“Türkiye PYD ile iyi ilişkiler kurmalıdır.” Sanırım Türkiye’nin kaygıları giderilmedikçe bu tez hiçbir zaman hayata geçemeyecek.
O kaygıların Türkiye kamuoyu ve Türk devletinde yarattığı huzursuzluk da, öyle dudak bükülecek, bıyık altından gülünecek endişeler değildir. Suriye’deki yapılanmayla eş zamanlı olarak Barzani’nin hedefe konulup Güney Kürdistan’da siyasi yapı değişikliğine gidilme arzusunun seslendirilmesi, bir ilk tedirginlik yarattı.
Rojava siyasi öznelerinin ABD, Rusya, Suriye, İran’la Türkiye’yi kuşkulandıracak şekilde ilişki kurması ise tedirginliği travmaya dönüştürdü.
Türkiye’yi kaygılandıran faktörler
Travma, meşruiyetini şu savunudan alıyor: (a) Rojava Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ciddi şekilde tehlikeye atacak bir “rol modeline” dönüşebilir.
Türkiye’yi kaygılandıran diğer parametre ise şu değerlendirmeye dayanmakta: (b) Rojava Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehlikeye düşürecek ciddi handikaplar yaratabilir. Bu handikaplar Rojava’daki mücadele stratejisinin olduğu gibi Türkiye’ye uyarlanması, kadro ve cephane temini, sınır güvenliğinin zafiyete uğratılması şeklinde tezahür edebilir.
Kaygılara sebep olan diğer faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz: (c) Kantonların birleştirilmesi ile oluşacak 900 kilometrelik bir sınır hattı KCK’nin eğemenliği altına girebilir. Bu durum Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılmasını ortadan kaldırabilir.
(d) Rojava yapılanması Türkiye’nin stratejik menfaatleri içinde yer alan enerji transit yollarının değiştirilmesi sonucunu oluşturabilir. Bu da Türkiye’nin milyarlarca dolarlık ekonomik kayıplara uğramasına yol açabilir.
Kaygılar sanal mı gerçek mi?
Bu kaygılar gerçekçi midir, yoksa üretilmiş sanal gerçeklikler midir? Sorunun yanıtlarına bakalım. Rojava’nın Türkiye Kürtleri için bir esin kaynağına dönüşmesi yüksek bir olasılıktır. Bu olasılık şu şekillerde görünürlük kazanabilir: Kürt nüfusunun büyük çoğunlunun yaşadığı Türkiye Kürtleri, hemen yanı başlarında oluşan bir statüye benzer statüde yaşamak isteyebilirler. Bu statünün altındaki bir statüye rıza gösterilmesi, çok güçlü bir milliyetçilik dalgası ile flört eden bir halkta giderek zorlaşabilir.
Rojava’da meydana gelen bir başarı öyküsü, Türkiye Kürtlerinin milliyetçi dalgasını daha da yükseltebilir. Rojava’nın ekonomik açıdan zengin bir model yaratması, enerji kaynaklarının Akdeniz’e uzandığı bir koridora dönüşmesi, Türkiye Kürtlerinin Türkiye ile birlikte yaşama iradesini değiştirebilir. Bu, Türkiye Kürtlerinin yönlerini Ankara’ya değil Rojava’ya çevirmesi sonucunu doğurabilir.
Rojava’nın örnek model teşkil etmesi seçeneği dışındaki diğer tüm seçeneklerde (b, c, d) dile getirilen olasılıklar, Türkiye’nin Rojava ile dostane ilişki kurabilme yeteneği geliştirip geliştirmeyeceğine bağlı olarak ortaya çıkacaktır. Ancak ilişkilerin olumsuzlaşması halinde, bu maddelerin de etkili sonuçlar doğurmasına bağlı olarak, Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliği ciddi açmazlarla karşı karşıya kalabilir.
Rojava seçenek olmaktan çıkabilir mi?
Şimdi de dört madde altında özetlediğimiz Rojava’nın Türkiye’yi etkileme olasılıklarının hangi parametreler dahilinde etkisiz kalacağını irdeleyelim.
Rojava yapılanması ciddi ekonomik sorunlar yaşar, ekonomik açıdan güçlü bir performans gösteremez, iç istikrarı sağlamakta ciddi zafiyetler sergilerse, örnek model oluşturması güçlü bir motivasyon kaynağına dönüşmeyebilir. Ancak bu durumda dahi Türkiye Kürtlerini etkilemeyeceğini ifade etmek çok zordur.
