Ana SayfaYazarlarPDY ve PKK siyasi mühendislik araçları mı?

PDY ve PKK siyasi mühendislik araçları mı?

Hatırlanacağı üzere, 1 Kasım seçimlerinin ertesinde Fransız devlet kanallarından TV 5’te yayımlanan bir tartışma programından hareketle,  “diktatörlükten demokratörlüğe” başlıklı birbirini izleyen iki yazı kaleme almıştım. Programda Erdoğan Türkiyesi’nin laiklikten sapma olarak nitelendirilen Pantürkizm ve Panislamizm’e dayalı “Yeni Osmanlıcı” bir dış politika izlediği öne sürülmüştü. Bu politikanın Irak ve Suriye’ye yansıması olarak Ankara’nın en azından İncirlik Üssü açılana kadar Daesh’e yardım ettiği, PKK ile mücadelesinin de aslında kültürel haklarını talep eden Kürtlere karşı yürütüldüğü iddia olunmuştu.

 

Bilindiği gibi, yurt içinde HDP’nin tümüyle üstlendiği bu iddialar seçim stratejilerini Erdoğan karşıtlığına dayandıran muhalefet partileri tarafından kısmen bile olsa benimsenmişti. İddialar muhalif ve özellikle PDY’nin (Paralel Devlet Yapılanması) kontrolündeki medya tarafından Türkiye’ye, demokratik ülkelerin saygınlığı tartışılmaz medyası tarafından da bütün dünyaya pompalanmıştı.

 

Bu konuda öylesine güçlü bir kuşatılma vardı ki örneğin Le Monde’un okur yorumları köşesine gazetenin yayınladığı aslı astarı olmayan bir haberle ilgili tepki gösterdiğinizde bu tepkinizi minimize edecek çok sayıda karşı değerlendirme yayınlanıyordu. İddiaları ve aslı astarı olmayan haberleri mutlak doğru kabul etmek demokrat olmanın bir göstergesiymiş gibi.

 

Referans aldığım programda yapıldığı gibi, Türkiye’de reform ihtiyacı bulunan ama elbette saygı gösterilmesi gereken yargının, demokrasinin temelini oluşturan toplumların seçtikleri siyasetçiler tarafından yönetilmesi hakkını tümüyle ortadan kaldıran PYD’ye karşı yürüttüğü soruşturmaların ve aldığı kararların “muhalefetin susturulması” olarak takdim edilmesinin demokratlıkla bağdaşır bir tarafı olabilir mi?     

 

Fransa gibi demokratik ülkelerin kamuoylarına pompalanan sanal Erdoğan Türkiye’si imajı, hükümetlerinin izledikleri Türkiye politikalarıyla bire bir örtüşmüyor. Her ne kadar AB İlerleme Raporu’nda basın özgürlüğü konusunda yapılan, seçim hükümetinde AB Bakanı olarak görev yapmış olan Prof. Dedeoğlu’na göre abartılı eleştirilerde olduğu gibi, politikaları bir ölçüde etkiliyor olsa da.

 

Yanıtı aranması gereken sorulardan ilki şu: Türkiye’ye ilişkin demokratik ülke kamuoylarında mevcut imajla, hükümetlerin izlediği politikalar arasındaki fark, Türkiye aleyhinde siyasi marj yaratmayı amaçlayan bir kamuoyu diplomasisinin mi, yoksa ipleri derin devlet yapılarında olan siyaset mühendislerinin ürünü mü?

 

Bu sorunun ilk şıkkını olumlu yanıtlamak, birden çok ülkenin hükümetlerinin Türkiye aleyhinde ortaklaşa kamuoyu diplomasisi yaptığını iddia etmek için kuşkusuz kapsamlı bir araştırma yapmak gerekiyor. Çünkü medyaları Türkiye ile ilgili benzer haberler yayımlayan AB dışında ve içindeki demokratik ülkelerin iktidar/ muhalefet dengeleri son derece farklı. Örneğin söz konusu yazılarımda ele aldığım Fransa’da iktidardaki sosyalist hükümetin dış politikasına, Sağ ve aşırı Sağ tarafından, Türkiye’dekine benzer eleştiriler yapılıyor. Hatta geçen yazımda altını çizdiğim gibi Fransa’nın Daesh’e dolaylı destek verdiğini ileri süren muhalifler bile var.

 

Türkiye ile Fransa’nın Suriye politikaları karşılaştırıldığında, Esat karşıtlığı üzerinden bir benzerlik kurmak bile mümkün. Bu benzerlikten hareketle, Esat’a karşı politika izleyen ülkelerde hükümetlerin “Daesh ile işbirliği” yaptığı suçlamasına maruz kaldığına, hangi renkten olursa olsun muhalefet partilerinin de bu dış politikanın yanlışlığını dillerinden düşürmediklerine dikkat çekilebilir. Bu açıdan bakıldığında da, Daesh’in Esat rejiminin uluslararası alanda destek sağlamak için oluşturduğu bir örgüt olduğu gibi bir sonuca bile varılabilir.  

