Türkiye’nin uluslararası imajının kelimenin tam anlamıyla yerlerde süründüğü bir dönemi yaşıyoruz. Aslında ülkemizin imajı kâğıt üzerinde bir parçası olduğu demokratik ülkeler ailesi içinde her zaman sorunluydu. Ardı arkası kesilmeyen siyasete müdahale ve darbelerle dolu siyasi hayatımıza demokratik ölçütler optiğinden bakıldığında başka türlü olabilir miydi ki?Demokratlar, Helsinki Zirvesi ile birlikte bu konuda bir umut ışığının yandığına inanmıştı. Berlin duvarının yıkılmasıyla birlikte Doğu Avrupa ülkelerinin AB ile bütünleşmesi için Kopenhag Zirvesi’nde çizilmiş yol haritasında yer alan siyasi ölçütlere uyum sağlayacak bir Türkiye’nin demokrasi sorunlarını adım, adım gidermemesi için bir neden yoktu. AB yolunun kâğıt üstünde de olsa açılması, emekleyen demokrasimiz için önemli bir kaldıraçtı kuşkusuz.Amacım, AB sürecinin 15 yıllık serüvenini özetlemek, neyin ne kadar yapılabildiğini ortaya koymak, süreçte demokrasiye yönelik siyasi mühendislikleri, doğrudan, dolaylı müdahaleleri hatırlatmak değil. Bütün bunları, AB İlerleme raporunda (2000) övgüyle söz edilen Demirok raporunu hazırlayan İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu’nun (İHKÜK) etkin bir üyesi olarak bir köşeye sığdırabilmem mümkün de değil.Siyasete müdahale demokrasiye darbeKopenhag siyasi kriterleri bir bütün olarak değerlendirilmesi gereken ölçütler. 2000’den bu yana yayımlanan İlerleme Raporlarında, hak ve özgürlükler alanında kaydedilen ilerlemelerin yanı sıra, demokratik hukuk devletinin gereği olarak MGK bağlamında “asker-sivil ilişkileri” ve/veya “güvenlik güçlerinin sivil denetimi” de değerlendiriliyor. Örneğin 2002 raporunda, sivil üyelerin sayısının arttırıldığı MGK ile ilgili olarak şu ifadeler yer alıyor: “MGK, resmi olarak bir danışma organıdır. Aslında, Kurulun görüşleri, tavsiyeyi aşan bir ağırlık taşımaktadır ve askeri üyeler özellikle daha etkilidir. (…) MGK, Güneydoğudaki olağanüstü hal, terörizmle mücadele, AB’ye katılım kriterleri ile ilgili, Türkiye’nin gerçekleştireceği siyasi ve ekonomik reformlar ve Kıbrıs gibi birçok devlet sorunu ve politikası hakkında görüş ve tavsiyelerde bulunmuştur.”Bu ifadelerin, askerin, başka bir deyişle seçilmemiş şahsiyetlerin siyaset alanına giren sözü edilen konularda görüş ve tavsiyelerde bulunmasının demokratik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığı şeklinde okunması gerekir. Burada açıkça söylenmeyen ama ima edilen husus, siyaset alanına giren konularda yetkinin seçilmiş siyasetçilere ait olduğudur.Bu sorun, AK Parti’nin iktidar olduğu ilk dönemde sadece iktidar partisini değil ayrıca AB sürecini, hatta ölçütlerini hedef alacak boyutlara gelmişti. Kopenhag siyasi ölçütleri, askerî ve sivil muhalefetiyle (CHP, MHP, İP vb) Cumhuriyet mitinglerinde Türkiye’yi bölme amaçlı bir planın unsurları olarak topluma şırınga edilmeye çalışılmıştı. Nitekim e- muhtıranın verildiği 2007 yılının İlerleme raporu askerin siyasete müdahalesi sorununun altını şöyle çiziyordu: “Genelkurmay Başkanlığı, iddia edildiği şekilde laikliğin güç kaybetmekte olduğu endişesini dile getiren bir muhtırayı web sitesinde yayınlamak suretiyle (…) Cumhurbaşkanı seçimi sürecine doğrudan müdahale etmiştir.” Raporda ayrıca askerin siyaset alanına şu müdahalelerde bulunduğu vurgulanıyordu: “Silahlı Kuvvetlerin üst düzey mensuplarının, özellikle güvenlik ve azınlık haklarına ilişkin konularda bilimsel araştırma ve kamuya yönelik tartışmaları sınırlamak için çeşitli girişimleri olmuştur. Öte yandan ordu çeşitli vesilelerle basını hedef almıştır. “Bu konuda ancak 2010 raporunda bir iyileşmeden söz ediliyordu. O yılın raporunda ilk kez “Silahlı Kuvvetlerin sorumluluk alanları dışındaki siyasi konulara resmi veya gayri resmi şekilde etkide bulundukları durumlarda azalma görüldüğü” belirtiliyor ancak Genelkurmay Başkanı’nın “devam eden davalar