Seçim sonuçları ülkemize hayırlar getirsin. Az zamanda büyük bir kampanyaya şahit olduk. Liderler Ramazan boyunca ülkeyi bir baştan bir başa katettiler. Öncesinde neredeyse bütün Güneydoğu’yu kitap imza ve konuşmalar için dolaşmış, kendimce gözlemlerde bulunmuştum. Fakat sadece İstanbul’dan küçük bir izlenimimi aktaracağım şimdilik. Anadolu yakasındaki trafiğe kapatılmış Alemdağ Caddesi’nde bütün partiler seçim stantları açtı. Cadde ışıl ışıl pankartlar, flamalar, parti bayraklarıyla doluydu.
AK Parti’de büyük coşku vardı. Yapılan bütün hayırlı icraatlar ekranlardan akıyor, muhalefetin açıkları bir bir sıralanıyordu. Kadınlar ve çocuklar Recep Tayyip Erdoğan diyor başka bir şey demiyordu. Saadet Partisi rahmetli Erbakan hocanın posterini açmıştı adam boyu. Tabii yanında Temel Karamollaoğlu. Türk bayrağı parti bayrakları vardı ama müzik eğlence yoktu. Neden sessiz olduklarını sorunca beyaz sakalı göğsüne inmiş takkeli bir beyle genç bir adam manidar biçimde sustular ilkin. Sonra genç olan bizde gürültü yok huzur var dedi. Fakat hala yönetimde gençlere inisiyatif verememişti bu gelenek ne hikmetse. İyi Parti standında balonlar uçuyor marşlar çalınıyordu. Coşkuyla Onuncu Yıl Marşı’nı söylüyordu başörtülü kadınlar, Atatürk sloganları atılıyordu. Hüdapar sessiz sakin oturan birkaç adamdan ibaretti. HDP standında beyaz tülbentli kadınlar çiğ köfte yoğuruyor, gençler iftarı bekliyordu. CHP standında ise biteviye Haluk Levent yorumuyla İzmir Marşı çalınıyordu heyecanlı taraftarların eşliğinde. “Bundan böyle düşünerek atın adımlarınızı, elbet biz de mutluluktan yana alıcaz payımızı”, şarkısı da revaçtaydı. Stantların hepsi kendi içine kapanmış gibiydi. Sanki farklı insanları ikna etmek için değil kendi seslerini duymaya, haklılıklarını birbirlerine tekrar haykırmaya gelmişler. Caddede yürüyüp giden binlerce insana ilgi duyan selam veren bir şeker tutan misal, çok azdı.
Hasbelkader bir broşür dağıtmaya çıkan olduğunda da genelde herkes benzerine uzatıyordu kağıdı. Caddedeki insanlar da gidip ötekilere bir bakayım, ne öneriyor ne vaat ediyorlar, nasıl bir iddiaları var demiyordu genel olarak, istisnaları saymıyorum. Biz birbirimizi merak etmiyoruz. Birilerinin bizim için yaptığı metalik kutucuklar kategoriler içine yerleşip övünmemiz yetip artıyor. Bir standa yaklaşıp resim çektiğimde gözlerdeki kuşkuyu görmemek mümkün değil. Ne yapabilirim ki bir resimle. Uzatılan broşürü alıp teşekkür etmek yerine reddedenler var. Kimse ötekinin uzattığı şeyi almak istemiyor kolayına. Sanki annelerimizin yabancılardan almayın diye uyardığı o zehirli bisküviden veriliyor. Çantama koyar, okur ya da okumaz sonra yine bildiğimi yaparım çok mu zor. Birbirimizi tanımak dinlemek anlamak bile istemiyoruz. Benzerlerin gettoların içindeki sahte emniyet, bireylerin biricikliğini, azınlıkların farklılıkların mültecilerin yoksunların değiştirme gücünü görmemizi engelliyor.
İnsanların küme şeklinde algılanmasına yol açan siyasi ortam geleceğimize zarar veriyor. Bireyin bu kadar kıymetsizleşmesinin önüne geçmemiz lazım. AK Partililer de emeği sermayeyi gücü iktidarı mülkiyeti linç edilmeden tartışmaya açmalı bir an evvel. Neo liberal kapitalizmin yarattığı ahlaki çürümeyi görmeden, üzerine kafa yormadan gidecek yol yok artık. Darbelere, başörtülü kadınlara yapılanlara kariyeri aile ilişkilerinin bozulması pahasına karşı durmuş insanları farklı partilere oy veriyor diye mahkum mu edeceğiz? Artık haksızlık ve hukuksuzluk sadece bize yapılınca harekete geçip başkalarına olunca umursamamanın denizi de bitti.
AK Parti’nin oyları arasında muhalefete bakıp güven duyamadığı için burada olanların sayısını azımsamamak lazım. Liderler huzur vaat ediyor fakat sahada intikam haykırışları. Siz gideceksiniz biz geleceğiz sloganları. Öte yandan betonlaşmadan, rantçılıktan, kayırmacı atamalardan, sermayeye milleti ezdirme döngüsünden, yöneticilerin kibrinden, saltanatından, israfından, liyakatin kıymetsizliğinden, küfürbaz trollerden, duyarsızlıktan, vefasızlıktan, çıkarcılıktan yakınan milyonlar var. Köşeler tutulmuş iki üniversite bitirmiş çocuklarımız iş bulamıyor diyen insanlar hiç de az değil. Birçok insan da her şeye rağmen İslam dünyasına olan duyarlılık ve umut olma yönüyle vicdanının sesini dinlemiş durumda. Muhalefetin ise mültecilere yönelik sert ve acımasız yaklaşımları ürkütücü bir hal olarak akılda kaldı.
Bir arada yaşamak istiyor muyuz? Kimse yokken karanlıkta bu soruya verdiğimiz cevap çok önemli. Gerçi olumsuz cevap verenlere bir çaremiz yok. Mümkün ve aynı zamanda mecbur olan bu mutabakata nasıl ulaşabiliriz. Hepimizi bir arada tutan kurucu değerleri el üstünde tutabilirsek, siyasal tercihi ne olursa olsun herkes ürettikleriyle anılıp ülkesine katkı verebilirse yolumuz açıktır.
Nezaketli, şiddetten ve korkulardan uzak toplumsal ve siyasal dil şifa olacaktır. Karşılıklı öğrenilmiş korkuların egemenliği aklın sağlıklı işlemesini engelleyen bir durum. Birbirimize yeniden güvenmek ve saygı göstermekten başka çaremiz yok.