Polis asker midir sivil mi? ya da devletin polisi midir halkın polisi mi sorusu her zaman için keskin ayrışmalara ve farklı ideolojik bakışlara kaynaklık eden cevaplar üretir. Belki de cevaptan çok bu sorunun kendisi bizatihi ‘anlamlı’ olandır çünkü aslında bu soruyu soranların genellikle önceden verilmiş ve aksinin savunulamayacak olduğunu düşündükleri hazır cevapları vardır.
Daha muhafazakar ve ‘güvenlikçi’ çevreler için polis askere en yakın kurumdur; devletin şiddet tekelinin sahadaki icracısı, halkın emniyetinin teminatı, dirlik-düzen, huzur ve barış ortamı için vazgeçilmez bir kuvvet kaynağıdır. Müreffeh ve hzuur içerisindeki bir toplum için önce güvenlik gelir. Bulunduğumuz bölgenin ve ülkenin hassasiyetleri, bir türlü bitmek bilmeyen terör belası düşünüldüğünde güçlü ve ‘savaş gücü yüksek’ bir polise her zaman ihtiyacımız olacaktır. Her yıl daha fazla özel harekatçı, daha fazla polis adayı alınmalıdır.
Aksini savunanlar içinse gerçek anlamda toplumu refah toplumu haline getirecek olan şey, ancak siyasal özgürlüklerin getireceği bir güvenlik olabilir. Zaten yaşadığımız pek çok toplumsal ve siyasal sorunların -ve hatta güvenlik tehditlerinin- altında sivil siyaset alanının güvenlikçi bir bakışla apolitikleştirilmesi, siyasallaşmanın her zaman için kesintilere uğraması ve devletin buradan beslenen bir Leviathan’a dönüşerek toplumu baskı altında tutması yatmaktadır.
Polis bürokrasisi askeri bürokratik bir kurum mudur yoksa sivil mi sorusuna bu iki kampın dışında cevap verebilen birileri çıkar mı tartışmalı. Emniyet çevrelerinde ‘sivil yönetim’, ‘sivil gözetim’, ‘sivil bürokrasi’ ya da ‘sivilleşme’ gibi laflar biraz alerji kaynağıdır. Pek çok polis için ‘asker gibi polis’ dediğinizde bu, onur verici bir iltifattır. Siviller içinse ‘militer bir polis’ kontrol-dışı, kendi bildiğini okuyan, hukuk ne derse desin kendi inisiyatifleri ve yasaları olan devletin büyük günahlarının vazgeçilmez bir parçasıdır. O nedenle bu sorunun hep sadece iki şıkkı olagelmiştir. Oysa cevap ‘ikisi de değil’dir.
Polis, ne askerdir ne sivil, ne halkındır ne devletin. Polis, Touraine’nin Demokrasi Nedir’de yaptığı, devletin alanı-siyasal iktidar alanı ve sivil toplum alanı ayrımında, siyasal iktidar alanında, devletle sivil toplum arasında yer alır. Bununla birlikte özgürlükçü demokrasilerde her zaman için yüzünü halka ve sivil topluma dönen bir konumda, ortadan bir çizgi çektiğinizde her zaman için sivil tarafta kalır. Polis kendisini devletle özdeşleştirdiğinde askerleşir ve militerleşir, düzenin sağlanması yasaların uygulanmasından, güvenlik ihtiyacı özgürlüklere imkan tanımaktan önce gelir.
Wrong, siyasal iktidarın dört biçiminden bahseder: meşru otorite, ikna, zor gücü ve manipülasyon. Siyasal iktidar bu dört şekilde kendini gösterir, meşru otoritenin yetmediği yerde iknaya, onun yetmediği yerde zor gücüne ve o da yetmezse manipülasyona başvurabilir. Sivil bürokrasi, bütünüyle meşru otoriteye ve iknaya dayalı iş yapar. Sivil bürokrasinin otoritesi ‘verili’dir ve bu yüzden etkinliğini bütünüyle yitirirse, hantal ve verimsiz olsa bile sivil bürokratik kurumların ‘meşruluğu’nu kolay kolay sorgulamayız. O her zaman için meşru, yasal ve sivil taraftadır çünkü.
Asker ise bunun tam zıttına bir konumda, bütünüyle zor gücüne dayalı iş yapmak üzere vardır. Sivil bürokrasi modern bir buluşken askeri bürokrasi çok eskilere dayanmaktadır. Güvenlik sektörünü oluşturan dört kurum vardır: asker, kolluk, istihbarat ve özel güvenlik. Bunlardan asker ve istihbarat esasen dış güvenlik yani ulusal güvenlik için vardır. Bütün bir ülkeyi ve devleti, bütünü ilgilendiren dış tehditlerden korumak ve tehlikeleri bertaraf etmek üzere yapılandırılır. Ulusal güvenlikle ilgili herşey, devletle ilişkilidir. Siyasal iktidar alanını yönetme hakkına sahip hükümetleri ‘aşan’, her partiyi ve hatta parti dışındaki bütün siyasal kesimleri de işin içerisine dahil eden bir bekaa meselesi içerir.
