Ana SayfaYazarlarSeçimler imajlar ve gerçekler

Seçimler imajlar ve gerçekler

 

Zamanımızda her “ürün” gibi partiler de, liderler de pazarlanıyor. Siyasetin toplumla ilişkisine kurumsal/profesyonel eller dokunuyor. Deneyimli, analitik, yaratıcı akıl, etkili biçimde sahaya müdahale ediyor. Güncel duyarlılıklar, yaygın beklentiler, değerlendirilmeye elverişli toplumsal endişeler, zaaflar, rakip aktörlerin güçlü ve zayıf yönleri… Bunların hepsi, saha araştırmalarının, masa başı mesailerinin konuları.

 

Fakat siyaset öyle bir sektör ki, onun doğrudan özneleri, yani siyasetçiler diğer başka hiçbir “pazar ürünü” nün olmadığı, olamayacağı kadar göz önündeler; toplumla dolaysız ilişkinin tarafı olmak zorundalar. Onlar yaşayan kanlı canlı varlıklar. Pırıltılı sloganlarla ambalaja sokulup, şirin bir kadın eliyle yüzümüze uzatılacak, alırsak marifetini öğrenebileceğimiz tüketim maddelerine benzemiyorlar.

 

Bir yanda toplumla yüz yüze ilişki içinde oluşturduğu üslubu, tecrübesi, alışkanlıkları, sezgileri, hırsı ve yeteneğiyle seçim kazanmak isteyen siyaset insanı; diğer yanda pazarlama bilgisi, soğukkanlı aklı ve kariyer hesaplarıyla iyi paralar kazanma peşinde koşan profesyonel şirketler.

 

Bu iki tür oyuncu aynı oyun için kafa kafaya verip söylem ve imaj üretiyor. Amaç elbette kazanmak…

 

AKP’nin kampanyasını bu gözle değerlendiriyorum bir süredir. Zaten, doğrusunu isterseniz hiçbir parti AKP kadar kendini görünür kılamıyor. Bulvarlardaki direklerde, yaya geçitlerinin üstünde, billboardlarda, kısacası görsel malzemenin kentte koyulabileceği aklınıza gelebilecek her köşede ve elbette medyada AKP’nin tartışılmaz, kıyaslanmaz bir baskınlığı var. Yani öyle bir görsel taarruz altındayız ki, meraksız bir insan olsanız bile, bir süre sonra dikkatinizi kuşatan sloganlar, yaratılmak istenen etki üstüne düşünüyorsunuz.

 

Kendimce bazı kanaatlere vardım. Şu imaj çok önemsenmiş: AKP adayları- ama elbette hepsinden önce birlikte fotoğrafları sergilenen Recep Tayyip Erdoğan- güler yüzlü, mütevazi, çıkarsız-karşılıksız kendilerini işlerine adamış gönül insanlarıdır. Yönetilenlerle onlar arasında tek yönlü bir ilişki vardır. Onlar karşılık beklemeden emek, zaman, güç harcarlar; yönetilenler o çabaların meyvelerini toplarlar. Zira yönetenler aşk insanıdır. Onları sevgi motive etmektedir. Aslında buna “yöneten-yönetilen” ilişkisi bile denilemez; bu, gönüllü hizmet adanmışlığıdır. Hırs taşımaz, iktidar tutkusunun yanından bile geçmez, kavgadan dövüşten öfkeden uzak, çelebice yürünen bir yoldur bu.

 

Bu imajın reklamcı fikri olduğuna bahse girebilirim. Fotoğraflarda (gülümseme demiyorum) bariz biçimde gülünmesi; memleket işinin “gönül işi” olduğu mesajı, İstanbul’un özellikle gönül işini filan da aşan “bir aşk hikayesi” ne dönüşmesi, üzerine epeyce düşünülmüş bir tasarım izlenimi veriyor. İktidar hırsı, kibir, sertlik, hatta çılgın projecilik (rant spekülasyonu) gibi çağrışımlardan kaçalım kaçabildiğimiz kadar denilmiş. Beka, dava, güçlü ülke, yeni Türkiye vs vs… Ucu buralara dokunacak bir imgeden, slogandan özellikle kaçınılmış.

 

Liderin gökyüzüne bakan ciddi fotoğrafları- ki çok alışmıştık onlara- terk edilmiş; yerine, hepimizin gözünün içine bakan, neşesi yerinde, eli bağrında mütevazı duruşu gelmiş. Gördüğüm her kentte yerel adayların fotoğrafları ile birlikte kullanılmış Erdoğan’ın fotoğrafı. Onun kefaletinin hatırlatılması; yerel adayın arkasındaki gücün gösterilmesi istenmiş. Fotoğraflar eşit boyutta.

