Bundan neredeyse tam olarak üç yıl önce 5 Temmuz 2017 günü Türkiye bir ‘uçurum’dan dönmüştü:
“Uçurumdan döndük, al sana belge: Büyükada’daki kaos toplantısıyla ilgili korkunç belgelere ulaşıldı. Gözü dönmüş ajanların Türkiye’deki piyonlarını kullanarak yaptıkları alçak planlar deşifre oldu. Terör örgütlerinin CHP ve HDP tabanlarını kullanarak sokak darbesi yapmayı amaçladıkları ortaya çıktı.”
Polis, Büyükada’da bir oteldeki toplantıyı basmış, ikisi yabancı 10 kişi gözaltına alınmıştı.
Peki kimdi bu gözaltına alınanlar?
Yine o günlerin gazetelerinden okumaya devam edelim:
“Büyükada’da suçüstü yakalanan ajanların şok eden bağlantıları. Kaos timinin kirli ilişkileri ortaya çıktı.”
“Büyükada’daki kaos toplantısına katılan şüphelilerin üzerinden çıkan dijital verilerin deşifre edilmesinden sonra uluslararası karanlık toplantının hükümeti devirmek için yaptığı planların etayları ortaya çıkıyor. “
Hangi ülkenin casusları olduğu konusunda ise kafalar biraz karışıktı:
“Büyükada’da İngiliz parmağı. İnsan hakları savunuculuğu görüntüsü altında Gezi benzeri kalkışma planlanan Büyükada’daki ihanet buluşmasının ardından ABD’nin CIA ve İngiltere’nin MI6 örgütleri çıktı.”
“Casuslara Alman çipi… Büyükada’da tutuklanan Alman vatandaşının ifadesine Akşam ulaştı: Telefonumuzdaki program sayesinde konsolosluk bizi adım adım izliyor.”
Gazetelere göre casuslar suçüstü yakalanmıştı:
“Büyükada’dakiler önlerine açılmış büyük bir Türkiye haritası üzerinde kaos planı yaparken yakalandı”.
Her gün casusların korkunç planlarıyla ilgili yeni ayrıntılar ortaya çıkıyordu:
“İşte zaman ayarlı kaos planı. Büyükada’daki toplantıya dair kan donduran detaylara her geçen gün yenileri ekleniyor. O masada yapılan plana göre kaosun fitili 24 Temmuz’da ateşlenecek, HDP ve CHP’den destek alınarak sokaklar karıştırılacak, bir büyük banka ve fabrika üzerinden ekonomiye operasyon çekilecekti.”
“Alman Konsolosluğunun Türkiye’de başlatılacak ayaklanmanın hazırlığını safha safha izlediği ortaya çıktı”.
“Büyükada’daki toplantıda yakalanan Uluslararası Af Örgütünün Türkiye direktörünün üzerinden kaos planına nasıl hazırlandıklarını gösteren dilekçe çıktı. Güney Kore’nin Ankara Büyükelçiliğine gönderdiği dilekçede, yeni Gezi planının her ayrıntısının düşünüldüğü ortaya çıktı”
O günlerde yaşanan her olay Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşünden, herhangi bir protestoya kadar her şey Büyükada’daki casusların planlarına bağlanmıştı:
“CHP lideri Kılıçdaroğlu İstanbul’a yaklaşırken, sinsi plan deşifre oldu. Büyükada’da gözaltına alınan 11 kişinin, yeni Gezi provokasyonuna hazırlandığı belirlendi.”
“Kadıköy’de bir grup kadın durup dururken “Kıyafetime dokunma” diyerek sokaklara çıktı… Maçka parkındaki güvenlikçi, kıyafetinden dolayı bir kadına saldırdı. Siverek’te ise sakallı, cüppeli biri Atatürk heykelini kırmaya çalıştı. Büyükada’da yakalanan ajanların planları tıkır tıkır işliyor.”
“Büyükada planını işletiyorlar. Diyarbakır’daki eylemle sokakları karıştırmayı başaramayan HDP Büyükada planını devreye soktu.”
Nihayet tartışmalara Cumhurbaşkanı da dahil oldu:
“Söyledikleriniz Büyükada’da niye toplanmıştı? Onlar adeta 15 Temmuz’un devamı niteliğinde bir toplantı için bir araya gelmişlerdir. “
Günlerce medyada devam eden bu iri iddialarla gözaltına alınan 10 kişiden sekizi tutuklandı.
Peki neydi bu toplantı ve kimler katılmıştı?
