Ana SayfaYazarlarPKK iki halkın da düşmanı!

PKK iki halkın da düşmanı!

Bu yazıyı HDP’li Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık’ın kardeşi Namık Sakık’ın söylediği, “Ben oğlumu Kürdistan için öldürtmem. 'Kürtler silah bırakmaz' diyen Cengiz Çandar, Hasan Cemal ve Ertuğrul Kürkçü’ye bir açıklamamda söyledim. Gitmek istiyorsanız ben sanayiciyim, dostlarım var, silahın nasıl satıldığını biliyorum, Kandil yolunu da biliyorum, siz gidin savaşın…” sözleri üzerine yazmaya karar verdim.

 

Öncelikle şunu söyleyelim; Türk, Kürt, Alevi, Sünni hiç kimsenin ölmemesi gereken bir ‘savaş oyunu’, içten içe alevlendirilerek yeniden sahneye konuldu. Kendi iktidarlarını mutlak kılmak isteyen egemenler, 90’lı yıllarda devletin şiddeti üzerinden yürüttükleri savaşı, bu kez PKK şiddeti üzerinden yürütüyorlar… Ve aynı alçaklıkla yürütüyorlar; 90’lı yıllarda devlet şiddeti nasıl görülmediyse, görülmek istenmediyse bu kez PKK’nın şiddeti görülmüyor, görülmek istenmiyor. Ne de olsa yaratılan ‘ortak düşman’ AK Parti’ye karşı yapıldığı düşünülen her türlü şiddet meşru ve mubah. Görev bölümü de yapılmış zaten. Biri şiddeti tırmandırırken, diğerleri en iyi bildikleri karartma işini yapıyor.

Son aylarda yaşananlar beni geçmişe götürdü. O yıllarda, PKK henüz her yaptığı eylem görmezden gelinen, açık açık ilan ettiği savaşın suçunun başka yerlere atıldığı ve bunun da büyük bir utanmazlık içinde yapıldığı, ‘ailemizin cici örgütü’ne terfi etmemişti. PKK’nın yaptığı eylemleri savunan bazı vicdanlı yazarlar en fazla “PKK, elbette katil örgüt” başlığı atarak meşruiyet arıyordu…

 

2009 yılının Aralık ayının yedisinde PKK, Tokat Reşadiye’de izinden dönen sivil askerleri taradı, yedi asker şehit oldu. O günlerde barış görüşmeleri devam ediyordu. Herkes şoktaydı; AK Parti ileri gelenleri bile, kanlı eylemin PKK tarafından yapılmamış olabileceğini ima ettiler. Açıklama dört gün sonra geldi ve PKK üstlendi. Eski Taraf’taydım o zamanlar. Gazetede herkes bu eyleme karşı öfkeliydi, atabileceğimiz en sert manşeti tartışıyorduk. Ahmet Altan bana dönerek, “İçinden geleni söyle gazeteye manşet yapacağım” deyince “PKK iki halkın da düşmanı diyelim” dedim. Gazete, bu manşetle çıktı. Ertesi sabah, sevdiğim iki arkadaşım Altan’ın kapısına dayandı. Tepkileri ağlamaklıydı;  “Böyle manşeti nasıl atarsınız?” Altan, beni işaret ederek, “Tuncer söyledi başlığı” dedi. İki arkadaş bana dönüp “Sen bunu nasıl yaparsın…” şeklinde sitemde bulununca şöyle dedim: Barış görüşmelerinin yapıldığı bir dönemde PKK’nın alakasız bir yerde izinden dönen sivil askerlere pusu atmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun bırakın Kürt halkını, bu ülkede yaşayan insanlara ne faydası var, ölümlerin artmasından başka. Kem küm ettiler, ama’lı cümleler kurdular ve sustular…

 

Şimdi olup bitenlere bakınca o iki arkadaşıma atılan o manşetle ilgili bir özür borcum var. Geç de olsa özür diliyorum kendilerinden. PKK’nın aslında hiçbir zaman Kürt halkı, özgürlükler, haklar gibi bir derdi olmadı. Bunlar sadece işin sosu, bahanesiydi. Bu ülkenin ilelebet sahibi olduğunu düşünenler ve mutlak iktidarları her daim sürsün isteyenler için bir anahtardı PKK… Her ne kadar çıkış amacı böyle olmasa da. Geçen zaman içinde evrilerek, karşı koyduğu egemenlere dönüştü. Kurdukları kendi küçük iktidarlarını korumak adınaydı her şey… Ve şimdi o egemenlerin sınırsız desteğiyle bahanesi olmayan savaşı sürdürüyor.

 

Halil Berktay’ın Serbestiyet’te yazdığı ‘PKK ne istiyor?’ yazısının cevabı aslında çok basit. PKK, kendi egemenlik alanını kurarak bütün Kürtleri yönetmek istiyor. İyi de Kürtler, bütünüyle PKK’nın egemenliği altına girer mi, girmek ister mi, bu ayrı bir tartışma konusu. Çözüm süreci ile birlikte başlayan çatışmasızlık, yıllardır süren bu kirli savaştan bıkan halka nefes aldırdı. Hayata dair umutlarını, özlemlerini artırdı. Savaşla birlikte ‘barışa doyamayan’ bir halktan, bölgeden bahsediyoruz.

 

Durun, siz kardeşsiniz!

Çözüm süreci PKK’nın eline silah alması için ürettiği bütün bahaneleri ortadan kaldırdı aslında. Kalıcı barışa bir adım kalmıştı. HDP, 80 milletvekili ile geldiği Meclis’te, kendisi gibi benzer mağduriyetten gelen çevre partisi olan AK Parti ile ortak bir anayasa yapabilir, barış kalıcı hale gelebilirdi. Ona oy veren Kürtlerin böyle bir beklentisi de vardı. Nedense HDP, bu yöntemi tercih etmedi ya da ettirilmedi. 7 Haziran öncesi uyguladığı sert ve uzlaşmacı olmayan söylemini sürdürdü. Bunun için çok iyi koşullar da vardı. Tek başına iktidara gelemeyen AK Parti ile pekâlâ çok daha özgür, eşitlikçi, ülkeyi kapsayan ortak bir anayasa yapılabilirdi. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sloganıyla seçime giren HDP, bu konuda amacına ulaştı belki. Fakat ortak bir anayasa yapmak için birilerine söz mü verdi ki hiç o yola girmedi. Bu konuda tek bir adım atmadığı gibi, seçimler öncesi AK Parti ile arasında başlayan gerilimi tırmandırmayı tercih etti. Hangi güçtür ki bu MHP ile bile bir araya gelebilmeyi kabullenen HDP, Kürtlerin özgürlük alanının açılmasında büyük katkısı olan ve oy kaybına rağmen tabanında Kürtlerin olduğu AK Parti ile bir araya gelemedi. Olmadı, oldurmadılar…

 

Çözüm süreci ile birlikte barış karşıtı blokta yer alıp şu ya da bu şekilde süreci baltalamak isteyenler şu günlerde tam bir barışsever postuna büründü. “Demokrasi olmadan barış olmaz, Kürtler neden azıyla yetiniyor, dünya sizi destekliyor. Sakın silahları bırakmayın…” diye PKK’ya akıl verenler, amacına ulaşmış olmanın verdiği hazla, ‘barışsever!’ yazılar yazıyorlar bugünlerde. PKK’nın, halkı canlı kalkan olarak kullanmasını, ilçelere yayılan savaşta 16 yaşında gençlerin eline silah vererek öldürmelerini ve ölmelerini görmezden gelinerek yazılıyor bu barış yazıları.

 

Anlaşılan o ki PKK’ya yeniden savaşı başlatması için kendi egemenliğini kuracağı bir ‘kutsal topraklar’ vaat edildi. Bunun da tek şartı, ‘kutsal düşman’ ilan edilen AK Parti’nin gitmesiydi. Kötü bir poker oyuncusu gibi PKK. Karşısındakinin, elindeki iki yedilinin kare as olduğuna inanmasını bekliyor. Daha da kötüsü, kendi de elinde iki yedili olduğu halde kare as olduğuna inandırıldı. Kötü bir oyuncudan iyi bir oyun beklenmez her halde. Oyunun en acı veren yanı da, her zaman bedeli oyunu sahneye koyanlar değil, oyuna şu ya da bu şekilde dahil olanlar ödüyor. Kısaca yoksullar ölüyor, her zaman olduğu gibi…        

 

 

- Advertisment -