Ana SayfaYazarlarSeçim beyannameleri ve seçim sonrası

Seçim beyannameleri ve seçim sonrası

AKP kurulduğu günden beri ilk defa, seçim öncesi beyannamesini nasıl olsa tekrar tek başına iktidar olacağı bir seçime göre değil, seçmeni ikna ederse iktidar olacağı düşüncesiyle hazırladı. Buna, ciddi bir siyasi krizin mevcut olduğu ve seçmenin detaylarla değil, genel umut vaat etme potansiyeli ve diğer kronik siyasal sorunlara karşı aldığı pozisyonla karar verdiği 2002 seçimleri de dahil. Bunda 7 Haziran seçimlerinde kullanılan “onlar konuşur AK Parti yapar” sloganının, muhalefetin vaatlerinin kendi seçmeninde yarattığı olumlu algı karşısında yetersiz kalması kadar, toplumun eski seçimlerdeki toplumla aynı olmamasının da payı yüksek.  Her ne kadar muhalefetin somut vaatleri onlara ilâve bir oy getirmese de, yeni bir döneme giriliyor olması ve bu dönemin dilinde ekonominin eskiye nazaran çok daha fazla yer edineceğinin düşünülmesi, bu vaat dilinden kaçınmayı çok da mümkün kılmıyor.

 

Seçim beyannamesinin ana hatlarını muhalefet partileri gibi AKP de alt ve orta sınıfların somut beklentilerine göre yaptı.  Emekli maaşı, asgari ücret, KDV indirimleri gibi herkese dokunan vaatler, geniş toplumsal kesimlere faydası olması açısından, AKP’nin misyonuna uygun bir yaklaşım oldu. Ancak bütün bunların sürdürülebilmesi, reformlarla belirli bir noktaya gelen ekonomik yapının, bir üst sıçramayı gerçekleştirmesi için gerekli yapısal dönüşümlerle mümkün olacaktır. Bu yapısal dönüşümler de maalesef, Batılı ülkelerde olduğu gibi siyasal sorunlardan bağımsız hareket etmeye çok da fırsat tanımayacaktır. Kürt sorunu, yargı-emniyet ve diğer bürokrasi katlarında yaşanan “paralel devlet”le güç savaşı, Alevi toplumunun doğru olmasa da haklılık derecesi hiç de düşük olmayan AKP ve Erdoğan karşıtlığı gibi sorunlarla birlikte, bu yapısal-teknik reformların da siyasallaşmaktan muaf olamayacağı çok açık. Bunların üzerine bir de Suriye sorunu eklenince, AKP’nin işinin tek başına iktidar olması durumunda bile çok da kolay olmayacağı ortaya çıkıyor.

 

Burada seçim sonucunun AKP’yi tek başına iktidar yapması durumunda, ya da tek başına iktidar olamazsa CHP ile yapılacak koalisyon görüşmelerinde, AKP’nin daha önce tercih ettiği tek başına yürüme siyasetini mi, yoksa oluşan karşı-cephe düşünüldüğünde çok da kolay ikna edilemeyen muhalefeti ikna yöntemini mi izleyeceği, önemli bir tercih olacak. AKP bu tercihi karşısındaki geniş cepheye karşı alınan bir yenilgi olarak görürse, yine eski yöntemlere devam edecek.   Bu durumda, önce karşıdaki uluslararası ittifaka karşı savaşında, kırılan dökülene çok fazla bakmadan “zafere” odaklanacak. Zafer kazanması durumunda bile, tekrar tedaviye muhtaç çok sayıda sosyolojik problem ortaya çıkacak. Ancak muhalefeti iknayı esas alan alternatif stratejiyi, uluslararası Erdoğan karşıtı cephenin oyuncularını değil de, onları bu bilinçten bağımsız olarak desteklemiş geniş halk kitlelerinin iknası olarak değerlendirir ve yabancılaştırıcı bir dil kullanmadan, tüm toplum kesimleriyle mümkün olduğunca fazla diyalog kurabilirse, bu süreç orta ve uzun vadede hem AKP’yi verdiği mücadelede daha başarılı bir noktaya getirebilecek, hem de mücadelede kullanılan yöntemlerin demokratlığı, AKP kitlesini ve karşısındaki kesimleri demokratik olgunluk anlamında çok daha ileri bir noktaya taşımış olacak. 

 

Yaşadığımız siyasal mücadele süreci, sadece teorilerle yönetilemeyecek kadar, mücadelenin tarafları açısından hayati ve yıkıcı bir süreç. Ama tarihten bildiğimiz kadarıyla, bu somut durum tahlili,  mücadelenin teorisiz (iç tutarlılığı, ahlaki minimumları ve mücadele sonrası geleceğe dönük öngörüleri olan bir teorinin yokluğunda) yürütüldüğü zaman hangi vahim sonuçlara yol açabildiği gerçeğini göz ardı ettirmemeli. Edildiğinde de bedelinin bir kaç kuşak tarafından ödeneceğinin herkes bilincinde olmak zorunda.

 

- Advertisment -