Eğer Türkiye’deki çatışmalar çok şiddetlenir, kentlerde sosyal maliyet arttıran sonuçlara dönüşürse, Türkiye Kürtlerinin Rojava’yı satın alma duygusu tersinden etkilenebilir. Halkta ulus-devlet modellerinin ortadan kalktığı, sınırların anlamsızlaştığı bir yüzyılda yeni bir ulus-devlet inşası için bu kadar bedele değer mi sorgulaması gelişebilir. Kürt orta sınıfı, savaşı tırmandıran siyasi öznelerin karşısına alternatif siyasi özneler çıkarma arayışına girebilir.
Rıza mı gösterelim, karşımıza mı alalım?
Şimdi de şu paradoksun sorgulamasını yapalım:
“Suriye Kürtlerinin kendi özgür iradesi ile Suriye’de yaratacağı statüye saygılıyız” tezi mi, yoksa “Ne olursa olsun Suriye Kürtlerini orada bir statü sahibi kılmayacağız” tezi mi, Türkiye’ye daha fazla maliyet çıkartır?
Statüye rıza göstermek daha rasyonel sonuçlara vesile olabilir. Bu seçenek Rojava’daki milliyetçi dalganın ehlileştirilerek Türkiye’ye davet edilmesi sonucunu yaratabilir. Milliyetçi dalga ile kurulacak işbirliğinin yaratacağı etkileşim ile milliyetçi dalganın direkt karşıya alınmasının doğuracağı etki birbirinden daha farklı olabilir. İlk tutum dalgayı ehlileştirmeye imkan yaratabilir; ikinci tutum dalgayı radikalleştirebilir.
Statüye saygılı olmanın yaratacağı bir diğer sonuç da çözüm sürecine kapı aralaması olabilir. Böylece silahlar susabilir, savaşın yaratacağı maliyet aza inebilir, Suriye’nin Türkiye’yi olumsuz etkilemesi minimum düzeye düşebilir.
“Ne olursa olsun Suriye Kürtlerini orada bir statü sahibi kılmayacağız” tezi ise şu olasılıkları tetikleyebilir: Suriye Kürt coğrafyasını Türkiye’nin stratejik ortaklığıyla artık eşdeğer gördüğünü gözümüzün içine baka baka söyleyen ABD’nin engeline takılabilir. Hem toprak bütünlüğü hem de ulusal güvenlik açısından ciddi handikapları motive edebilir.
Öcalan Mandela rolünü oynar mı?
PYD konusunda şu gerçeği sanırım kabul etmek zorundayız: Türkiye ne yaparsa yapsın, artık bu saatten sonra Rojava yapılanmasını engelleyemez. Rus uçağı düşürülmeden önce belki Türkiye kantonların birleştirilmemesi seçeneğini mümkün kılabilirdi. Ancak şimdi bu seçenek de oldukça zor görünmekte. Bu konuda Amerika’nın ağzının içine bakar duruma düşmek de hiç hoş bir durum değil.
O zaman, bu yapıyı düşmanlaştırmak yerine dost kılmak için yaratıcı prosedürler yaratarak yapının Türkiye’ye zarar verme kapasitesini ortadan kaldırmak, en doğru tercih. Ancak bunun için, en az Türkiye Cumhuriyeti devleti kadar Kürt siyasi öznelerine de tarihi sorumluluk düşmektedir.
“Rojava’yı hangi enstrümanlar aracılığıyla dost ve müttefik statüsüne çevirebiliriz”e baktığımızda, en makul seçenek olarak karşımıza “Rojava’da son duruma burada devletle birlikte karar vereceğiz” dediği bilinen Öcalan çıkmaktadır.
Mandela, müzakereler sırasında Türkiye’ye benzer bir şekilde kanlı bir sürece giren Güney Afrika’da tarihi bir rol üstlenerek ülkeye barışı getirdi. Benzer rolü hem çözüm sürecine yeniden dönülmesi konusunda, hem de çözüm sürecinin artık bağımlı bir değişkenine dönüşen Rojava konusunda, Öcalan da oynayabilir. Peki, Öcalan tarihi bir rol üstlense dahi KCK sözünü dinler mi?
KCK’nin en etkili isimlerinden Duran Kalkan, son röportajında İmralı’yı işaret ediyor; “çözümü orada arayın” diyor. Bu durumda hâlâ “KCK Öcalan’ı dinler mi?” diye kaygılanmak sanırım meşruiyetini önemli ölçüde yitiren bir argümana dönüştü.