Donald Trump, ABD’de ayıplanmayı göze almadan kalem oynatılamayacak ne kadar “politik doğru” varsa, tamamının üzerine yalın kılıç gitti ve buna rağmen seçimleri kazandı… Ondan önce, dün denebilecek kadar yakın bir tarihte Britanya halkı, “çağdaş liberal demokrasi” denildiğinde akla ilk gelen şey olan Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma kararı aldı; bu sonucu kimse beklemiyordu… Yarın da (gelecek yıl), Fransa seçimlerini aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin (Front National) kazanmasının ciddi bir olasılık olduğu belirtiliyor. Şâyet sonuç böyle tecelli ederse, bu sonuçlarla seçim öncesi tahminler arasında büyük ihtimalle yine uyumsuzluk olacak.
Türkiye örneği: 2007 seçimleri
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 22 Temmuz 2007 seçimlerini yüzde 46.5 gibi büyük bir farkla kazanınca, seçimlerden önce köşesinde AK Parti iktidarına güle güle partileri düzenleyen Emin Çölaşan şaşkınlığa garkolup, “Demek ki biz uzayda, başka bir gezegende yaşıyormuşuz. Türkiye’nin ve toplumun hiçbir şeyini bilmiyormuşuz!” (Hürriyet, 24 Temmuz 2007) diye özeleştiri yapmıştı. Çölaşan aynı yazıda, seçim öncesinde seçmenlerle yüzyüze temasta bulunan gazetecilerin tahminlerindeki isabetsizliği temas etmişti:
“Ankara’da gazeteci arkadaşlarımız seçim öncesinde ‘seçim toto’ oynadı. Aralarında köşe yazarları ve muhabir arkadaşlarımız vardı. Çoğu, seçimden önce pek çok il ve ilçeyi gezmiş, genel başkanları ve mitingleri izlemiş, binlerce kişiyle konuşup toplumun nabzını tutmuş, seçim tahminleri yazmış deneyimli gazetecilerdi.
“Toto sonuçlarında AKP’nin yüzde 46.5 oy alacağını, 340 milletvekili çıkaracağını öngören bir tek gazeteci yoktu… Ve dediğim gibi, bunlar siyasetin içinde yoğrulmuş deneyimli arkadaşlarımızdı.”
Çölaşan’a göre, “Neden böyle olduğu haftalarca tartışılması gereken karmaşık bir olay”dı.
Türkiye örneğinde “halkla yüz yüze temas eden” gazetecilerin ters köşeye yatmasında başlıca iki neden olduğunu düşünebiliriz:
Birincisi: Bu gazeteciler halkın eğilimlerinden çok kendi eğilimlerini (arzularını) öne çıkarmış olabilirler. (Seçim gecelerinin ilk saatlerindeki “hissedilen oy oranları” ile sonraki saatlerde ortaya çıkan gerçek oy oranlarını hatırlayın.)
İkincisi: Bu gazeteciler, görüştükleri seçmenler kendilerine ne dediyse objektif olarak onu yansıtmışlardır, fakat seçmenlerin bir kısmı, gerçek tercihlerini açıklarlarsa ayıplanacakları korkusuyla, yüzyüze görüştükleri gazetecilere gerçek tercihlerini değil, onun tam tersi yöndeki çarpıtılmış tercihlerini beyan etmişlerdir.
Bu son nokta bizi, geçtiğimiz günlerde başka bir vesileyle başvurduğum “tercih çarpıtması” kavramına getiriyor (“AK Parti’lilerin AK Parti’ye desteği mutlak mı?”, Serbestiyet, 7 Kasım).
Tercih çarpıtması: Kısa özet
“AK Parti’lilerin AK Parti’ye desteği mutlak mı?” başlıklı yazıda belirttiğim gibi:
Tercih çarpıtması kavramına ilk olarak 2003-2004 gibi bir tarihte okuduğum Prof. Timur Kuran’ın “Yalanla yaşamak: Tercih Çarpıtmasının Toplumsal Sonuçları” adlı kitabında rastlamıştım. O zamana kadar herkes gibi, bireylerin fikirlerini şu ya da bu nedenle ifade etmekten kaçınması (susması, bastırması) demek olan “otosansür”den haberdardım ama, bireylerin kendi kanaatlerini otosansürden çok daha problemli bir biçimde bastırması demek olan “tercih çarpıtması”ndan (gerçekte inandığının tam tersine inanıyor gibi yapmak) haberdar değildim.
Yani, Timur Kuran’a göre, algılanan toplumsal baskı bazen öylesine yoğunlaşabilir ki, o baskıdan kurtulmak için konuşmamak, fikrini ifade etmemek yetmeyebilir. İşte o koşullarda bireylerin bir bölümü, gerçekte karşı olduğu fikrin takipçisiymiş gibi hareket etmeye, onu yüksek sesle dile getirmeye yönelebilir.
Kişisel politik tarihimden bir örnek
Kitabı ilk okuduğumda kendi politik tarihimden bir örnek, gelip mıh gibi çakılmıştı zihnime… Geçen yazıda anmadığım, fakat tercih çarpıtmasını çok iyi anlatan bu örneği şimdi sizinle paylaşmak istiyorum:
1970’lerin ikinci yarısında solun Maoculuk varyantında “Üç Dünya Teorisi”ni kabul edip etmeme ekseninde çok keskin bir tartışma yürümekteydi. Maoculuğun dört büyük örgütünden biri olan Aydınlık hareketi Üç Dünya Teorisi’ni tavizsiz bir biçimde savunurken, öbür üç örgüt (Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği) Üç Dünya tezine çeşitli açılardan karşı çıkıyorlar fakat saflarından bu tezi benimseyip Aydınlık’a katılanları bir türlü önleyemiyorlardı. Ben de gidişi önlenemeyenlerden biriydim ve Aydınlık hareketine sonradan katılmış bir Maocu olarak kesin gözlemim şuydu: Ortaklaşa ya da tek tek yürütülen tartışma toplantılarında Üç Dünya Teorisi’ne en keskin biçimde karşı çıkanlar, öbürlerinden daha kısa bir süre içinde Aydınlık hareketine katılıyorlardı. Hatta biz zamanla buradan bir toto bile peydahlamıştık: Kim Üç Dünya Teorisi’ne karşı daha keskin bir üslup kullanıyorsa onun en önce aramıza katılacağını tahmin edebildiğimiz için sırada kimin ya da kimlerin olduğunu küçük yanılgılarla kestirebiliyorduk.
Tercih çarpıtması kavramından o zamanlar haberdar olsaydım, olan biteni kavramsal olarak da ifade edebilecek, şöyle diyebilecektim: Bu kişiler, yavaş yavaş Üç Dünya Teorisi’ni kabule yaklaştıklarının örgüt arkadaşları tarafından anlaşılacağı kuşkusuyla tercihlerini çarpıtmakta ve gerçek fikirlerinin tam tersini savunuyorlarmış pozlarında gürültülü bir gösteri sergilemektedirler.
Post modern çağ seçimlerinin alâmet-i fârikası…
Seçim tahminleriyle gerçek sonuçlar arasındaki uyumsuzluk, post modern çağ seçimlerinin alâmet-i fârikalarından biri olmaya başladı… Modern çağda “bilimsel” anketlerle gerçek sonuçlar arasında bu kadar büyük farklar oluşmazdı.
Bence bu farklar, toplumların sınıf temelinden ziyade kimlik, yaşam tarzı, güvenlik vb. kaygılar temelinde bölünmeleri ve bu eksenlerin bir tarafında yer alanların tercihlerinin giderek daha belirgin bir biçimde daha ‘cool’, daha ‘havalı’, daha ‘şık’ sayılmasından kaynaklanıyor.
Bu ‘cool’ tercihler büyük bir ekseriyetle medyayı, sanatı, reklamcılığı vb. ellerinde bulunduranların da tercihleri olduğu için, tersi yöndeki tercihlerin arkasında durmak ve bunları açık açık ifade etmek giderek zorlaşıyor. İşte bu koşullarda, ‘cool’ sayılmayan bir tercihe sahip seçmenlerin bir bölümü tercihlerini çarpıtıyor ve bu da eskiden olduğu gibi sağlıklı seçim tahminleri yapmayı çok zorlaştırıyor.
Türkiye ve yazının girişinde sadece üçünü andığım dünya örnekleri, anket firmalarının “tercih çarpıtmaları”ndan doğan sapmaları hesaba katabilecek yeni modeller geliştiremedikleri sürece, ters köşeye yatmaya devam edeceklerini gösteriyor.