Bir ülkede siyasi ve idari yapılanmayı tanzim eden birçok model vardır: Üniter devlet, federalizm, asimetrik federalizm, bölgesel devlet, özerklik, desantralizasyon vb. gibi… Türkiye’de üniter devlet birliğin sigortası olarak kabul edilir ve bir fetiş haline getirilir. Diğer modellerden söz etmek adeta bir günaha dönüştürülür. Oysa hiçbir model doğal olarak “iyi” ya da “kötü” değildir. Modellerin birbirlerinden öz itibariyle bir üstünlüğü yoktur. Hiçbir model kendinden menkul bir keramet taşımaz. Her birinin güçlü ve zayıf olduğu yanlar vardır. Siyaset erbabı, kendi ülkesinin tarihini, demografisini, coğrafyasını, kültürünü, vb. diğer özelliklerini göz önüne alıp en uygun modeli ortaya koymakla yükümlüdür.
Her konuda olduğu gibi burada da siyasi partiler arasında farklı görüşler vardır. Kimi üniter devleti, kimi federalizmi, kimi de özerkliği savunur. Her parti kendi tercihinin memleket için en hayırlı neticelere imza atacağı iddia eder. Nitekim bizde de durum böyledir. Evet, Türkiye’de aşırı merkeziyetçi bir yapının olduğuna ve bunun değiştirilmesi gerektiğine dair neredeyse partiler arasında bir mutabakat vardır. Ancak iş bu değişimin hangi modele dayanacağına gelince görüşler ayrışır, farklı modeller öne sürülür. Sorunu yaratan da budur.
Federalizm ve bağımsızlık
Genel olarak “merkez partisi” olarak isimlendirilen partiler, mevcut sistem içinde gerçekleştirilecek bir değişimi yeterli bulurlar. Üniter devletin ana hatlarıyla korunmasını, ama bununla birlikte halka yakınlığı, yerelliği, katılımcılığı ve merkezden yerele yetki devrini içeren yeni bir yapılanmaya gidilmesini savunurlar. Onlara göre, ülkeyi aşırı merkeziyetçilikten kurtaracak bu yapılanma hem taleplerin karşılanmasını, hem de sorunların çözümlenmesini sağlayacaktır.
Buna mukabil “Kürt partileri” olarak bilinen partiler ise, daha radikal bir değişimden yana duruyorlar. Onlar bu konuyu, sadece sistemin daha iyi işlemesi açısından değil, Kürt meselesi ile bağlantılı olarak ele alıyorlar ve üniter devlet sınırları içinde kalacak düzenlemelerin derde çare olmayacağını belirtiyorlar. Onlara göre sistemin muhakkak değişmesi gerekiyor. Ama onlar arasında da muhtelif görüşler var. Mesela HAKPAR en iyi çözümün federalizmde olduğunu düşünüyor. PAK (Partiya Azadiya Kurdistanê) bağımsızlıkçı bir çizgide yer alıyor. Kürt siyasetin başat aktörü olan PKK/HDP ise özerkliği tercih ediyor.
Hangi özerklik?
HAKPAR’ın federalizm ile PAK’ın bağımsızlık önerileri net. HAKPAR “federalizm”, PAK “bağımsızlık” dediklerinde ne söylediklerini anlıyoruz. Ancak PKK/HDP’nin özerklik ile neyi murat ettikleri tam manasıyla belli değil. Zira aynı hareketin içinde farklı özerklik tahayyülleri dillendiriliyor. Mesela KCK -kendi sözleşmesinde ifadesini bulan ve- tamamen totaliter bir düzen öngören bir özerklikten bahsediyor. HDP, kısmen İspanya’dan esinlenen ve sadece Kürdistan için değil bütün Türkiye için geçerli olacak simetrik bir özerkliği teklif ediyor. Bir de son dönemdeki çatışmalardan sonra bazen mahalle, bazen de ilçe bazında ilan edilen “özyönetim”ler var.
Özerklik meselesini, çözümün uygun formunun özerklik olup olmadığını veya Türkiye’nin nasıl bir özerklik modeline ihtiyaç duyduğunu daha sonra uzun boylu konuşuruz. Öncelikle “hendek” ile birlikte bugünlerde PKK siyasetinin temel taşlarını oluşturan bu özerklik/özyönetim ilanları üzerinde durmak lazım. Birçok sorun içeriyor bu ilanlar:
Bir kere, söz konusu ilanlar HDP/DBP’nin ezici bir üstünlüğünün olduğu beldelerde yapılıyor. Belediye başkanlıkları, belediye meclisleri HDP/DBP’nin elinde, kamusal işlerin önemli bir kısmı onlar tarafından icra ediliyor. Özerklik ilanları bir tarafıyla HDP/DBP’ye karşı yapılıyor ve demokratik seçimle göreve gelenlerin otoritesini ve meşruiyetini hiçe sayıyor.
