[15 Şubat 2018] Geçenlerde Putin ve Stalin diye bir yazı yazdım (Serbestiyet, 28 Ocak 2018), Putin’in çeşitli biçimlerde Stalin’i ve dönemini koruyup kolluyor olması hakkında; Sovyet rejiminden ve hele Stalin teröründen bu kadar çekmiş bir ülkede, bir zamanlar Stalin’in kendisiyle Korkunç İvan arasıında bir ilişki kurması gibi, şimdi de Putin’in kendisiyle Stalin arasında benzer bir ilişki kurmasının anlamına değindim.
Yazıyı bitirdim, yolladım, yüklendi siteye. Sonra birden, tuhaf bir düşünce takıldı kafama. Başka ne olabilirdi? Putin istese bile diktatörlük (veya otoritarizm) değil de demokratlık açısından bir rol modeli bulabilir miydi kendine? Çarlık Rusyası, sonra Sovyetler Birliği, sonra bugünkü Rusya tarihinde, gerçekten demokrat denebilecek kim var acaba? Kısmen bloksuzlaşmış bir Türkiye’nin, zaman zaman ABD ve/ya AB’ye alternatif olur mu diye baktığı (veya bakar gibi yaptığı?) Rusya’nın yakın tarihinde, demokrasi dönemi diye ne var ki, demokrasinin zigzagları, içinde demokrat duruş ve davranış diye bir şey sivrilebilsin?
Son iki hafta boyunca, bir yığın başka iş yüzünden bölük pörçük de olsa kafa yormaya devam ettim bu konuya. Sonuçta, özellikle 20. yüzyıl tarihinde, böyle sadece dört veya beş “moment,” dört veya beş beş tarihî an geliyor aklıma. (1) Belki, 1905 devriminin kısa süreli doruğu: 17 Ekim’den Aralık başlarına kadar uzanan altı haftalık Özgürlük Günleri. Zamanın liberallerinden Witte ve Obolensky’nin “Ekim Manifestosu”nu 14 Ekim’de Çara sunmalarının ardından, kamusal alanın ve yayın hayatının benzersiz bir serbestiyete kavuşması; basının iktidara görülmedik derecede sert ve eleştirel tonlarla seslenebilmesi. Siyasal faaliyet: Parti kurma yasağının kalkmasıyla birlikte, Anayasal Demokratlar (Ka-Det’ler), Sosyal Demokratlar, Sosyalist Devrimciler ve Oktobristler gibi bir dizi siyasal partinin sıfırdan sahneye çıkması. İşçi örgütleri: bir daha görülmeyecek bir özerk sendikalaşma dalgasının, sadece Kasım ayında ve sadece Moskova ile St. Petersburg kentlerinde, 130 kadar sendikanın âdetâ yerden bitivermesine tanık olması.
(2) Belki, 1917’nin “Şubat” ve “Ekim” devrimleri arası: Malûm; eski takvimde Şubat, yeni takvimde Mart başları; eski takvimde Ekim, yeni takvimde Kasım başları. Her neyse. İşin özü şu: 8-16 Mart’taki, 1905’te kaldıkları yerden devam ediyormuş izlenimini veren kitle hareketlerinin ardından, Çar II. Nikola’nın bu sefer tahttan feragat etmesiyle birlikte 304 yıllık Romanov hanedanının sona ermesi ve ilkin Prens Lvov önderliğindeki bir Geçici Hükümetin kurulmasını izleyen, henüz yeni bir otorite ilkesinin teşekkül etmediği, bir diğer büyük ve uğultulu çalkantı aşama.
(3) Belki, Sovyet Komünist Partisi’nin 20. Kongre’sini izleyen kısmî “Stalinsizleşme” (de-Stalinisation) süreci: Stalin’in 1953’te ölmesinin ardından, 1953-1955 arasındaki iktidar mücadelelerinde adım adım yükselip Beria ve Malenkov gibi rakiplerini tasfiye eden, Molotov’un ise dış politika tekelini önemli ölçüde kırıp gerileten Kruşçev’in, 14 Şubat 1956’da başlayan 20. Kongre’nin sırf Sovyet delegelerine açık olan bir oturumunda, 25 Şubat’ta verdiği (okuduğu) “Gizli Nutuk”la, Stalin’in suçlarını ve etrafındaki kişiye tapma kültünü dört saat boyunca tek tek açıklaması, lânetlemesi ve yerle bir etmesinin ardından, gerek Sovyetler Birliği’nde ve gerekse bütün uluslararası komünist harekette meydana gelen muazzam sarsıntı ve çatırtının, hiç olmazsa bir süre, göreli liberalleşme adımlarını beraberinde getirmesi.
(4) Belki, 1985-1990’da Gorbaçov’un estirdiği rüzgâr: glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma) politikaları; aynen 1905 ve 1917’de olduğu gibi, öncelikle fikir ve yayın hayatında, her şeyin konuşulabilir ve yazılabilir olduğu büyük bir tartışma hürriyeti; diktatörlüğün merkezden felce uğraması ve çözülmeye başlaması; “Brejnev doktrini” diye bir şeyin kalmadığının, yani Sovyet ordusunun bir daha gelip herşeyi ve herkesi dümdüz etmeyeceğinin anlaşılmasıyla, ayaklanmanın çepere, gerek Doğu Avrupa’ya ve gerekse Rusya dışındaki “federe cumhuriyet”lere (İç Asya ve Kafkasya’ya) sıçraması.
(5) Belki, Yeltsin’in (Gorbaçov’la örtüşen) yükseliş yılları: Özgürlük ve demokrasi arayışını, partinin kontrolündeki (ve öyle kalacağı umulan), dolayısıyla toplumun şüpheyle baktığı bir süreçten, parti dışına ve partisizliğe taşıması. (a) 10 Eylül 1987’de Gorbaçov’a yazdığı mektupla, SSCB tarihinde ilk defa, gönüllü olarak Politbüro’dan istifa etmesi; (b) 27 Ekim’deki SBKP Merkez Komitesi toplantısında, tek bir MK üyesinin kendisini desteklememesi pahasına, istifasını aleniyete dökerken bir de üstelik lidere misli menendi görülmemiş bir dille meydan okuması. Bu suretle (c) alışkanlıkların bağlılık ve bağımlılık zincirini kırması ve dört yıl boyunca adım adım, paertiden değil halkın sevgisinden “el aldığı” kendi özerk muhalefet tabanını inşa etmesi. (d) Gerici restorasyonistlerin 18 Ağustos 1989’daki darbe girişimi karşısında, Sovyet “Beyaz Saray”ına gelip bir tankın üzerine çıkarak darbecilere meydan okuması ve halkı direnişe çağırması. (e) 8 Ekim 1991’de Belovezhskaya Puşça’da (dönemin Ukrayna devlet başkanı) Leonid Kravçuk ve (dönemin Belarus lideri) Stanislav Şuşkeviç’le buluşup, Sovyetler Birliği’ni lağvetme kararını almaları. Bütün bu süreçte kitle desteğinin Gorbaçov’dan Yeltsin’e akması.
Bu kadar işte; hepsi bu: altı yıl (Gorbaçov ve Yeltsin) + kesin tarifi zorsa da en fazla iki üç yıl (Kruşçev) + sekiz ay (1917) artı altı hafta (1905) en fazla, çok parçalı bir dokuz on yıl ediyor, 20. yüzyıl Rusya ve Sovyetler Birliği ve tekrar Rusya tarihinin orasına burasına dağılmış. Bir, sırf nicel boyutlarıyla, âşikâr ki güçlü bir demokrasi geleneğinin oluşmasına, dolayısıyla demokrat hayat ve kariyerlerin vücut bulmasına yeterli değil. İki, nitel açıdan da hepsi güdük; gerçekten olgun ve bütüncül demokratik yaşam örneklerinden çok, olsa olsa demokrasinin bazı kritik boyutlarının yeşermesinden, ya da öncesi ve sonrasıyla mukayese içinde görece demokratik damarlar içermelerinden söz edilebilir. Üç, anti-demokrasi esas, demokrasi istisna. Diyelim ki askerî darbeler veya başka diktatörlük uygulamaları, güdük de olsa bir demokrasinin olağan akışı içinde “ara dönem”lerdir. 20. yüzyıl Rus ve Sovyet tarihinde ise gelip geçici demokratikleşmeler, otokrasinin veya diktatörlüğün “ara dönem”lerini oluşturuyor.
Dört, bir de sonrası var bu göreli ve geçici demokratikleşmelerin. Nasıl sona erdiler? Yerlerini ne aldı? İşin burası da ilginç (ve bazı evrensel tarih derslerini de barındırıyor).