Askerin iş yaparken adalet ya da hukukla zorunlu bir ilişkisi yoktur. Askerlik, güç maksimizayonuna dayalı, ‘imha etme’ üzerine kuruludur. Bu bir ölme ve öldürme işidir yani. Polislik ise bunun tam aksine koruma ve yaşatma işidir. Polis ve özel güvenlik bir ulusal güvenlik kurumu değil iç güvenlik kurumudur ve bütünüyle siyasal iktidar alanına aittir. Ancak devletin siyaseti belirlediği anti-demokratik ve otoriter yerlerde polis, devlet alanından yönetilir. Polislik ve özel güvenlik iç güvenlikle ilgili, farklı siyasi görüşlere göre farklı politikalarla çalışan ama üst amacı, sanılanın aksine suç ve suçluyla mücadele etmek değil hukukun hayat bulması, haksızlık ve adaletsizliklerin ortadan kaldırılması olan siyasal karakterli bir kurumdur. Polisliğin öncelikli amacının suç ve suçluyla mücadele etmek olduğu düşüncesi ‘militer polislik’ anlayışının sonucudur. Hatta suçla mücadele etmekten de çok onunla ‘savaşmayı’ esas alan bir düşüncedir bu. Suçluyu düşman olarak gören, toplumun masum sıradan kesimlerinin güvenlik ve emniyetini suçla mücadele üzerinden düşünen bir anlayış.
İdeal anlamda polisin düşmanı yoktur. İç güvenlik meseleleri yasaların ihlalinden kaynaklanan düzensizlik ve güvensizlik sebepleridir. Polis, yasaların ve hukukun hayat bulmasına çalışmakta, suç ve suçlular bunu engelleyici olduğu için onlarla mücadele etmektedir. Suç denilen şey de zaten bir tür haksızlıktır. Bu amaçla tek mücadele ettiği suç ve suçlu da değildir. Bazen hiçbir şekilde suç olmayan kimi düzensizlikler de yasaların uygulanması önünde büyük bir engel teşkil edebilir. Demokratik bir ülkede bu yüzdendir ki yasal olmayan birşey illa ve kaçınılmaz olarak yasak olmaz. İkisi arasında demokratik belirsizlik denilen bir alan bulunur ve bu toplumsal düzenin kendini yenileyip daha iyiye ulaşmasındaki yaratıcılığı üreten alandır.
Polisin düşmanının olmayışının tek istisnası terör meselesidir. Terör, aynı anda hem bir iç güvenlik ve hem de bir ulusal güvenlik meselesidir. Özünde bir ulusal ve dış güvenlik kurumu olan istihbarat teşkilatı terör nedeniyle iç güvenlik alanında da yoğun şekilde faaliyet gösterir. Bu nedenle askere en yakın polis terörle mücadele eden ve toplumsal kalkışmalara karşı koyan polistir. Tekrar etmek gerekirse asker demek bütünüyle zor gücü ve şiddet, istihbarat ve manpülasyona dayanmak demektir.
Oysa ki polis, sivil ya da askeri bürokrasiden farklı ve son derece özgün bir biçimde siyasal iktidarın farklı güç biçimlerinin hepsini yere, zamana ve duruma göre kullanır. Yani işinin niteliği gereği sadece polis, gerektiğinde duruma ve yere göre meşru otorite, zor gücü, ikna ya da manipülasyona başvururur tıpkı siyasal iktidarın kendisi gibi. Demokratik toplumlarda kritik olan polisin ‘meşru otorite’ye dayalı olarak, yani rıza üreterek ve ikna ederek iş yapmaya çalışan bir tavırda olmasıdır. Zor gücü, gerekmedikçe başvurulmayan, rutin bir iş yapma biçimi ya da metodu haline getirilmemesi gereken bir şiddet yetkisidir ve demokrasilerde polisin –ya da devletin- şiddet hakkının yegane gerekçesi şiddetsizlik, yani var olan bir şiddetin ortadan kaldırılmasıdır. İdeal anlamda polis bir şiddet durumu ortaya çıkmışsa şiddete ve zor gücüne başvurmamazlık edemedği gibi şiddet durumu yoksa da şiddete başvuramaz. Devletin şiddeti tekeline alışı, onun ‘kullanım hakkı’nı üzerine almak değil toplumdaki her türlü şiddeti bitirmek ve bitiremiyorsa minimize etmek içindir. Polisin otoritesi ‘verili’ olmayıp her durumda yeniden kazanılan birşeydir ve bunda zor gücünü nasıl kullandığı her zaman en kritik meseledir.
