Hemin Hawrami… Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin (IBKY) en parlak ve genç siyasetçilerinden biri… Kürdistan Demokrat Partisi Liderlik Konseyi’nin bir üyesi ve dış ilişkiler biriminin başındaki isim… Hawrami, 1988 yılında Saddam tarafından korkunç bir kimyasal silah saldırısı ile neredeyse yok edilen, Halepçe doğumlu. Siyasi aktivizm ile gençlik yıllarında tanışan Hawrami, Irak Kürdistan yönetiminin hem Batı’ya açılan yüzünü temsil ediyor, hem de Kürdistan halkı ile sıcak ilişkileri ile tanınıyor. Irak Kürdistan’ın bölgesel ilişkileri konusunda en yetkin isimlerden olan Hawrami ile Erbil’de konuştum. Musul Operasyonu, Sincar meselesi, Türkiye’deki Kürt meselesi ve PKK terörüne değindiğimiz röportajda Hawrami, Türkiye gazetesi okurları için bugüne kadar söylenmemiş epey ilginç bilgiler verdi. İki kısım hâlinde yayınlanacak röportajın ilk kısmı bugün gazetemizde…
Başika kampı konusunda Irak hükûmeti ciddi itirazlar getirdi. Siz Başika kampının DAEŞ’le mücadeleye katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?
DAEŞ, Musul ve Kürdistan’a saldırdıktan sonra, koalisyon ülkelerinden, Türkiye’den ve İran’dan destek aldık. Bizim şöyle bir felsefemiz var: DAEŞ’e karşı mücadelede bize hangi ülke destek vermek isterse, Kürdistan hükûmeti olarak bunu memnuniyetle karşılarız. Ve DAEŞ’e karşı mücadelede kim bizim desteğimizi isterse, bunu sunmaya da hazırız çünkü DAEŞ herkesin ortak düşmanıdır. Başika kampı ise, Irak hükümetinin isteği üzerine kuruldu. Başkan Yardımcısı Nuceyfi Ankara’yı ziyaret ettiğinde, Irak Savunma Bakanı Türkiye’ye geldiğinde ve hatta İbadi dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştüğünde Türkiye’den DAEŞ konusunda yardım istedi. Türkiye bunu yaptığında ve bu kampı kurduğunda bunu Kürdistan’ın değil Irak hükümetinin isteği üzerine yaptı. Bu kamp Musul halkı için bazı Sünni grupları eğitti. Başika Musul’da saldırı hattı üzerinde bir yer de değil, bu yüzden medya tarafından bu meselenin abartıldığını, Türkiye ve Irak arasındaki gerilimin arttırıldığını söylemek mümkün. Biz bu gerilimi istemiyoruz ve bu iki ülke arasındaki bu potansiyel gerilim unsurunu azaltmak için pozitif ve yapıcı bir rol oynadık.
DAEŞ’e karşı mücadelede her ülkenin yardımını kabul ederiz ve biz de bu konuda herkese yardım sunmaya hazırız, dediniz. Musul düşmeden önce, Musul’un DAEŞ tarafından ele geçirebileceği konusunda Maliki yönetimini uyardınız mı?