 

Bu itibarla, araştırma alanını daraltarak Türkiye ile sınırlı ikinci soru üzerinde yoğunlaşmakta yarar olduğunu düşünüyorum. O da şu:  uluslararası medyadaki olumsuz Erdoğan Türkiye’si imajının oluşumuna başta “Daesh’e yardım” gibi gerçek olmayan tezlerle katkıda bulunan PDY ile bu yapının tezlerini aynen kullanan PKK Türkiye’nin iç siyasetini yönlendirmek amacıyla kullanılan siyasi mühendislik araçları olabilir mi? 

 

Çözümün sürekli engellenmesi

 

Türkiye’yi yurt dışında temsil eden bir devlet memuru olarak bir türlü anlayamadığım şey, hükümetlerin Kürt sorununu çözmeyerek PKK terörüne özellikle yurt dışında propaganda alanı yaratmasıydı. Sürekli askeri darbelerle demokratik kazanımları geri alınıp duran bir ülkenin, Kürtçeyi yasaklayarak, kurucu üyesi Avrupa Konseyi’nde ikiz sözleşmeler (Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi ve Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı) hayata geçtikten sonra bile, Kürtçe televizyon ve eğitime karşı çıkarak bu sorunu çözmesi mümkün değildi elbette.

 

Kürt sorununu PKK’nın elinden almanın yolu aslında Kürt vatandaşların (ve diğerlerinin) farklılıklarının önüne konulan tüm yasakların kaldırılmasından geçiyordu. Ama başından beri bu gerçeğe “ülkeyi böleceği” gibi saçma bir görüşle karşı çıkanlar oldu belki hâlâ var ama eskisi kadar değil artık.

 

Bir sonraki adımsa, İspanya veya daha ileri giderek Birleşik Krallık’ın yaptığı gibi PKK’nın silahlarını bırakması için bir “barış süreci “ başlatmaktı. AK Parti’nin, muhalefetin direncine karşın, 2013’te başlattığı ve sonunda toplumun büyük kesimine benimsettiği Çözüm Süreci’ne türlü bahanelerle PDY’nin karşı çıktığını gördük. “PKK’ya güvenilmez, silah bırakmaz” dediği süreç ilerleyecek gibi olunca bu yapının bu kez “Erdoğan otoriterleşiyor” sloganıyla ortaya çıktığını, yürütme ve yargı içindeki elemanları ve medyasıyla “Erdoğan karşıtlığını” adım, adım ilerlettiğini izledik.

 

İtiraf etmem gerekir ki PDY’nin Çözüm Süreci’ni engellemek için yaptığını düşündüğüm Erdoğan karşıtlığının bu sürece zarar veremeyeceğine inanıyordum. Çünkü IRA ve ETA’nın silah bıraktığı, FARC’ın Kolombiya hükümetiyle Havana’da müzakere masaya oturduğu bir ortamda PKK’nın süreci elinin tersiyle itecek kadar mantığını yitireceği aklıma yatmıyordu.

 

Ne var ki 7 Haziran seçimlerine doğru bir konferansa katılmak için gittiğim Diyarbakır’da fark ettiklerim kaygı vericiydi. HDP Çözüm Süreci’ni tehlikeye düşürme pahasına sürecin büyük aktörü AK Parti aleyhine çalışıyordu. PDY’nin tezlerini benimsemiş ve AKP karşıtları üzerinden oy alarak Meclis’te 80 milletvekili kazanmıştı.

 

Bundan sonra olanları hepimiz yaşadık, biliyoruz. PKK, PDY ile birlikte hareket ederek hepimizi umutlandıran Çözüm Süreci’ni elinin tersiyle iterek “devrimci halk savaşı” gibi çıkmaz bir yola saptı. Öyle sanıyorum ki bu tutumuyla artık İRA veya FARC gibi barışın tarafı olma şansını tümüyle yitirdi; yanılıyor olabilirim ama bundan sonra ETA gibi tek yanlı silah bıraktığını açıklamak zorunda kalacak gibi geliyor bana.  

 

Böyle düşünmemin nedeni, 1 Kasımdan güçlenerek çıkan AK Parti’nin bu defa çok daha gür sesle Yeni Anayasa vurgusu yapıyor olması. Kürt sorununu tümüyle çözecek ve anayasal güvenceye kavuşturacak olan Yeni Anayasa, derin devlet yapılarının 30-35 yıldır, son olarak da PDY’nin çözümü engelleyerek PKK’nın elinde kalmasına yardım ettiği demokratikleşme kozunu da elinden almış olacak. 

 

Yukarıda yönelttiğim sorunun yanıtına gelince, PKK’nın PDY gibi bir siyasi mühendislik aracı olduğu Çözüm Süreci sayesinde deşifre oldu. Böyle bir süreç olmasa, MHP kafasıyla gidilerek engellenmeye devam edilseydi, uluslararası uzantıları olduğuna kuşku bulunmayan siyasi mühendisler, bir ellerinde PDY, öbür ellerinde PKK ile siyaset arenamızda bu gölge oyununu sürdürüyor olacaklardı. Bitti mi bilmiyorum, hâlâ net görmeyenler var belki ama gelecekten umutluyum.      

- Advertisment -