İkincisi, sadece ilan ile özerk olunmaz, öz yönetim kurulmaz. Bundan dört yıl önce Demokratik Toplum Kongresi adına Aysel Tuğluk yine özerklik ilan etmiş, dünyayı bu özerkliği tanımaya davet etmiş, ama herhangi bir netice doğurmamıştı. Şimdi de benzer bir durum var. Söz konusu özerklik ilanların herhangi bir ekonomik, siyasi ve hukuki hazırlığı yok. Halkın en temel gündelik ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı belli değil. Deklarasyonda bulunanların herhangi bir plan ve projelerinin olmadığı da ortada.
Ayrıca ironik bir hal de göze batıyor. Özerklik ilan edenler buna gerekçe olarak merkeziyetçiliği gösteriyorlar. Merkeziyetçilikten şikayet ediyorlar. Ama ne hikmetse tek bir merkezden gönderilen bir metni noktası ve virgülüne dokunmadan okumakta bir beis görmüyorlar.
Özerklik ve hukuk
Üçüncüsü, özerklik en nihayetinde merkez ile yerel arasında bir hukuk ilişkisidir. Bu ilişkide ekonomik, siyasi ve hukuki bazı yetkiler merkezden yerele devredilir ama devlet egemenliğinden kopmama ve onun hudutları içinde kalma da garanti edilir. Dolayısıyla özerklikte devletin egemenliği tamamen reddedilemez, devletin hakimiyetinin hiçbir şekilde girmediği bölgeler inşa edilemez. Özerklik, bir yetki paylaşımıdır. Yetkilerin ne düzeyde paylaşılacağı tarafların anlaşmalarıyla belirlenir. Ancak devlet hakimiyetinin tanınmadığı bir özerklik olmaz. Hukuken tanınmayan silahlı birimlerin bir bölgeyi kontrol etmesi ve kendi uygun gördükleri bir modeli uygulamaya sokmaları/sokmaya çalışmaları düşünülemez.
Tüm bunların özerkliğin ruhuyla bağdaşmadığı açık. O halde neden bu ilanlar yapılıyor? PKK neyi amaçlıyor? Göze çarpan iki amaç var: Biri, özyönetim açıklamalarının görev başındaki belediye başkanlarına yaptırılarak sivil siyasetin kriminalize edilmesidir. Başkanlar hakkında önce soruşturma açılıyor, ardından görevden alınıyorlar. Bu da siyaseti geri plana düşürüp PKK’yi sahnenin asli unsuru haline getiriyor. Diğeri ise, özerklik ilan edilen bölgelerde devlet ile çatışanın silahlı unsurlar değil halk olduğu intibaını yaratmaktır. Nitekim PKK’ye yakın yayın organlarında “Halk, özyönetimde kararlı”, “Halk, özyönetimi için mücadeleye devam edecek” temalı birçok haber ve yorum da bunu teyit ediyor.
Netlik ayarı
Peki sonuç ne? Gerçekte halk bu ilanlara hiçbir destek vermedi. Gerçekçi görmediği, hiçbir altyapısının bulunmadığını gayet iyi bildiği siyasete uzak durdu. Ama özerklik ilanları ve ardından yapılanlar, Kürtler için büyük bir tahribat yarattı. Siviller hayatını kaybetti. Kentler ekonomik ve fiziki bir yıkım yaşadı. Psikoloji çöktü. Huzur kalmadı, güvenlik kaygısı en üst seviyeye çıktı.
Hendek ve öz yönetim ilanları ile girilen yol yanlıştı. Baştan beri. Kürtlere zarardan öte de bir getirisi olmadı. Mümkün olan en kısa sürede buradan çıkmak lazım. Eğer PKK özerklik istiyorsa bunun için Kürt gençlerinin ölmeleri gerekmez. Özerkliğin yolu yordamı bellidir, siyaset içinde bunun için en sert mücadeleler verilir. Yok eğer PKK özerklik değil de başka bir hedefin peşindeyse bunu da açık bir şekilde ortaya koymalı. İkili bir dilden, ikili bir siyasetten vazgeçilmeli. Siyasette netlik ayarı herkes için lazım.