ve soruşturmalar hakkında zaman zaman yorumlarda bulunduğuna” da dikkat çekiliyordu.Bu konuda en olumlu ifadeler 2013 raporunda yer alıyor: “Sonuç olarak, sivil-asker ilişkileri arasındaki dengede sivil makamlar lehine olan büyük değişimi teyit eden geçmiş askeri darbeler hakkındaki Meclis soruşturması ve mevzuat değişiklikleriyle, sivil gözetimin güçlendirilmesi konusunda ilerleme sağlanmıştır. Ancak, özellikle askeri yargı sistemi ve Jandarma Genel Komutanlığının sivil gözetimi hususlarında daha fazla reforma ihtiyaç duyulmaktadır.”AB İlerleme Raporlarında “güvenlik güçlerinin sivil denetimi” konusu, görüldüğü gibi, daha çok asker-sivil ilişkileri optiğinden ele alınıyor. Son raporda ayrıca “orduya, polis teşkilatına, jandarmaya ve istihbarat faaliyetlerine yönelik sivil denetimin iyileştirilmesi için reformlara ihtiyaç olduğu” vurgulanıyor. Ancak raporlarda yargının tarafsızlığı ve mensuplarının siyasete müdahalelerinin yeterince vurgulandığını söylemek mümkün değil. Örneğin 2007 İlerleme raporunun Anayasa Mahkemesi’nin talihsiz 367 kararı hakkındaki paragrafında bu kararın demokrasiye darbe oluşturduğunun altı çizilmiyor. “Bu karar, Anayasa Mahkemesi’nin tarafsız hareket etmediği yönünde şiddetli siyasi tepkilere ve suçlamalara yol açmıştır. Bu olayda ve Meclis tarafından Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanı’nın seçimiyle ilgili olarak Mahkeme, 1/3’lük engelleyici azınlık kavramını yürürlüğe sokmuştur.”Aynı yetersizliği bir sonraki yılın İlerleme raporunda da görmek mümkün. AK Parti’ye kapatma davası sonuçlarıyla birlikte aktarılıyor ama böyle bir davanın Venedik ölçütlerine göre açılmaması gerektiği vurgulanmıyor. Raporda bu konuda eleştirel nitelikte sadece şu iki cümle yer alıyor: “Yargının tarafsızlığı konusunda kaygılar sürmektedir. Yüksek düzey yargı mensupları kamuoyuna çeşitli vesilelerle siyasi yorumlar aktarmış olup, bu yorumlar ileride yargının tarafsızlığına gölge düşürecek niteliğe sahip olabilir.”Son İlerleme raporunun, yargının tarafsızlığı konusundaki kaygı ve kuşkuları dile getirmekle birlikte, idare ve yargı içindeki paralel devlet olarak ifade olunan, benim siyasete müdahale odakları olarak tanımlamayı uygun bulduğum iddiaları yeterince ciddiye almadığı görülüyor. Hal böyle olunca, raporda HSKY ile ilgili düzenlemenin “yargının bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığına ilişkin ciddi endişelere neden olduğu” vurgulanıyor.Demokrasiye darbe ilanı eksik ve yanlı bir açıklamaGürbüz Özaltınlı’nın altına imza koyan aydınları okumayı reddettiği “Demokrasiye darbe” bildirisi de esas itibariyle idare ve yargı içinde örgütlendiğine ilişkin ciddi belirtiler bulunan siyasete müdahale odaklarını yok sayıyor. Böylece siyasete müdahalelerin Kopenhag siyasi ölçütlerine aykırı olduğunu da es geçmiş oluyor.Geçmişte yargı içinden siyasete müdahaleler olduğu ve bu husus yeterince olmasa da İlerleme raporlarına da yansıdığına göre, demokrasiye dönüş çağrısı yapılacaksa, bu çağrının sadece hükümete ve iktidar partisine değil, Çözüm Süreci’ne karşı çıkan, yeni anayasaya koydukları kırmızıçizgileri kaldırmayan muhalefet partilerine de yöneltilmesi gerekiyor. Bu çağrının ayrıca öne sürülen siyasete müdahale odaklarıyla mücadele konusunda işbirliği yapılmasını da içermesinde zorunluluk var.Bildiri bu haliyle eksik olduğu gibi, belirtileri görülen siyasete müdahale odaklarından yana açık bir tavır almış izlenimi veriyor. Türkiye demokrasisi bugüne kadar ne çekmişse asker başta olmak üzere idare ve yargı içindeki vesayet odaklarının siyasete müdahalelerinden çektiğine ve bu tür müdahaleler AB siyasi ölçütlerine de aykırı olduğuna göre, demokratların bu konuda benimsemeleri gereken tavır son derece net görünüyor bana.
Siyasete müdahale AB siyasi ölçütlerine aykırı
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik