“Geniş, ışıltılı bulvarlarınızla; akıllı konutlarınız, konforlu jipleriniz, bakımlı sakin parklarınız, iyi eğitimi garanti eden zenginliklerinizle; güvenli ve mutlu bir hayat mı yaşayacağınızı zannediyorsunuz?
Hayır, bunu yapamazsınız. Küresel adaletsizliklere yol açtığınız için; dünyanın çoğunluğu açken, buna seyirci kaldığınız; kapılarınızı kapattığınız; konforunuzu o yoksulluk dünyasına borçlu olduğunuz; üstelik de o dünyayı ilkel bularak aşağıladığınız için, ödeyeceğiniz bedeller olur…”
Paris kendi kanında çırpınırken ben yazı için otursam; aklıma ilk gelenler bunlar olsa… Bu cümlelerimin başına önce bir “ama” yerleştirsem; o “ama” nın da öncesinde tumturaklı sözlerle şiddete lanet okusam… Biliyorum; sevenler olur… Hak verenler olur…
Ben Paris’te onlarca insanın kör bir teröre hedef olmasının ardından yukarıda okuduğunuz cümleleri yazan bir insan olamam. Olmak istemem…
O cümleler, hakikati hiçbir yerinden yakalamadığı için mi? Hayır, ondan değil.
Hakikate yaklaşırken de seçici olduğumuz için… Seçimlerimizin; baktığımız gözün, aslında hakikatin kendisinden de önemli olması nedeniyle yazmam o cümleleri…
Bunlar öyle eylemler ki, insanı insan yapan değerlere o kadar uzak; o kadar nihilist; o kadar yıkıcılar ki; hiçbir neden sonuç ilişkisine başvurmamıza izin vermezler… Vermemeliler.
Yüzlerce insanı durmadan katleden bir hareketi, küresel adaletsizlikler üzerinden okumaya çalışmak, kim ne derse desin önünde sonunda insan algısında bu katliamlara meşruiyet alanı açar. Bilerek ya da istemeyerek tırnak ucu kadar bir makuliyet; bir anlaşılmayı hak edilmişlik; bir adalet arayışı izlenimi yükleme ihtimali varsa söylediklerimizde, herhalde önce kendi zihnimizden başlamamız gerekir işe. Bu tür sebep sonuç kurmaların öncesine “ama”larla beraber yerleştirilen “şiddet kınamaları” da, sanıldığının tersine bizi şiddetin karşısına değil yanına yerleştirir.
İnsanlık ağır acılarla, çok yüklü bedellerle adalet kurmayı öğrenmiştir. İnsanlık macerasının özüdür adalet arayışı… Adalette, kişisel sorumluluk vardır. Adalette, suç ve ceza arasında orantı vardır. Her şeyden önemlisi adalette merhamet vardır. Bunların hepsini yakıp atan; tersine çeviren bu katliam siyasetleri, dünyanın adaletsiz bir yer olması ile ilgili değildir; bu eylemleri üreten akıl ve vicdan dünyasına ait adalet kavramının, insanlık dışı olmasıyla ilgilidir.
Siyasal davranışlarda, şiddete karşı tutumda, demokrasi ve insan haklarına bakışta… Bütün bunlarda “ideoloji”, sanıyorum, bugüne kadar olan yaygın kanaatin tersine çok önemli bir faktör. Ve yine sanıyorum; ideolojiyi “maddi koşulların türevi” olarak tanımlamaya ve önemsizleştirmeye; “koşullar böyle olmasaydı bu ideolojiler de, radikal yıkıcılıklar da olmazdı” kertesinde açıklamalar yapmaya daha az başvuracağız bundan böyle…
Halil Berktay’ın çok hak verdiğim sözlerini aynen almak istiyorum buraya: Terörün ideolojisi olmaz demek çok yanlış. İdeolojisine bakarak şu veya bu terör biçimini kendimize yakın hissedemeyiz; hepsine karşı tavır almalıyız demek istiyorsanız, ne âlâ; o zaman öyle söyleyin, haklı olursunuz. Ama terörün ideolojisi olmaz demeyin, çünkü aslında terörün her zaman bir ideolojisi var. İdeolojisiz terör olmaz demek, gerçeğe çok daha yakın. (Diyarbakır, Suruç, Ankara, Paris: Bir cehenneme uyanmak 14.11.2015 Serbestiyet)
Hadsizlik saymayın; size küçük bir test önerebilirim: Paris’e bakıp içinizi yoklayın; ilk aklınıza gelen fikir “işte şimdi Batı’nın aklı başına gelir belki” ise, bence kendinizi gözden geçirin.
Çok dostça bir öneri bu…