Netflix’in İsrail-Filistin çatışmasını bir dizi hukuki ikilem çerçevesinde kurgulayan dizisi Fauda’yı üçüncü sezon finaline kadar seyredenlerin dikkatini çekmiştir: Karakola götürülen bir şüpheli sorgu sırasında yanında avukat bulunmasını ister. Polis şefi bunun üzerine “Daha iyi, avukat Zarkawi’yi çağır” diyerek arkadaşlarına talimat verir. Şüpheli bir müddet sonra içinden bağırış çağırış sesleri yükselen sorgu odasının önüne oturtulur ve odanın mahsus açık bırakılan kapısından kendisinden önce sorgulanan birisini görür. Odada şüphelinin üstüne sertçe giden polisler ve onları sakinleştirmeye çalışan “insan hakları savunucusu” bir avukat bulunur. Kapı içeriden kapatılır, odadaki gürültü diner ve polis sanık sandalyesinde oturan kişiye “İyi iş çıkarttın” der. Avukat Zarkawi odanın içindeki gülüşmelere katılır ve sıra bu avukatın gerçek şüpheliyle görüşmesine gelir.
Bu sahneyi aklıma, gündemdeki çoklu baro tartışmasını izlerken görüşünü aldığım, İstanbul Barosu’nun eski başkanlarından Yücel Sayman’ın anlattıkları getirdi. Lâfı hiç uzatmadan, çoklu baronun yargıdan savunmanın kaldırılması anlamına geldiğini söyledi Prof. Sayman. Barosuz bir yargının despotik rejimlerdeki gibi savcı ve yargıçtan ibaret olacağını, o saatten sonra istediğiniz kadar baro kursanız da bir şeyin değişmeyeceğini ve “devlet avukatlığı” gibi bir şeyin belireceğini ifade etti.
Demokratik rejimlerde silahların eşitliği ilkesi gereğince “Savcı (iddia) tezi, avukat (savunma) anti-tezi, yargıç da (hüküm) sentezi söyler” diyen deneyimli hukukçuya göre, çoklu baro fikri savunmayı aradan çıkartıp meydanı savcı ile yargıca bırakacak nitelikte. Adalet Bakanlığı’nın Hakimler ve Savcılar Kurulu’nda (HSK) temsil edildiğini hatırlatan Sayman, böylelikle her kararın siyasi iktidar tarafından kolaylıkla manipüle edilmesi tehlikesine işaret ediyor. Oysa baronun da demokratik rejimlerde tıpkı HSK gibi bir kurul olduğunu kaydeden Sayman’a göre, “İstanbul’da çok hakim var, istedikleri kadar Hakimler Kurulu kursunlar” gibi bir öneri ne anlama geliyorsa çoklu baro önerisi de aynı anlama geliyor.
“Baro bir meslek örgütü değildir”
Baronun bir meslek örgütü değil, savunmanın örgütlendiği bir yargı kurumu olduğunu ısrarla vurgulayan Sayman’a göre, baro ile avukatlar arasındaki ilişki, herhangi bir meslek örgütü ile o meslekten bir üye arasındaki ilişkiye benzemiyor. Çünkü baro ile avukat ilişkisi, savunma kurumunun örgütü ile savunmayı yargılama faaliyetinde bilfiil işleten avukat arasında oluşuyor. Sayman, avukatların sendikalar ve dernekler gibi ayrı meslek örgütlerinin bulunduğuna, işte asıl bunların çok sayıda kurulabileceğine dikkat çekiyor.
Mesleki sorunları baroların kendilerinin çözdüğünü ifade eden Sayman, nisbi temsil önerisini de buna bağlayarak eleştiriyor. Çünkü avukatlar baro seçimlerinde oy kullanırken mesleki sorunlarını çözeceğine inandığı yönetim listesini destekliyor. Aday listelerin programlarında, örneğin staj olarak neyi öngördükleri, yargının yönetimini nasıl etkilemeye çalışacakları, yargıda nasıl yer alacakları gibi konulardaki önerileri bulunuyor. Farklı dünya görüşlerine sahip insanlar, aynı yönetim listesinde ortak program üzerinde uzlaşarak yer alıyor. Bu durumda, ortak bir mesleki programda anlaşabilecek ama birbirlerinin dünya görüşüne ters düşen insanların, bu çekişmelerini ayrı örgüt ve yönetim kurullarına taşımalarının tek bir anlamı olabilir: Baronun fiilen çalıştırılmaması ve savunmanın parçalanması.
“Feyzioğlu baronun meslek örgütü olduğunu zannediyor”
Yücel Sayman, baroyu sadece meslek örgütü olarak gören hukukçuların başında Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun geldiğini ifade ediyor. TBB’nin işlevinin barolar arasında koordinasyon sağlamak olduğunu belirten Sayman’a göre, Feyzioğlu vesayet mantığıyla hareket ederek bir üst kuruluşun başkanıymış gibi davranıyor. Bu da baro ruhuna aykırı bir tutum.
Barolar, TBB’yi hiyerarşik üst olarak kabul etmiyor. Yani kendilerini ikinci plana iten rolü oynamayı reddediyorlar. Dolayısıyla hükümetler kendilerine uygun gördüğü bir TBB Başkanını muhatap aldığında “Burada biz varız” diyorlar.
“Yargının devleti korumak gibi bir işlevi olmaz”
Metin Feyzioğlu’nun katıldığı bir televizyon programında sarfettiği “Ben devletin menfaatlerini hukuk çerçevesinde korumakla görevli bir örgütün başkanıyım” sözlerine ise, “Kendisi öyle olabilir; ama bu baro değildir” şeklinde yanıt veren İstanbul Barosu eski başkanı Yücel Sayman, ne genel olarak yargının ne de daha özel olarak baronun devleti korumak ve kollamak gibi bir işlevinin olabileceği görüşünde. Devletin soyut bir şey olduğunu ifade eden Sayman, baroların siyasi iktidar dışında bir kurum, hak ve özgürlükleri koruyan bir kurum, siyasi iktidarın faaliyetini dengeleyen bir kurum olduğunu sözlerine ekliyor. Fakat Sayman’a göre, demokratik rejimlerdeki uygulamaların aksine, savcısını da avukatını da devletin tâyin ettiği, esas olarak devleti koruyan bir yargı yaratılmak isteniyor.
Feyzioğlu hiç değişmedi, delegeler yanıldı
Yücel Sayman son olarak, Feyzioğlu’nun siyasi görüşlerinde herhangi bir değişiklik olmadığı, devleti koruyan siyasi tutumunun Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve Ankara Barosu Başkanı olduğu dönemlerde de aynen görülebileceği kanaatinde. Cüneyt Özdemir’in programında Ankara’ya yürüyen baro başkanlarını slogan atmakla eleştiren Feyzioğlu’nun, 2017’de TBB seçimlerini slogan atarak oybirliğiyle kazandığını, delegelerin de bu sloganlara kanarak yanıldığını kaydediyor.