Ana SayfaYazarlarSentez mi, retro mu?

Sentez mi, retro mu?

 

AK Parti, Kemalist vesayet sistemiyle kavgalı olan ve siyasi-sosyolojik referanslar itibariyle onun anti-tezi görüntüsü veren bir hareket içinden çıkarak yola koyulmuştu. İktidara yürüyüşünün -hükümete değil- neredeyse tamamında Kemalist resmi ideoloji ile tahkim edilmiş vesayet sistemiyle çatışa çatışa yol almak zorunda kaldı.

 

Bu kavgadaki zaferini büyük ölçüde -eski sistemin arkaikliği ve çürümüşlüğünü bir yana bırakırsak- girdiği ittifaklarda, kurduğu söylemde ve kullandığı araçlarda akıllıca yapılan tercihlere borçluydu.

 

AK Parti’nin iktidarı elde etmiş olduğu ikinci evresinde, sistemin eski sahipleriyle girilen çatışma, yerini sistemin sahibi olma mücadelesine bıraktı. Belki de; yeni ittifaklar, yeni söylem ve yeni araçlar bunu sağlamak için gerekli görüldüğü için tercih edildi. “AK Parti’de İslamcılık/İslamcılar tasfiye mi ediliyor?” tartışmaları tam da bu bağlama oturuyor gibi görünüyor.

 

Artık serüveninin ikinci evresinde bulunan “yeni AK Parti”, yolun başındaki AK Parti’den çok farklı ve başka bir form kazanmış halde karşımızda duruyor. İktidar etme biçimi eski Türkiye’yi çağrıştıran bu yeni AK Parti iktidarı nasıl anlaşılabilir?

 

Bu yeni gelinen nokta, iki karşıt sosyal-siyasal gücün çatışması ve çarpışması nihayetinde önceden niyetlenilmemiş ve öngörülmemiş bir sentez durumuna gelindiğini mi gösteriyor acaba?

 

Yoksa, bu durum “establishment”ın son düzlükte kıvrak bir hamleyle AK Parti’yi bir tür devlete mezc ederek elde ettiği başarının bir ürünü olarak karşımıza çıkan bir tür siyasi retro hali mi? (Retro artık demode olmuş, eskide kalmış, eski zamanlarda moda olmuş akımları, stilleri, tarzları, motifleri, teknikleri, malzemeleri günümüzde yeniden canlandırma işine verilen isim.  Kıyafetten müziğe, mobilyadan mimariye, dekorasyondan  sinemaya kadar her şeyin retrosu yapılıyor.)

 

Ya da, bu sonuç sürekli bir varlık yokluk kavgası içindeki bir siyasi hareketin, nihayetinde sadece iktidarda kalmaya odaklanmış Makyavelist politikalarının onu taşıyıp getirdiği “kaçınılmaz” realist bir durumu mu yansıtıyor?

 

Bu soruların tartışılması ve cevaplanması ilgin olacaktır. Ama “durumun” tanımını yapmak yerine, duruma dair bazı semptomlara dikkat çekmek isterim. Altını çizmeyi tercih ettiğim semptomları AK Partinin üst yapısından değil, -orada çokça ve farklı kategorilerde yeni AK Parti semptomları mevcut-, taban veya destekçiler üzerinden seçtim.

 

10 Kasım anması 2015, İstanbul                               16 Nisan referandumu, Fransa

 

Yukarıdaki fotoğraflardan ilki 10 Kasım Atatürk anmasına katılan Kemalist bir grubu gösteriyor. Onun hemen yanındaki fotoğraf ise Erdoğan’ı başkanlığa taşıyacak olan 16 Nisan Referandumunda oy sırası bekleyen  yurtdışındaki AK Parti taraftarlarını veya Reisçileri gösteriyor.

 

Bu iki fotoğrafın yan yana gelerek bir taraftan keskin bir karşıtlığı , diğer taraftan ise sıra dışı bir benzerliği sergiliyor olması ilginç değil mi?

 

Her iki fotoğrafta da bir ideal altın çağa gönderme yapıldığını söylemek mümkün: Kurtuluş savaşını kazanmış idealist ve umut vaat eden genç bir ulus-devlet ile büyük ve yenilmez bir imparatorluk.

 

Bu haliyle aslında her iki fotoğrafın da, iki grubun/kesimin geçmiş altın çağ özlemini geleceğe taşıyan kendi içlerinde birer retro, bir tür siyasi mazi retrosunu yansıttığı söylenebilir. Yaşları uygun olmadığı halde önlük giyenler ile çağ uygun olmadığı halde saray kıyafetleri giyenler. Aslında her ikisi de birer kostüm. Her iki fotoğraf da anakronik halleriyle birbirine hayli benziyor.

 

Ancak aynı zamanda her iki fotoğraf birbirine karşıt iki farklı dünya görüşünü veya ideolojiyi temsil ediyormuş gibi görünüyor. Bir tarafta seküler, ilerlemeci ve Jakobenist dünya, diğer tarafta dindar, gelenekçi-kalkınmacı ve otoriter bir dünya. Bir zamanlar uzlaşmazmış gibi görünen iki kronik hasım.

 

26 Ağustos 2014, Ankara                                         8 Nisan 2017, Çorum

 

İkinci grup fotoğrafların da yine hem karşıtlık hem benzerlik taşıdığını düşünüyorum. İlki Anıtkabir’de çok sayıda kişinin katılımıyla, -sanırım bir rekor denemesi idi aynı zamanda- 6 bin kişi ile oluşturulan bir Atatürk siluetini, ikincisi Çorum’da 50 bin bardakla yapılan Erdoğan siluetini yansıtıyor.

 

Her iki fotoğrafın da bir siyasi lidere olan bağlılık ve sevginin kişi kültüne dönüştürülmüş halini sembolize ettiğini düşünüyorum. Bu iki lider bir yanıyla birbirine karşıt dünyaları temsil ederken, diğer taraftan her ikisi ile kurulan ilişkinin biçimi, sevgiyi gösterme biçimi, bu fotoğraflar örneğinde, birbirine çok benziyor.

 

Bu yazıyı üzerinde düşünmek üzere üç soruyla bitiriyorum:

 

– Bu karşıtına benzeme hali geçici mi kalıcı mı?

 

– Bu dönüşüm önemli sayılabilecek bir kesimi mi kapsıyor, yoksa dikkate alınmayacak kadar dar bir grubu mu?

 

– Bu benzeşme “kendiliğinden esinlenen” dar bir fanatiklik yansıması mı, yoksa Partinin sosyal-siyasal hareketi taşıyıp getirdiği bir aşamanın olağan yansıması mı? 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -