İlk bakışta Kürt meselesine en fazla benzeyen çatışma, Kuzey İrlanda’da Britanya hükümetinin uygulamalarına karşı çıkan İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun (IRA) mücadelesi gibi görünüyor. Düşünün ki başka birçok kısıtlama dışında Katolik işadamları seçimde tek oy kullanırken Protestan işadamlarının oyları iki sayılıyor… Bunun dünyanın en eski ve köklü demokrasisinde, özgürlüğün beşiği Anglo Sakson dünyasında yaşandığını unutmayalım. Diğer tarafta dilini kullanamayan, ekonomik açıdan gelişmemiş halde tutulan, sistemin suça yönlendirdiği bireyler üzerinden ailece cezalandırılan, çoğunlukla eğitimsiz bir alt sınıf var. Britanya ise Kuzey İrlanda’ya sömürge muamelesi yapıyor ve elli küsur yıllık tek parti yönetimi sonrasında, bu sefer doğrudan merkezden atanan bir vali ile oraya hakim olmayı umuyor. Ama bu ‘tedbir’ çatışmanın daha da derinleşmesi ve tamamen toplumsallaşmasıyla sonuçlanıyor.
Türkiye’de yaşananlar hiçbir zaman İrlanda’daki gibi sert olmadı. Ama sonuçta orada toplum ölü sayısı sadece birkaç binde kaldı. Yine de kabaca bakıldığında birtakım benzerlikler veya paralellikler bulunabilir. Ama İrlanda’da mesele mezhepsel ayrım üzerine oturuyor ve merkezi hükümet açıkça Protestanları kayırıyor. Gerçi söz konusu Protestanların etnik açıdan da İrlandalı olmadıklarını, birkaç yüzyıl öncesinin İskoçyalıları olduklarını zikretmek lazım. Bizde ise mesele etnik gözükse de PKK sol mücadele geleneğinin uzantısı olarak doğdu ve hâlâ oradan çıkabilmiş değil.
Bu muğlak benzeme/farklılaşma halinden hareketle çözümde de benzerlik aramak normal gözüküyor. Ne var ki İrlanda’da çözümün somut aktörlerine ve ayaklarına geldiğimizde arada büyük bir uçurum olduğunu anlıyorsunuz. Kuzey İrlanda’nın nüfusu sadece 1,5 milyon. Oysa sadece ABD’de otuz ila kırk milyon arası İrlandalı yaşıyor ve nitekim IRA’nın parası da buradan geliyordu. Dolayısıyla ABD bu çatışmanın taraflarından biriydi ve doğal olarak çözümün de tarafı oldu. Öte yandan İrlanda adasının güney kısmında bağımsız ve AB üyesi olan, nüfusu 4 milyon civarında bir İrlanda Cumhuriyeti yer alıyor. 1920’lerde adanın tümü birleşikti ve IRA’nın temel hedeflerinden biri de adayı yeniden tek bir siyasi entite haline getirmek. Bu nedenle İrlanda Cumhuriyeti de çözümün tarafı. Bu durum AB’nin de çözüme dolaylı taraf olmasını sağladı.
Kısacası Avrupa’nın Batı ucunda, içinde çok az insanın yaşadığı bir adadan söz ediyoruz. Britanya hükümeti ve IRA dışında, Dublin, Brüksel ve Washington da çözüm sürecinin doğal parçaları olarak maddi ve manevi desteklerini vermişler. Süreç boyunca ABD buraya çok büyük yatırımlar yapmış. Söz konusu uluslararası kuşatmanın sonucu olarak, muhalefet partileri, sivil toplum ve medya dahil herkes sorumluluk duygusu ile davranmış.
İrlanda’da çözüm bir rejim değişikliğini ima etmemiş… Orada askeri vesayetin veya Gülen hareketi gibi unsurların etkisi olmamış… Bizim tek avantajımız ise paramiliter devletçi grupların olmaması. Türkiye’de bizi ‘yalnız’ bir çözüm bekliyor. Eğer toplumsal basiret bizzat aktörlerin stratejisi haline gelebilirse…