Biliyorsunuz, HDP’ye uygulanan koyu ambargo vesilesiyle Türkiye’deki medya düzeninin acıklı halini hatırladığımız bir tartışma yaşandı geçtiğimiz günlerde. Kimi olsa utandıracak bir adaletsizlik yüzlerine vurulunca, ortadaki ahlaksızlığı “özel sektör” olmakla; “teröre mesafe koymayan ve güvenlik güçlerinin mücadelesine saygı duymayanlara karşı alınmış vatansever tutum” la açıklamaya kalkan; üstelik “evrensel yayıncılık ilkelerine” sadakatten söz eden yayıncılarla karşılaştık.
“Evrensel Yayıncılık İlkeleri” ve özel sektörün “özgür tercihi” olarak savunulmaya çalışılan medya faaliyetinin ayrıntılı bir dökümünü; tel tel dökülen ikiyüzlülüğünü Yıldıray Oğur’un kimseye kaçacak delik bırakmayan çarpıcı yazısında bulabilirsiniz (Sonuçta “özel bir sektör”. 17 Haziran 2020 serbestiyet).
İktidarın zorlayıcılığı altında kişiliksiz bir oyuncağa dönüşmüş medya ve onun aynasında yüzümüze vurulan ayıplar silsilesine döneceğim. Fakat önce, çözüm sürecinin çöküşüyle birlikte HDP’ye yönelik olarak yeniden ve çok daha baskın biçimde tedavüle sokulan “PKK’yı terör örgütü olarak gördüğünü açıkla” ültimatomu üzerine birkaç söz söylemek gerekir.
Hiçbir birey, grup, parti vs söylemediği bir söz nedeniyle suçlanamaz. Şiddeti doğrudan onaylayan, kışkırtan söylemler suçtur. Susmak diye bir suç yoktur. Yani öncelikle, cezai sorumluluk yüklenemeyecek bir tutum üzerine konuştuğumuzu unutmamamız gerekir. HDP’nin söylemleri ve pozisyonu siyasi bir tercihi ifade eder. Bu siyasi tercihin sizinkine uymuyor olması onun düşüncelerini özgürce savunmasını engellemenizi haklı çıkartmaz. Üstelik bugün iktidar sözcüleri tarafından HDP’ye çıkartılan çağrı, şiddete karşı net tavır alması değil. Örgütü “terör örgütü” ilan etmesi isteniyor HDP’den… Şiddete karşı bir ağırlık merkezi oluşturmaya teşvik etmek yerine, kriminalize etme, köşeye sıkıştırma; dahası onun üzerinden muhalif bloku parçalamaya çalışma hevesi göze çarpıyor. HDP’yi şiddetten uzak tutma, onun itibarını şiddeti kırmak için değerlendirme niyetinden ziyade, kendi iktidarını kollama kurnazlığı kokusu geliyor.
Bugün Türkiye’de devletin lügatindeki “terör örgütü” kavramını özgürce tartışmak mümkün mü? Herhangi birisi, özgürlüğünden olmayacağına, keyfi biçimde tutuklanmayacağına güvenerek “ben PKK’nin siyasi çizgisini de, örgütsel yapısını da benimsemiyorum; şiddeti derhal bırakmasını istiyorum. Ama onun sadece terör örgütü olarak nitelenemeyeceğini; Kürt ulusallaşmasının ortaya çıkarttığı, sosyolojik karşılığı olan bir siyasi örgüt olduğunu düşünüyorum. Terör yöntemleri de kullandığı bir gerçektir ve bunu terk etmesinin koşulları karşılıklı olarak yaratılmalıdır” diyebilir mi? (Aslında bugün söylemeye cesaret edemeyeceğiniz bu düşünceler Çözüm Süreci’nin temel mantığını oluşturuyordu. Düne kadar devlet yönetiminin çevrimiçi sesiydi bu.)
