Yukarılara bakmamanın farklı bir formunu Esed rejiminin Suriye toplumuna dayatmış olduğu yasaklarda yaşadık ve bunun en kristalize halini Tedmur Hapishanesi’nde bizzat kendim deneyimledim.
O korkunç yere adımınızı ilk attığınız andan itibaren, nasip olursa çıktığınız ana kadar başınız hep yerde olacak ve gözleriniz de kapalı. Uymazsanız eğer, şiddet kullanarak uymanız sağlanacaktır. Bu baş eğme eylemi hapishanenin birinci kuralıydı.
(Bu hapishane siyasi muhaliflere ve asker kaçaklarına ayrılmıştı. 1980 yılının Haziran ayında, Beşşar Esed’in amcası Rıfat Esed komutasındaki ‘Seraya Eldifaa’ adlı militarist yapının bir birliği helikopterlerle hapishaneye inip koğuşlara girerek, sayıları tam olarak bilinmeyen yüzlerce mahpusu ateş açarak öldürdü. Bu olay resmi olmayan tarihe ‘Tedmur Hapishanesi Katliamı’ olarak girdi. Hapishane 2000 yılında ‘hizmetten’ çıkarıldı, Mayıs 2015’te DAEŞ militanları tarafından kundaklanarak yıkıldı.)
Yıllar boyu hapishanenin ‘kamusal alanı’ olan bahçede boynu eğik, gözleri kapalı halde volta atan mahpuslar, acaba oradan kurtulduktan sonra başlarını, fiziksel ve ruhsal anlamda kaldırabilecekler miydi?
Bu sorunun cevabını alma fırsatım olmuştu. Ben ve başka arkadaşlarımdan oluşan onlarca siyasi muhalif, daha önce Halep Hapishanesi’nin siyasi tutuklular bölümünde süresi belli olmayan yıllarımızı harcamıştık.
Bir gün oraya Tedmur Hapishanesi’nden 15 genç insan getirildi. Bunlar 1980 yılında tutuklandıklarında 18 yaşın altında çocuklardı. Ve yaş nedeniyle idamdan kurtulmuşlardı. Tedmur’da askeri meydan mahkemelerinde aldıkları hüküm süreleri sona erince, anında salıvermek yerine Halep Hapishanesi’ne getirilmişlerdi.
Bizi şaşırtan husus o gençlerin bahçede boyun eğerek volta atmalarıydı. Nedenini sorduğumuzda, Tedmur Hapishanesi’nde bunun zorunlu olduğunu söylediler. Bizim hapishanemizde öyle bir kural olmamasına rağmen haftalarca o kurala kendiliklerinden uymayı sürdürmüşlerdi. Yıllar sonra bizlerden bazılarımız da o cehenneme sürülecek ve boynumuzu eğerek dolaşacaktık. Bu uygulamanın hedefinin insan onurunu kırmak, korkuyu iliklerinde hissetmeyi sağlamak olduğu açık. Kalıcı etkileri ise kişiden kişiye değişir. Orada uygulanan günlük işkenceyi saymıyorum bile.
2011’de patlayan halk ayaklanmasıyla Suriye toplumu o boyun eğme kuralını ve korku atmosferini topyekûn yıkmayı başardı, Türkçe deyişle ‘başkaldırdı’. Zaten yukarıya bakmak, bir anlamda yüksek yerlere ulaşmanın hayalini kurmak ise, diğer anlamıyla da otoriteye karşı başkaldırmaktır.
Rejim karşıtı sivil gösterilerde çoğunluk Esed rejimi hapishanelerini, özellikle de Tedmur cehennemini deneyimlememiş, hatta hiç duymamış genç kuşaklardan oluşuyordu. Biz eski tüfekler ise kalplerimizle ve sözlerimizle katılsak da reel olarak katılmakta biraz daha geç davrandık diyebilirim. Biz derken genel olarak eski muhalefeti kastediyorum.
Don’t Look Up!
Bütün bunları aklıma getiren, yönetmen Adam McKay’in ‘Don’t Look Up’ isimli filmi. Gerçi film ne bir hapishaneden, ne bir despot rejimden bahsediyor, ama sonuçta siyasi iktidar (ABD başkanı) halka yukarıya bakmamasını telkin ediyor, gerçeği, gittikçe yaklaşan felaketi görmesini önlemek için.
Siyasi iktidarın tutumu bu iken filmde yer alan başka figürler nasıl davranıyor?
Geniş bir izleyici kitlesine sahip bir tv programının sunucuları, yerküreye yaklaşmakta olan kuyruklu yıldız felaketini bir eğlence malzemesi olarak değerlendiriyor… Teknoloji şirketi CEO’su fırsatı paraya çevirmek derdinde ve ABD başkanının bilim adamlarının tavsiyesi doğrultusunda kuyruklu yıldızı dünyaya ulaşamadan parçalama kararını, şirketinin çıkarları yararına değiştirmeyi başarıyor… Halk ise aynı magazin dalgasıyla karşılıyor farkında olmadığı, olmayı da reddettiği yaklaşan felaketi.
Alper Görmüş, Serbestiyet’te yayımlanan yazısında detaylı anlatmıştı, tekrar etmek istemiyorum.
Don’t Look Up, komedi formunda sunulmuş bir bilim kurgu/felaket filmi olsa da, aslında günümüz dünyasını yansıtan oldukça gerçekçi bir sanatsal yapıt. Güç sahiplerinin akıl dışı davranışlarını gözler önüne sermeyi başarmış bir film. Bugünkü dünyamız, dünyamızın insanları bu kadar akılsızca davranıyorsa, yaklaşan felaketleri görmeyi reddediyorsa, bunu ancak bir gerçeküstü ironik kurguyla anlatabiliriz.