Ana SayfaYazarlarSıra Türkiye’de; kendi ahlâkını şiddet yetkisine dönüştürenlerde

Sıra Türkiye’de; kendi ahlâkını şiddet yetkisine dönüştürenlerde

 

[9 Temmuz 2017] Katar ablukasında Al Jazeera’nın kapatılması talebinden (Bir yanda J. S. Mill, diğer yanda Suudiler, 26 Haziran); sonra Hindistan’dan krikette Pakistan lehine tezahüratın “yıkıcılık”tan tutuklanmaya (7 Temmuz) ve salt Müslüman olmanın “bunlar sığır eti yer” bahanesiyle linç edilmeye yol açması (8 Temmuz) örneklerinden sonra, şimdi sıra kendi ülkemizde. Çok yakın zamanda yaşadığımız, herkesin bildiği bazı olaylar; herkesin kendi başına da ulaşabileceği basit bazı düşünceler.  

 

(1) Bunun iki aşaması var. (a) Sahne İstanbul Pendik; tarih 14 Haziran (Londra’daki kriket finalinin dört gün, Haryana eyaletindeki bir trende işlenen cinayetin sekiz gün öncesi). Üniversite (Psikoloji) öğrencisi, 21 yaşındaki Asena Melisa Sağlam minibüse binip koltuğuna oturduğu anda, tanımadığı, sonradan adının Ercan Kızılateş olduğu anlaşılan bir kişinin hem sözlü hem fiziksel saldırısına uğruyor. E.K. önce “Bu ne biçim kıyafet? Ramazanda böyle giyilir mi? Allaha da mı saygın yok” diye bağırıyor. “Orospu” diye hitap ediyor. Bakma dendiğinde, “Sen kıçını başını açarsan nasıl bakmayayım? Ben de bakarım işte” diye büsbütün şirretleşiyor. Ardından, hakaretlerini duymamak için kulaklığını takıp müzik dinleyen A.M.S’ye inerken bir de yumruk atıyor. En az üç dört kere vuruyor. Kızın dişi kırılıyor, cama çarpıyor, yere düşüyor. E.K. kaçıp gidiyor ve herkes susuyor; kimse bu zorbalığa direnmiyor, kimse genç kızı savunmuyor. A.M.S. karakola gidip şikâyetçi oluyor, darp raporu alıyor. E.K. 17 Haziran’da yakalanıyor. Kendini “tahrik oldum” diye savunuyor: “Kadınların bu şekilde giyinmesi insanın nefsini tahrik ediyor.” Serbest bırakıldığı gibi, bir de kendisi A.M.S.’den şikâyetçi oluyor.  

 

(b) Sahne İstanbul Eyüp; tarih 7 Temmuz. Bundan iki gün önce, R.T. adında, 26 yaşında bir genç kadın lise arkadaşlarıyla buluşmak için evinden çıkıyor. Şort giyiyor (annesi Saadet T. kızının sporcu olduğunu anlatıyor). Fil Köprüsü’nün altından geçerken arkadan saldırıya uğruyor. Henüz kimliği bilinmeyen bir saldırgan R.T.’nin sırtını tekmelemekle kalmıyor; bıçak çekiyor ve savuruyor. “Göbeğinin yanından beline kadar bıçak izi var” diyor annesi. Alibeyköy Karakolu’ndan darp raporu alınıyor. Ama köprünün altında güvenlik kamerası olmadığı için saldırgan bulunamıyor.

 

Ercan Kızılateş ve diğer bilinmeyen saldırgan gibi kişilerin, “inek koruma fedaisi” Hindulardan farkı nedir? Onlar sığır eti yiyor diye Müslümanları linç etme, bıçaklayıp öldürme hakkını kendilerinde görüyor. Bunlar  kendi (İslâmî?) inanışlarına göre dekolte giyindi diye kadınları ezme, yumruklama, bıçaklama hakkını kendilerinde görüyor. İki grup da son derece “yanılmaz.” İki grup da başkasının özgürlüğünün başladığı yerde kendi özgürlüklerinin bittiğini algılamıyor. Başkasının kamusal alanda dilediği gibi varolma hakkını, kendi varoluşuna bir tecavüz sayıyor ve bunu kestirmeden cezalandırma yetkisini kendinde vehmediyor.

 

(2) Sahne İstanbul. Tarih 25 Haziran 2017 (yani bu da zikrettiğim bütün diğer olaylarla aynı günlerde). LGBTİ Onur Yürüyüşü yapılacak. AK Parti iktidarı boyunca, düzenli yapıla gelmiş — üç yıl öncesine kadar. İlk defa 2015’te, Alperenler kendi ahlâkî anlayışlarını gerekçe göstererek taş koydular; tehditle, olay çıkar (çıkarırız) diyerek, gerilim yaratmak suretiyle yürüyüşün yasaklanmasını sağladılar. Bu yolla bir kere başarı elde ettiler mi, neden bıraksınlar? Üç yıldır devam ediyor aynı tavır. Bu sefer de daha bir hafta kadar önceden, yetkililer bıraksa bile biz bırakmayız diye açıkladılar nerede durduklarını. Sadece LGBTİ’cilere değil, bizatihî kamu düzenine meydan okudular. “Hak, kuvvettir” (might is right) anlayışına göre, “haksız” (?) çıktıkları da söylenemez. Tek bir iktidar sözcüsü, tek bir AK Partili politikacı, demokrasi adına, hak ve özgürlükler adına en küçük bir şekilde tavır almadı Alperenlere karşı. Zorbalığı eleştirmedi. İstanbul Valiliği de bir kere daha şantaja boyun eğdi ve “toplumdan gelen yaygın tepkiler” adına yürüyüşe izin vermedi.

 

İnsanlar cinsel kimlik tercihlerinde özgür. Bunu suç diye tanımlayan hiçbir şey yok Türkiye yasalarında. Olsa da karşı çıkmak gerekirdi, ama yok işte, yani yasal bir engel de söz konusu değil. Üstelik, yıllardır da barış içinde yapılıyor, kimseye de zarar vermiyor, en başta ifade ettiğim gibi. Öyleyse ne demek, “toplumdan gelen yaygın tepkiler”in, kamu makamlarını anayasal bir hakkın kullanılmasını yasaklamaya sevkedebilmesi? Alperenlerin tavrının, krikette Pakistan’ı tutan seyircilerin tutuklanmasından, ya da Hinduların Müslümanları sığır eti yiyor diye linç etmesinden, ya da sokakta kılığını dekolte bulduğun kadını bıçaklamaktan ne farkı var? Hepsinde ortak yan, kendi inancı ve/ya değer yargılarını mutlak doğru saymak; başkalarının özgürlüğünün başladığı yeri yok saymak; kendi özgürlüğünün orada bitmesi gerektiğini kabul edememek.

 

Ama bence asıl problem yetkililerde. Bir kere birileri, “ben ona tepki duyuyorum buna tepki duyuyorum, falanca yüzden olay çıkartırım filanca yüzden olay çıkartırım” diye kendini “toplumdan gelen tepki”ye dönüştürür ve kamu makamları da hak sahiplerinin haklarını kullanmalarını bu tür “tepki”lere bakarak engellemeye girişirse, bu iş nereye varır? Böyle “tepki”lere “hak” vermek, tam da Mill’in tarifiyle, hırsızın sizin cüzdanınızı gaspedip gitme “özgürlüğü”nü kabullenmek ve sizin cüzdanınıza sahip çıkma hakkınızı yok saymak anlamına gelmez mi?

 

- Advertisment -