Bir önceki yazıda PKK’nın Haziran 2015 seçimlerinden sonra geliştirdiği fiili egemenlik ve şehir savaşları stratejisinin vahametine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştum. Bu çok önemli konuyu tartışmayı, kaldığım yerden genişletmeye çalışacağım.
Öncelikle, ülkece sürüklendiğimiz trajedide, PKK’nın sorumluluğunu ısrarla örtmeye çalışanların öne sürdüğü bir argümanı aradan kaldırmak gerekir. Deniliyor ki; Çözüm Süreci’ni bitirme kararı seçimlerden daha önce Milli Güvenlik Kurulu’nda alınmıştı. PKK savaşı seçmeseydi de durum değişmezdi.
Dolmabahçe buluşması ve ardından yürütülen tartışmaları düşünürsek bana bu iddia inandırıcı gelmiyor. Fakat çok önemli de değil. Devletin üst katlarında böyle bir eğilim olsa bile PKK’nın izleyeceği siyaset bu kararın uygulanmasını ve bugünkü ağır tablonun oluşmasını engelleyebilirdi. PKK’nın barış politikasını seçmesi; savaşçı insan ve malzemelerini kentlerden çekmesi durumunda; barışa olağanüstü teveccüh göstermiş ve milyonlarca oyla HDP’yi sahneye sürmüş büyük Kürt dalgası, devletin tek taraflı savaş tercihini boşluğa düşürecek güçteydi. Siyasette gerçekler, niyetlerden her zaman daha belirleyicidir. Haziran’dan sonra ortaya çıkan umulmadık güç dengesini hepimiz hatırlıyoruz. CHP tarafından bile HDP’nin örtülü iktidar ortağı olabileceği ifade edilirken ve PKK savaş gücünü geri çekmişken, kim, hangi gerekçeyle, kime karşı savaşacaktı? En ileri hamle, daha önce yaşanan KCK tutuklamalarına benzer bir dalganın yeniden gündeme gelmesi olabilirdi. Bunun bile, HDP’nin büyük meşruiyeti karşısında geri tepeceğini ve iktidar bileşiminde kararsızlık ve tartışmalara yol açacağını düşünebiliriz.
* * *
Asıl soru şu: PKK bunu neden yapmadı?
Daha geniş bir başlıktan şöyle de sorulabilir: PKK neden silah siyasetinden ısrarla geri adım atmıyor?
Bunun temel nedeni, PKK’nın “bağımsız devlet” hedefini -esnetmeyi bırakalım bir yana- daha da öncelikli, aktüel kılmasıdır. Fakat buna bağlı olarak daha önemli bir neden var ve bunun üzerinde yeterince durulmuyor. O da, Kürtlere güvenmemesidir.