Askeri sisteme dayalı polislik genellikle ‘ne’ sorusunun cevabına oadaklanır. Yani ne yapılacağı üzerinden işler. Buna göre polislik işi, yasaların uygulanması ve suçla mücadele etme işidir. Oldukça açıktır, kim olsa yapar bir nitelik taşımaktadır. Oysa gerçekte polislik, ‘ne’ değil ‘nasıl’ sorusunun cevabına göre şekillenir. Demokrasilerde askerlikte olduğu gibi ‘ne pahasına olursa olsun’ ya da ‘rağmen’ iş yapma yoktur. Polis, özgürlüklere rağmen güvenliği, hukuksuzluklar pahasına düzeni sağlayamaz. Polisliğin kalitesi, yasaları nasıl uyguladığı, düzeni, güvenliği ve emniyeti nasıl sağladığına göre oluşur. Burada hiçbir zaman yasalalıkla meşruluk aynı ve özdeş şeyler değildir. Nasıl sorusunun doğru cevabı, yasallık ve meşruluk arasındaki mesafeyi asgariye indiren şeydir. Nitelikli bir demokraside ‘rağmen polislik’ söz konusu değildir ve burada en fazla dikkat edilmesi –ve de karşı konulması- gereken şey, siyasal iktidara rağmen devlet alanından kontrol edilmedir. Devletle özleşleşen bir polislik kaçınılmaz olarak zor gücüne dayalı, düzeni öne koyan, güvenlikçi ve rağmen bir polisliktir. Bunun olması demek polisin yasalar eliyle siyasal alanı baskı altına alma ihtimali demektir.
Güç biçimlerinden en kötüsü ise manipülasyondur. Manipülasyon ancak ve sadece ulusal güvenlik nedeniyle ve dışa dönük olduğunda anlamlı olabilir. Daha çok istihbari ve operasyonel nedenlerle ihtiyaç duyulan manipülasyonun kötüye kullanılması, yani iç güvenlik alanında başvurulması demek bir daha asla telafi edilemeyecek sonuçlar demektir. Diğer güç biçimlerinin hepsi –zor gücü de dahil olmak üzere- herçeye rağmen çift-taraflı bir ilişkiyken manipülasyon tek taraflı bir ilişkidir. Bu anlamda bir özne-nesne ilişkisidir ve açığa çıkması halinde meşru otoritenin tekar kazanılması neredeyse mümkün değildir. İşte nasıl sorusu, polisliği farklı güç biçimlerine başvururken doğru zamanda doğru şekilde davranmasına yönelik olarak sorulması gerekli olan sorudur.
Polislik zor bir iştir. Bu zorluk siyasal iktidarın farklı güç biçimlerinin hepsini duruma, yere ve zamana göre kullanırken ‘yoldan çıkmamak’ ve buna rağmen meşru otorite kazanmaktan yana bir tavır gösterebilecek denli demokratik bir içerik kazandırma zorluğudur. Bu yapılamadığında polis teşkilatı kolaylıkla politize olur ve bu yaşandığında artık halkın siyasal iktidarının kendi kendini yeniden üreterek varlığını sürdürmesini emniyet altına almaktan çıkaran çeşitli siyasal ideolojilerin baskı aracı haline gelebilir. Emniyeçiler biraz da bu yüzden asker mi sivil mi sorusuna kısa yoldan ve kararlı bir şekilde asker diye cevap verirler çünkü ötekine doğru giden yol, meşakkatli ve yüksek bir yönetim bilgisi gerektirmektedir. Öyle olduğunda iş, ‘kim olsa yapar’ niteliğini de kaybetmektedir. Militerlik pek çok polis yöneticisinin zihninde bu nedenle, hem politize olma riskinin hem de halkla kurulacak yoğun ve yorucu bir ilişkinin panzehiri gibidir çünkü askeri polislik aslında ‘insansız polislik’tir. Askeri düzende hergün yeniden nasıl sorusunu düşünmek yoktur. İşler kağıt üzerinde harfiyen tanımlanmış, insana düşen hata payı sıfırlanmıştır. Sistem ‘kendiliğinden’ işlemektedir.
Daha nitelikli bir demokrasi için yaşadığımız bütün güvenlik tehditlerine, patlamalara ve terör belasına rağmen –ne kadar zor ve acıtıcı olsa da- ‘nasıl bir polislik’ ve ‘nasıl bir güvenlik’ sorularının cevaplanması ve bizatihi bu işi yapanlar tarafından işin özünün iyi anlaşılması lazımdır. Polis, ne devletindir ne halkın. Devletin olduğunda salt bir zor gücüne ve baskı aygıtına dönüşür, halkın olduğunda ise haksızlıkları önleyebilen bir yasa uygulama gücünü büyük ölçüde yitirir. Devletin olduğunda suça karışanların ortadan kaldırılması sıradan masum geniş kesimlerin emniyetinin önüne geçer. Halkın olduğunda ise suçluların adalet önüne çıkarılma kapasitesi düşer. Bir kez daha, polislik ikisinin arasında, tam olarak siyasal iktidar alanından yönetilen –sanılanın aksine- son derece özgün bir iştir ve her özgün işte olduğu gibi yaratıcılık ve demokratik ilkelerle güvenliği sağlayabilir olma becerisi gerektirir. Aksi, güvensizleştirici ve tedirgin edici bir güvenlik anlayışıdır ve militer zihin tam olarak bu türden bir güvensizlik ve tedirginlik ortamında hayat bulur.