cinsiyetten iki kişi koşsun, sonra diğer cinsiyetten ikisi; böylece bir kere cinsiyet değişikliği olur. Amaan bana ne! Antremanı ona göre yapsınlar. Hem belki yarıştıkları diğer takımlara bakarak sıralamayı ayarlayabilirler. Alın size yine oyun içinde oyun.” Şu “bayrak” dedikleri sopa değişimi sırasında yaşananlar zaten büyülüyor beni. Çıkış çalışmak gibi değil. Hızınızı, arkadaşınızın artık son demlerine gelmiş enerjisinin hızıyla eşleyeceksiniz ki, değişim sırasında sopa çakmasın insanın değiştiğini. Hoş değil mi, sopa şimdi de cinsiyet farkını hissetmeyecek!
Şimdi sorarsanız, yine aynı isteğimi tekrarlayacağım. Ne değişti? Şu kısa filme bakar mısınız: http://www.dailymotion.com/video/x30voff. Evet, dört çarpı yüz metre karışık; ama koşu değil, yüzme. Evet, tam canımın çektiği gibi; iki kadın, iki erkekten oluşan bir takım. Her takımın cinsiyetleri sıralama şekli farklı. Bazıları önce iki kadın kullanıyor; bazıları iki erkek; diğerlerinin sıralamaları değişik. Bayrak değişimi ve hız ayarlaması gerekmiyor. Koşuya göre avantajı bu tabii. Havuzun kenarına dokunduğunda önceki, sonraki suya atlıyor sanki baştan başlar gibi. Kutlamalara bakar mısınız? Suyun içinde son yüzenler birbirini tebrik ediyor; dışarıda kalanlar birlikte kutluyor, bazıları sarmaş dolaş. Her takımın cinsiyet ve renk farklılıkları, diğer takımların tebrik gülüşmelerine karışıyor. Artık birkaç hafta öncesinden çok daha yüksek sesle dile getirebilirim, dört çarpı yüz metre karışık sopa yarışı isteğimi. Kimbilir hangi yeni ritüellerimiz olur bu branş hayata geçince!