Elbette bu yoruma katılmanız gerekmez. Fakat bu fikirlerin rahatça ileri sürülemediği bir ortamda “PKK’yı terör örgütü olarak görmedikçe konuşma hakkı vermeyiz” demek adil midir? Devlet gücünü denetleyen taraf olarak kendi siyasi tercihlerinizi tartışma dışı bırakıp, kendi terimlerinizin kabulünü karşınızdakine söz hakkı vermenin ön koşulu olarak dayattığınızda bunun adı siyasi tartışma filan olmaz. Herhangi bir propaganda niyeti taşımaksızın sadece doğru bir analiz olduğuna inandığı ve sorunun farklı politikalarla çözülebileceğini düşündüğü için tartışmaya katılan bir ses, soluğu cezaevinde alabilir bu ülkede. Bu tutumun siyasi sözlükte karşılığı otoriterizmdir.
İşte, bu otoriter güç kullanımının meşrulaştırıcısına dönüşmüş medyanın hali daha da acıklıdır.
Kendisi gibi düşünmediğiniz bir kişiyi onun yokluğunda masaya yatırıp akla gelen her suçlamayı yapmayı mazur gösterecek bir yayıncılık ilkesi bulamazsınız. Üstelik “bir kişi” değil burada konumuz. Altı milyon insandan; aynı sizin gibi kişiliğine, tercihlerine, yaşamlarına saygı bekleyen büyük bir topluluktan söz ediyoruz. Yere göğe konulmayan “milli irade” ölçülürken Meclis’e girmiş üçüncü büyüklükte bir temsilci HDP.
Yani, neresinden bakarsanız bakın haber değeri taşıyan, önemli bir varlıktan bahsediyoruz. Dolayısıyla, o şahane “yayıncılık ilkeleriniz” ve değeri kendinden menkul vatanseverliğinizle sadece HDP’yi cezalandırıyor da değilsiniz. HDP’li olmayan, ama onun siyasi çizgisini takip etmeyi önemseyen; ne yapmaya çalıştığını, vadettiklerini, yönelimlerini merak eden bir kamuoyunun da bilgilenme hakkını gasp ediyorsunuz. Zaten önemli olmasa neden onun yokluğunda görmezlikten gelmek yerine herkes ona yüklensin, onu tartışsın ki?
Başlarken “kişiliksiz medya ve onun aynasında yüzümüze vurulan ayıplar silsilesinden” bahsettim.
Tamam, medyanın hali ortada; yaptıklarını savunurken ortaya saçılan zavallılık iç acıtıcı. Fakat bir de orada rol alan “fikir erbabı” var. Gücü siper almış, savunmasız olana ağız dolusu saldıran organik oportünistleri söylemiyorum. Onlar işini yapıyor, kanal kanal dolaşıyorlar.
Benim dikkatimi çeken onlardan daha çok, kendisini iktidarın sözcüsü konumunda görmeyen, böyle bir gayret, misyon üstlenmeyen insanlar. Medyanın bugün içine sürüklendiği koşullarda, kendisini bu yapının uyumlu bir parçası görmeyen; itirazları olan ve dahası belki de bu ağır yozlaşmayı tersine bükme hevesi taşıyan fikir insanlarının daha dikkatli olmaları gerektiğini düşünüyorum. Eğer gerçekten iktidara yamanmış bir figür değilseniz, bu medya çizgisi karşısında tedirgin olmamanız şaşırtıcı olur. Cumhuriyet Kadınının tartışıldığı ve hiç kadının davet edilmediği bir programda sekiz erkeğin hararetle konuştukları kalmış aklımda. Bu sadece yayıncının değil, katılanların da utancı sayılmamalı mı sizce? Bugün bir davet aldığınızda ne tartışılacağı ve kimlerin katılacağını sormak gibi bir sorumluğunuz yok mudur? Hiçbir HDP’linin çağrılmadığı programlarda bu partinin politikaları tartışılıyor ve siz de orada bulunuyorsanız biraz durup düşünmek gerekmez mi?
Ben bugünün koşullarında, birkaç istisnai muhalif mecra dışında konvansiyonel medyanın çağrılarına şart koşmaksızın katılmayı yanlış bulanlardanım.
Parti kapatma kampanyaları yürüten binde ikilik Perinçeklerin yan koltuğunda ne işiniz olabilir? İzlenme oranları yerlerde sürünen manipülatif medyanın yerini şaşırtıcı bir hızla you-tube gibi kolay üretilebilir iletişim mecraları alıyor.
Toplumla buluşmak isteyen hiçbir ses çaresiz değil artık.
Çürümekte olanı kendi haline bırakmak en iyisi.