 

Bu kampanyanın hazırlıklarını izlemek isterdim. Fotoğrafların afişlerde nasıl konumlandırılacağı tartışıldı mı mesela? “Beyefendinin resmi ile yerel adayınkini aynı ölçekte koymamız hiç şık olmaz” diyen bir arkadaş çıkmamış mıdır acaba? Mehmet Metiner’e, Markar Eseyan’a sorulmuş mudur bu konu?  Ya da fotoğraf çekimleri… “Başkanım olmadı, tekrar alıyoruz; şöyle ağız dolusu gülün efenim. Alışılmışın dışına çıkmak istiyoruz. Gülümsemeden ötesi yani… Şöyle vurgulu bir gülme efenim…  Açın ağzınızı efenim…Hahgh hahgg haaag gibi”… Böyle konuşmalar olmuş mudur?

 

Ben üç büyük şehirdeki adayların gülme performanslarını karşılaştırdım. Özhasaki açık ara başarılı. Adam gerçekten gülüyor. Neredeyse hınzır bir çocuk kadar içten. Topa voleyi çakmış komşunun camını indirmiş arkadaşlarına bakıp kahkahayı basmış gibi. Bütün camları indirse kızamazsın ona, öyle sevimli…Nihat Zeybekçi’de bir eğretilik var. Olamamış yani. Bir türlü uzayamayan bıyıklarıyla bana, karısının “olmadı Nihat sana bıyık yakışmıyor valla” itirazlarıyla akşam kesilip, sabah “ama reis de bıyıksızlığa karşı biraz asabi” baloncuğuyla traşsız sokağa çıktığını düşündürten bu bey, bıyığın olduğu gibi gülmenin de hakkını verememiş… Binali Bey’e gelince; o zaten olmamış ve olsaydı da şaşırırdım doğrusu. Başbakanlıklardan, Meclis Başkanlıklarından, İstanbul’a doğru “herkes gider Mersin’e” rotasında olmanın burukluğu mu desem; poz yapmayı sevmeyen içten bir insan oluşuna mı bağlasam bilemiyorum ama kendisi acı çekmekte gibi sanki fotoğrafta. Fakat, bunun aşk acısı olduğunu da düşünebiliriz tabi.

 

Kampanyaya dönersek…

 

Başka bir yenilik de, kolları kıvrılmış gömlek klişesinden bıkılmış olması gibi geldi bana. O, kolları sıvamış, bıraksak 20 saat işin başından ayrılmayacak genç dinamik başkanlar pek istenmemiş. Belki de “çalıyorlar ama çalışıyorlar” dan uzak durmak içindir, bilemedim. Çünkü halk o “kol sıvamalara” pek iyi gözle bakmıyor olabilir artık.  

 

Uzatmayayım. Özetle; gerginlik üreten, davaya çağıran, sert, mücadeleci bir profil sergilemek uygun bulunmamış. Muhtemelen, toplumun sükuneti özlediği, vereceği kararın hayat memat meselesi sayılmasından bıkmış olduğu varsayılmış ve bu “gönül işi çalışan, mütevazı hizmet adamı” imajının daha işlevsel olacağı düşünülmüş.

 

 Düşünülmüş düşünülmesine de…

 

 Başta da söyledim; siyaset farklı bir sektör. Siyaset ve siyasetçi kolayca masa başında tasarlanıp pazarlanabilecek bir ürün değil.

 

Yerel düzeyde “gönül insanları ve şehir aşıkları” ama genel kürsülerde “vatan hainlerine, dörtlü çetelere, ezan ve bayrak düşmanlarına” karşı kefen giymiş “dava adamları”… Yerelde, yüzümüze yumuşacık bakan, hırstan uzak, mütevazı, babacan hizmet insanları; şehir meydanlarında rakipleri hapisle tehdit eden, kendisi dışındaki herkesi teröristlerle iş birliği içinde gören sert kurtarıcılar…

 

Ortaya böyle bir terkip çıktı…

 

 Belki baştan zaten böyle tasarlandı bu seçim kampanyası, belki de tarifsiz özgüveniyle yol alırken liderin kendi bildiğini sergilediği bir performansa dönüştü. Bilemiyoruz.

 

Peki, seçmenlerin üzerindeki etkisi nedir?

Ben, kabak reklamcının başına patlayacak diyorum…

           

           

- Advertisment -