2013 yılının Aralık ayında DAEŞ’in toparlandığı ve Musul’da büyük bir operasyona hazırlandığı yönünde bilgiler elimize geçti. Bu bilgiyi, Bağdat’taki Amerikan Elçisi üzerinden Irak hükûmetine ilettik. Ammar Hakim üzerinden Şii ulusal birliğine de ilettik. İki kere Dışişleri Bakanı Hoşyer Zebari’ye ilettik. Başbakan Maliki 2014 yılının Ocak ayında Beyaz Saray’da bir gezideyken yine bu meseleyi gündeme getirdik. Başkan Barzani, bizzat Maliki’yi şubat ayında arayarak DAEŞ’in hazırlık planları konusundaki istihbaratımızı paylaştı. Bu bilgi özellikle Deyrizor’dan, Suriye’den geliyordu ve Musul’un güneyine, çöl bölgesine saldırı yapmayı planladıklarını öngörüyordu. Barzani, Maliki’ye “DAEŞ bir saldırı planlıyor ancak şu anda hazırlık aşamasında ve durdurulabilirler. Gelin DAEŞ’e karşı ortak bir askerî harekât yapalım, güçlerimizi birleştirelim” dedi. Ama Maliki iş birliği yapmayı reddetti. Hatta haziranın sonunda, DAEŞ taaruza geçmişken, yine Peşmerge ve Irak hükûmetinin ortak bir askerî operasyon yapmasını teklif ettik. Böylelikle bu tehdite karşı önceden müdahale ederek, DAEŞ’in ilerlemesini engellemek istiyorduk. Ama Maliki bizimle iş birliği yapmayı reddetti. Biz Maliki’nin DAEŞ’in Musul’da yaptıklarının bir numaralı müsebbibi olduğuna inanıyoruz. Çünkü, DAEŞ Musul’a girmeden önce bir terör örgütüydü. Musul’a girdikten sonra Maliki’nin siyasi amaçlarla kurduğu o mezhepçi Irak ordusu tamamen kaçtı. Ve DAEŞ’e silah bıraktılar, 1.700 adet askerî araç bıraktılar. Bu, bütün güç dengelerini değiştiren bir olay oldu. Bu gelişme aynı zamanda DAEŞ’i bir terör örgütünden bir terör devletine çeviren olay hâline geldi. Musul’daki bankalarda bulunan 500 milyon dolara el koydular. Düşünün 500 milyon doları ve o kadar silahı olan bir örgüt aslında bir devletçik hâline gelmiş demektir.
Peki Maliki’yi uyardığınızda size tam olarak ne dedi?
Bize, “Her şey kontrol altında, siz sadece Kürdistan’la ilgilenin. Ve Musul meselesini bize bırakın. Endişelenmeyin, her şey yolunda ve kontrolüm altında” dedi. Böyle cevap verdi Maliki… (gülüyor)
PKK Sincar’da neden konuşlanıyor?
DAEŞ, Sincar’a saldırdığında PYD, Suriye sınırının diğer tarafındaydı. Bir koridor açtılar. Nerede bir güç boşluğu olursa, PKK bunu kullanmaya çalışır. Bunu Suriye’de, Kandil’de, ve başka bir çok yerde yaptılar. İlk başta DAEŞ’e karşı yaptıkları için onlara teşekkür ettik, zira bu insani bir meseleydi. Ancak Sincar’ı Peşmerge kurtarmış olmasına rağmen, buraya konuşlandılar. Aslında burada PKK’ya ihtiyaç yoktu. Çünkü, PKK’nın Sincar’la ve orda yaşayan insanlarla bir ilgisi yok. Size bir örnek vereyim: Kobani neredeyse düşecekken biz Peşmerge yolladık… Türkiye sayesinde bu Peşmergeler Kobani’ye ulaştı ve Kobani’nin özgürleşmesinde yardım etmiş olduk. Ancak şunu demedik: “Bir güç boşluğu var ve Kobani’de kendi payımızı istiyoruz, burayı yönetmeye talibiz.” PKK’nın Irak Kürdistan’ı ile bir alakası yoktur, Sincar’ı derhâl terketmelidir. Ve biz onların Sincar’ı terketmeleri için her türlü barışçı yolu deneyeceğiz. Zira PKK’nın Sincar’daki varlığı bölgesel çatışmaları provoke edecektir. Bugün ve gelecekte PKK’nın Sincar’da kalması için hiçbir gerekçe ve ihtiyaç yoktur. PKK’nın Sincar’daki varlığı illegal ve provakatiftir.
Sincar Valisi, PKK’nın Sincar’ı terketmesi gerektiğini zira Sincar halkının, Yezidiler’in PKK’nın varlığı sebebiyle evlerine dönemediğini söylüyor. Buna katılıyor musunuz?
Yezidilerin ruhani dinî kurulu, yani en üst düzey dini karar merkezi, oybirliği ile PKK’yı Sincar’ı terk etmeye çağırdı. Çünkü PKK’nın oradaki varlığı ve Peşmerge güçleri ile arasındaki fikir ayrılığı, Sincar’da istikrarsızlık oluşturuyor. DAEŞ’in Sincar’ı ele geçirmesinden önce burada yaşayan 8500 aileden, sadece 172 aile geri döndü.