Aslında casus toplantısı denilen yarım asırdır Türkiye’de de faaliyette Uluslararası Af Örgütü ve 1993’de Türkiye’de bir grup aydın tarafından kurulmuş Yurttaşlar Derneğinin organize ettiği “Bilgi teknolojileri üzerine kapasite geliştirme” adlı bir seminerdi.
Seminer, Nisan 2017’de Türkiye’deki insan hakları kuruluşlarının Antalya’da düzenlediği yıllık toplantıda yapılması planlanan iç eğitimlerden biriydi. Resmi kurumların ve şirketlerin sık sık yaptığı veri güvenliği ve stresle baş etme gibi konulardaki semineri vermek üzere daha önce de Türkiye’de eğitimler vermiş İsveçli Ali Gharavi ve Alman Peter Steudtner eğitimci olarak davet edilmişlerdi.
Peki “Önlerine açılmış büyük bir Türkiye haritası üzerinde kaos planı yaparken yakalanan” seminerin katılımcıları kimlerdi?
İdil Eser Uluslararası Af Örgütünün Türkiye Direktörüydü. 1960’ların başında kurulmuş Af Örgütü, dünyada siyasi tutuklular için kampanyalar yapan uluslararası bir sivil toplum örgütüydü. Yarım asırdır Türkiye’de serbest bırakılması için kampanyalar yaptığı siyasi tutuklular arasında 27 Mayıs darbesinin hapse attığı Celal Bayar’dan, 28 Şubat’ın hapse attığı Recep Tayyip Erdoğan’a kadar her fikirden isimler vardı.
İlknur Üstün Kadın Adayları Destekleme Derneği, Kadınlar Birliği, Başkent Kadın Platformu, KAMER ve Mor Çatı gibi büyük kadın örgütlerinin üyesi olduğu Kadın Koalisyonunun koordinatörüydü, yıllarca kadınların siyasetteki temsili kampanyalarında öncü rol oynamış, AK Partili mevcut kadın milletvekillerinin de yakından tanıdığı bir isimdi.
Nalan Erkem insan hakları davalarında tanınmış bir avukattı. Özlem Dalkıran, Uluslararası Af Örgütü, Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Hrant Dink Vakfının kuruluşlarında yer almış yine adı bilinen bir sivil toplum aktivistiydi.
Günal Kurşun, İnsan Hakları Gündemi Derneğinin başkanlığını yapan bir ceza hukuku doçentiydi. Veli Acu, BM’nin Türkiye’deki Suriyeli mültecilere yönelik projelerinin profesyonel bir çalışanıydı. Nejat Taştan, Eşit Haklar İzleme Derneğinin koordinatörüydü. Şeyhmuz Özbekli, Mazlumder’den ayrılan isimlerin kurduğu Hak İnisiyatifinden Diyarbakırlı genç bir avukattı.
Benzerleri defalarca yapılmış seminere katılmak için Büyükada’da başka müşterilerin de olduğu havuzlu otele yerleşen katılımcılar, Instagram hesaplarından otelden fotolar paylaşacak kadar rahattı. Seminerin üçüncü günü yine havuza bakan seminer odasında bir araya gelmişlerdi. Baskını yapan polisin tutanağında yazdığı gibi, bu “gizli kaos” planlarının yapıldığı seminer odasının kapısı bile açıktı.
Hatırlayanlar olacaktır, masaya açıldığı söylenen Türkiye’yi bölme haritasından, toplantıya katılanlara takılan Alman çipine kadar o günlerde gazetelerde ileri sürülen iddialarla ilgili bu köşede üst üste yazılar çıkmıştı.
Peki, sonra ne oldu?
Tutuklananlar arasında Alman Peter Steudtner ve İsveçli Ali Gharavi’nin olması Almanya ve İsveç’i ayağa kaldırdı. Uluslararası Af Örgütü, bütün dünyada bu tutuklamalara karşı kampanya başlattı.
Üç ay tutuklu kaldılar, üç ay sonra iddianame yazıldı.
İddianame çıkınca görüldü ki günlerce ileri sürülen bütün casusluk, 15 Temmuz, yeni Gezi, kaos planı iddiaları tuz buz olmuştu. Sanıklar hakkında casusluk, kaos planı çıkarmak, hükümeti devirmeye çalışmaktan değil, “silahlı terör örgütüne üye olma” ve “silahlı terör örgütüne yardım etme” suçlarından ceza isteniyordu. Bu suçlamalar için gösterilen deliller ise tutuklanmalarına neden olan Büyükada’daki toplantıyla ilgisizdi, gözaltına alınırken el konan cep telefonları ve bilgisayarlarından bulunanlardan derlenmişti.
