İlk kez 2002 yılında Çin Halk Cumhuriyeti devlet bursuyla gittiğim, o zaman dahi devasa bir metropol olan, Uzun Nehir kıyısındaki Wuhan kenti şu anda corona virüsünün neden olduğu grip salgını yüzünden karantina altında. Salgın Çin’de halihazırda 80’in üzerinde insanın canını almış durumda ve dünyanın başka yerlerine de yayılıyor. Corona virüsünün etrafını saran egzotik hare (çünkü Çin’den gelen her şey tuhaf, değişik ve hafif korkutucudur) ve abartılı panik havası, bana vaktiyle medyanın “gizemli zatürre” adını taktığı SARS salgınını hatırlattı. Çin’de SARS virüsünün yayılıp büyük bir krize dönüştüğü 2003 yılında Wuhan Merkez Normal Üniversitesi’nde her sabah Çince dersine giren, öğleden sonraları ise kütüphanede teziyle ilgili kitap dergi karıştıran bir yüksek lisans öğrencisiydim. O dönem Türkiye’de bir gazetede yayınlanması ümidiyle şu yazıyı kaleme almışım:
***
Kasım ayında Çin’in özellikle güney kesiminde kol gezmekte olan bulaşıcı bir akciğer hastalığından söz edilmekteydi, fazla kulak asmadık. Aralık’ta bu hastalığın birkaç kişinin ölümüne yol açtıktan sonra etkisiz hale getirildiği söylendi, inandık. İki üç sene evvel Türkiye’ye de uğrayan Çin gribini anımsayıp “demek ki” dedik, “Çin, arada bir dünyaya enteresan hastalıklar armağan eden bir ülke.” Mart’ta ise işler ciddileşmeye başladı. Hastalığa sebep olan virüsün yeni oluşu, nasıl bulaştığının tam olarak bilinmemesi ve antikorunun olmaması işe bambaşka bir boyut kattı ve nihayetinde medya kendisine çok-satar bir isim buldu: gizemli zatürre. Paniğin kuluçka evresi, hastalığın sadece Çin’de değil, Kanada’da ve Fransa’da da görüldüğü anlaşıldıktan sonra bitti; Dünya Sağlık Örgütü SARS’a sahip çıktı ve medya Çin’in üzerine fena gelmeye başladı. Nisan ayı boyunca CCTV (Çin TRT’si) hastalığın yayılmakta olduğunu uzun süre gizleyen Çin devlet erkanını azarlayan yabancı basın mensuplarını gösterdi…
Küresel medyanın çığlığı: Kill China!
Çin, 1978’den bu yana sürmekte olan dışa açılma reformları çerçevesinde ülkeyi yabancı yatırımcılar için bir yeryüzü cenneti haline getirmeye çalışıyor. Burada “yabancı” hem dış yatırım, hem de kapitalizmin henüz bakir sayılabileceği bu topraklara işletme kültürünü getirecek insan kaynağı anlamına geliyor. Çin devletinin Kasım’dan Mart’a kadarki uzun sessizliğinin nedeni, bu virüsün, ülkeye on yıldan fazladır süren yabancı işadamı, turist ve öğrenci akınını sekteye uğratacağını hesap etmiş oluşunda yatıyor. Nisan ayında Çin devleti de SARS’ı tamamen kontrol altına aldığı iddiasının uluslararası güvenilirliği açısından uzun vadede daha zararlı olacağını anlayıp bu iddiayı terk etti. Sağlık Bakanını görevden aldı; işçi bayramı tatilini iptal etti; Beijing’deki birçok hastaneyi SARS hastalarına ayırdı; hastalığa yakalanan fakir fukaranın hastane masraflarını devlet güvencesine aldı; sağı solu dezenfekte etmeye başladı…Bugünlerde televizyonlarda halka moral vermek için bestelenen “SARS’ı yeneceğiz” şarkıları, fedakar sağlık personeliyle yapılan röportajlar –ki gerçekten de hastalığın en büyük risk grubunu oluşturuyorlar- ve küçük çocukların okudukları “SARS karşıtı” şiirler yer alıyor. Velhasıl bir devlet bulaşıcı bir hastalığa karşı ne kadar seferber olabilirse Çin o kadar olmuş durumda. Gelin görün ki devlet işleri ne kadar sıkı tuttuysa dünya basını o kadar cazgırlaştı: Çin dünya çapında adeta kara listeye alındı; psikolojik karantina altında tutuldu; dünya vatandaşlarının Çin mallarından imtina etmesi özendirildi…Türkiye’deki tekstilcilerin dahi sevinç çığlıkları attığını işitiyoruz. Küresel rekabet şartlarında zorlanan tekstilcilerimiz SARS gibi bir musibetten medet umuyorlar demek…
Vaka istatistiklerinde yer almamasına rağmen Wuhan şehrinde de önlemler alındı. Çin –özellikle ülkenin nüfusu ve genişliği düşünülecek olursa- organize olmak konusunda oldukça becerikli bir ülke. Seferberlik hallerinde otoriter yönetimlerin böyle bir avantajları var elbette. Yine de aklımıza hemen gelebilecek “hem otoriter, hem el çabukluğu eksik” diğer bazı örneklerle kıyaslandığında Çin’in hakkını teslim etmemiz gerekiyor. Paniğin en sıcak olduğu dönemde üniversite yetkilileri tarafından bizlere birer sabun, birer derece, birer maske dağıtıldı. Her gün öğrenci yurduna telefon ederek sağlık durumumuzu soran ve sonucu rapor eden bir hocamız vardı. Bugünlerde genel hijyen standartlarının altında faaliyet gösteren restoranlar –ki azımsanmayacak bir sayı söz konusu- birer birer kapatılıyor. Yakın zamana kadar otobüslerde, sokaklarda yere tüküren ve herhangi bir tepkiyle karşılaşmayan Çinliler artik yüklü bir ceza ödemek durumunda. Velhasıl SARS orta vadede Çin’in hijyen standartlarını yukarıya çekecek gibi gözüküyor.
Çin’de TV’lerin ve gazetelerin kontrol altında tutulması sebebiyle her gün kulaktan kulağa birçok haber yayılıyor. Ölüm rakamlarının az gösterildiğinden tutun da, virüsün genetik mühendisliği ürünü olup dünya nüfusunu azaltmak amacıyla denendiğine, bu işi CIA’in Çin’in ekonomisini çökertmek için -Guangzhou ve Beijing gibi önemli şehirleri özellikle üs alarak- peydahladığına kadar her tür komplo teorisi mevcut. Kulağa tuhaf gelebilir ama her şeye rağmen dünyada SARS paniğinin en alt düzeyde olduğu yer Çin gibi gözüküyor. Çinliler bu işe (biraz da “başa gelen çekilir” diyor olsalar gerek) dünyanın geri kalanına –özellikle de henüz tek bir vaka bile görülmeyen Türkiye’ye göre- çok daha serinkanlı yaklaşıyor. Ben ise Türkiye’den gelen onlarca “hemen geri dön, çok betermiş durum orada…” konulu e-mailden sonra SARS’tan ziyade medyadan korkuyorum.
***
Dünya medyasında bugün corona virüsü etrafında yaratılan panik ve endişe ortamı kısmen Çin’in tek parti rejimine olan güvensizliği yansıtsa da, zihinlerimizde bu ülkeyi sarmaladığımız egzotik, ırkçı, basmakalıp sıfatların rolünü de göz ardı etmemek gerek. Gizemli virüsler, genetik deneyler, kabus bilim-kurgu senaryoları sanki Çin’e daha çok yakıştırılıyor; öyle olunca sanki daha çok reyting alıyor. Gelelim benim hikayemin sonuna: Ben Türkiye’den gelen telefonlara aldırmayıp Çin’deki eğitimimi tamamladım ama SARS paniği nedeniyle çok önceden aldığım uçak biletim yandı. 2003 yazında Çin’den memleketimize olan uçak seferleri tamamen durdurulmuştu ve tekrar ne zaman başlayacağı da belli değildi. Neyse ki, panik havasına o denli kapılmayan bir Rus havayolu şirketi beni Moskova üzerinden İstanbul’a getirme inceliğini gösterdi. Havada SARS’tan değil ama buram buram Sovyetler Birliği kokan bu eski uçağın gıcırdayan kanatlarından çok korktum. Tabii Wuhan’dan havaalanının olduğu Beijing’e giden trene binerken alnıma tutulan infraredli ateş ölçer 37 dereceden fazla gösterirse diye de. Sanırım en son İstanbul’a indikten sonra Çin’den geldiğimi bilen Sağlık Bakanlığı yetkilileri beni ihtiyaten karantinaya alır diye korktum. Gerçi sonradan beni kolaçan eden birkaç telefon etmediler değil. Tuhaf bir salgının kol gezdiği bu egzotik ülkeden gelen gizemli kızı merak etmişlerdi herhalde…