Yani Büyükada’da kaos planları yapan casuslar diye tutuklanmışlar ama oradan bir şey çıkmayınca bu kez de cep telefonlarından, bilgisayarlarından aleyhlerine deliller bulunmaya çalışılmıştı.
Whatsapp’larındaki bir yazışma, mail’lerindeki bir mesaj, foto albümlerindeki bir ‘caps’ iddianamede terör örgütlerine yardım ve üyelik suçlamasına delil oluvermişti.
Peki, hangi örgütlere üye olmak ve yardım etmekle suçlanıyorlardı?
Harf sırasına göre; DHKP-C, FETÖ/PDY ve PKK/KCK.
İddianamenin girişindeki paragrafta bu tuhaf yardım şöyle tarif edilmişti:
“Toplantıya katılan şüphelilerin cebir, şiddet ve diğer hukuk dışı yöntemleri kullanarak devlet otoritesini baskı altına almayı, zaafa uğratmayı, yönlendirmeyi, alternatif bir otorite olarak ortaya çıkmayı, devlet otoritesini ele geçirmeyi, sonuç olarak demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni sona erdirerek yerine örgüt lideri Fetullah GÜLEN (GÜLEN)’in kendi doktrinlerine göre saptırılmış şer’i yasaların hakim olduğu teokratik bir devlet kurmayı hedefleyen FETÖ/PDY, amacı ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini de içine alacak bir şekilde; Suriye, İran ve Irak toprakları üzerinde “Kürdistan” olarak adlandırdıkları bölgede, Marksist -Leninist ilkeler doğrultusunda, sözde bağımsız- birleşik- demokratik bir Kürdistan Devleti kurmak olan PKK/KCK ve amacı amacı mevcut anayasal düzeni silahlı halk ayaklanması ile yıkarak, yerine Marksist-Leninist ilkelere dayalı komünist bir düzen kurmak olan DHKP/C’den ibaret farklı ideolojilere sahip olsalar da Gezi Parkı eylemleri gibi şiddet içeren ve devletimiz Anayasal düzenini tehdit eden olaylarda ve ilerleyen zamanlarda kamuoyunda “17/25 Aralık Soruşturmaları” adıyla bilinen sözde yolsuzluk soruşturması sürecinde stratejik ortaklık yaptıkları aşikar olan terör örgütlerine mensup şahıslarla ve ülkemiz Anayasal düzeni aleyhine faaliyet yürüten kurum ve kuruluşlarla ilişki ve irtibatlarının bulunduğu.”
Casusluk ve kaos planıyla ilgili günlerce yazılıp çizilen bütün iddialara ise, iddianamede herhangi bir suçlamaya bağlanmadan arka plan dekoru olarak yer verilmişti.
Üç ay tutuklu kaldıktan sonra mahkeme önüne çıkarıldılar.
Büyükada’daki toplantıya katılmamış, önce ‘ByLock’ iddiasıyla tutuklanmış ama daha sonra bu davanın sanıkları arasına sokulmuş Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Başkanı Taner Kılıç dışındaki tüm sanıklar hakkında tahliye kararı verildi.
Günlerce ileri sürülen onca büyük iddiadan sonra mahkemenin ilk celsesinde tahliye kararı gelmişti.
Türkiye hukuk standartlarının üstündeki bu mucizevi adli kararın arkasında tutuklu sanıklar içinde bir Alman ve bir İsveç vatandaşının bulunması vardı.
Halbuki tutuklamaya gerekçe gösterilen bütün kaos planı, casusluk iddialarının merkezinde de ikisi vardı. İkisini çıkarınca geriye ne casusluk, ne dış güçler, ne kaos planı kalıyordu.
Ama mahkeme Peter Steudtner ve Ali Gharavi hakkında yurtdışı çıkış yasağına bile gerek görmeden tahliye kararı vermişti. İki isim de ertesi gün havalimanına gidip, ellerini kollarını sallayarak Türkiye’den ayrılmışlardı.
Herkes zannetti ki, dava burada bitecek. Alman ve İsveç hükümetlerinin bastırmasıyla gelen bu adalet, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan sanıkların da işine yarayacak.
Ama öyle olmadı.
Türk milleti adına karar veren adalet, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına karşı o kadar adil olamadı.
Dava üç yıl boyunca dava devam etti.
Nihayet karar dün açıklandı.
Büyükada’da casus toplantısı iddialarının merkezindeki Alman Peter Steudtner ve İsveçli Ali Gharavi ile birlikte beş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sanık beraat etti.
Ama Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Onursal Başkanı Taner Kılıç’a ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ suçlamasından 6 yıl 3 ay, seminerin katılımcılarından Günal Kurşun, İdil Eser, Özlem Dalkıran’a ‘örgüte yardım’ suçlamalarından 1 yıl 13 ay hapis cezası verildi.
FETÖ ile hasım olan Nurcu Kürt cemaati Zehra Grubu kökenli, mülteci hakları konusunda tanınmış İzmirli bir avukat olan Taner Kılıç’ın telefonunda ‘ByLock’ olmadığı mahkeme sırasında iki bilirkişi raporuyla ortaya konmuştu, buna dayanarak hakkında mahkeme tahliye kararı da vermişti ama günün sonunda savcılığın ispat edemediği, içeriğini gösteremediği ‘ByLock’ iddiası hakkında verilen terör örgütü üyeliği, mahkumiyetinin delili olabildi.
Bütün dünyada 50 yıldır şiddete karşı çıkan Uluslararası Af Örgütünün Türkiye temsilcisi İdil Eser’in örgüte yardımdan ceza almasına neden olan delil ise Af Örgütünün Facebook sayfasına yazılmış bir mesaj. Takma bir adla mesajı yazan kişi PKK’lı bir doktor olduğunu, Af Örgütüne üye olmak istediğini belirtmiş. Bu mesajı okuyan Af Örgütünün iletişimden sorumlu çalışanı da bu mesajın ‘caps’ininİdil Eser’e göndermiş. Bu ‘caps’, Büyükada’da casusluktan gözaltına alınırken el konan telefonundan çıkınca, olmuş terör örgütüne yardım delili.
Özlem Dalkıran’ın terör örgütüne yardımdan ceza almasına gösterilen deliller de Büyükada’daki toplantıyla ilgisiz. Hakkında daha sonra yapılan MASAK raporunda Roboski Derneğine 250 TL, kapatılan Rojava Derneğine ‘gıda desteği’ için notuyla 350 TL ve ‘Iraklılar için’ diye de birine 200 TL gönderdiği tespit edilmiş. Bankadaki hesabından yaptığı bu yardımlarla terör örgütüne yardım etmiş olmuş.
Yine terör örgütüne yardımdan ceza alan Doç. Günal Kurşun’un suçu da Feza Gazetecilikten 2016 yılında 7200 TL almak. Çünkü Todays Zaman gazetesi yazarıymış. Diğer suçları da aynı dernekte çalıştıkları, hakkında FETÖ’den dava olan Orhan Kemal Cengiz’e para göndermek, KHK’yla kapatılan bir dernekten 500 TL telif ücreti almak.
İşte üç yıl önce “Uçurumdan döndük” manşetleriyle verilen, bölünmüş Türkiye haritası üzerine kaos planlarını konuşurken suçüstü yakalanmış casuslar soruşturmasının sonu…
Günün sonunda casusluk iddialarının merkezindeki iki yabancı ülkelerine döndü, beraat etti ama geride kalan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları üç yıl mahkemelerde süründürüldü, dördü hakkında ise hayatları dip köşe aranıp suçlar bulundu ve cezalar verildi.
Türkiye’yi, her fırsatta Batı’ya meydan okuyan, muhaliflerini vatan hainliğiyle suçlayan, herkesin vatanseverliğini sorgulayan, yerli ve milli bir iktidar koalisyonu yönetiyor.
Ama böyle bir iktidarın yönettiği Türkiye’de, arkasına Almanya’yı, İsveç’i alan sanıklar için çalışan adalet, arkasında kimsesi olmayan sahipsiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için çalışmıyor.
Altında Merkel, Trump’ın imzaları olan “Hamili kart yakinimdir” kartvizitleri ile beraat kararı veren mahkemelerde Türkiye Cumhuriyeti nüfus kağıtları geçmiyor.
Vatanı düşmanlara karşı korumaya azmetmiş adliyelerde yabancılara karşı batılı standartlarda çalışan hukuk, bu ülkenin insanlarına “Şimdi o kadar büyük laflarla dava açtık, hepinizi beraat ettirsek olmaz” gibi yerli ve milli hukuk standartlarını uyguluyor.
Galiba buna en son diyebileceğimiz şey yerlilik, millilik, vatanseverlik veya milliyetçilik olur..