Ana SayfaYazarlarSiyasi mi, sembolik mi?

Siyasi mi, sembolik mi?

İngiltere’de parlamenter demokrasinin şekillenmesinde Tacın iktidar yetkilerinin zaman içinde Parlamento içinden çıkan kabine başkanına geçmesi önemli bir eşiği oluşturur. Böylece yönetici olarak kralın yetkileri büyük ölçüde elinden alınmış, sembolik bir devlet başkanına dönüştürülmüş ve sorumluluğu da kaldırılmıştır. Hükümetin başı olarak başbakan asıl yürütme iktidarını elinde bulundur, bu iktidarı belli bir siyasi parti adına ve onun programını hayata geçirmek için kullanır hale gelmiştir.

 

Artık Tac, partilerin dışında ve hükümetin üstünde bütün bir ülkeyi/devleti sembolik olarak temsil eden ve büyük ölçüde törensel görevleri bulunan bir figürdür. Örneğin, Kraliçe yeni bir hükümet kurulduktan sonra, aslında başbakan tarafından eline verilen hükümet programını sanki kendi hükümetinin programıymış gibi parlamentoda okur. Oysa, ne yapımı ne de uygulama aşamasında hiçbir yetkisi yoktur.

 

Parlamenter sistemde kral veya cumhurbaşkanının partiler, kimlikler veya ideolojiler arasındaki siyasi bölünmüşlüğü aşarak ülkenin birliğini ve devletin sürekliliğini temsil ettiği varsayılır. Sembolik olmasına rağmen hatta sembolik olması sayesinde belki de, kriz ve çalkantılı dönemlerde partiler ve gündelik siyasi kavgaların dışında kalabilmeyi başarmış devlet başkanları ülke için birleştirici kimlikleriyle olumlu kritik roller de üstlenebilirler. İspanya Kralı I. Juan Carlos’un 23 Şubat 1981 askeri darbe girişiminin önlenmesindeki rolü buna örnek verilebilir.

 

Resmi olarak bir parlamenter sistem kabul edilen Türkiye, başkanlık sistemine doğru hızlı ve de facto bir “evrilme” içinden geçiyormuş gibi görünüyor. Cumhurbaşkanının mevcut geniş yetkileri ve seçimle gelmesi durumuna Erdoğan gibi güçlü ve karizmatik bir lider unsuru da eklenince sürecin başlaması adeta kaçınılmaz oldu. Ne var ki parlamenter sistemden başkanlığa sürüklenişte zaman zaman anayasal sistemin aşırı zorlandığına ve demokratik adabın ihlal edildiğine tanıklık ediyoruz.

 

Bu türdeki son vaka yüksek yargı kurumları başkanlarının Erdoğan’ın yurt gezilerine katılarak çay toplamak veya zeytin hasadı yapmak gibi bilindik ve popüler politikacı aktivitelerinde birlikte resim vermeleri, ve ilave olarak, Yargıtay Başkanı’nın Erdoğan’ın muhalefet partilerine eleştiriler yönelttiği konuşmayı alkışlaması üzerine yaşandı.

 

Yürütülen tartışmada bu birliktelik yargının bağımsızlığı ve dolayısıyla tarafsızlığı bakımından sakatlık yarattığı gerekçesiyle eleştirildi. Eleştiriler, bu birliktelik görüntüsünün yargıya olan güveni sarstığı, kamuoyunda mahkeme kararlarının yanlı olabileceği konusunda bir algı oluşturduğu, kuvvetler ayrılığını tahrip ederek yürütmenin yargı üzerinde zaten var olan tahakküm ve hâkimiyetini tescillediği ve tarafsız olması gereken yargının belli bir siyasi aktör ve partiden yana ağırlığını koyduğunun kanıtı olduğu şeklindeydi.

 

Bu eleştirilere Cumhurbaşkanının, Yargıtay Başkanının ve AK Partililerin verdikleri cevaplar esasen hep aynı savunma hattında birleşti. Erdoğan, tipik bir parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanlığı tanımına uyan şekilde ülkeyi-devleti temsil eden tarafsız ve sembolik bir devlet başkanıymış gibi sunuldu. Buna göre Erdoğan’ın devleti temsil eden bir kişi olarak yargı da dahil devletin çeşitli birimleriyle ilişki ve etkileşimi gayet doğal, hatta anayasanın bir gereğiydi. Tarafların resmi makam ve görevleri bu tür bir ilişkiyi aykırı kılmıyor, bilakis gerekli bile kılıyordu.

 

Bu birliktelik görüntüsünün verildiği faaliyetlerin niteliği ve içeriğinin bahsedildiği gibi resmi ve formel olmadığı gerçeğini şimdilik bir kenara bırakalım.

 

Şimdi, AK Partililer Erdoğan’ın geleneksel cumhurbaşkanlığı rolleri ve yetkilerini aşan söylem ve icraatları sebebiyle eleştiriye maruz kaldıklarında, siyasi ve aktif cumhurbaşkanlığı tarzının niye doğru ve yerinde olduğuna dair argümanları arka arkaya sıralıyorlar.

 

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiğini, bu seçimin başlı başına Cumhurbaşkanlığını siyasi bir makam haline getirdiğini, kampanya yürütmüş ve halktan bu kadar oy almış bir kişinin siyaseten tarafsız kalamayacağını, partili cumhurbaşkanı formülünün fiilen zaten işlemekte olduğunu, bu fiili durumu geri çevirmek değil bilakis anayasada yapılacak değişikliklerle yasal hale getirmek gerektiğini ileri sürüyorlar. Velhasıl Erdoğan’ın geleneksel bir cumhurbaşkanından çok daha güçlü olduğunu, pek çok iktidar yetkisini bizzat kullandığını ve siyaseten taraflı bir aktör olduğunu kabul ediyor, ve fakat bunu doğru buluyorlar.

 

AK Partililer epey zamandır enerjilerini açık ve belli siyasi kimliğiyle güçlü ve aktif bir Cumhurbaşkanı fikrini kamuoyuna kabul ettirmeye harcamaktalar. Diğer taraftan, böyle bir çabaları ve söylemleri sanki hiç yokmuş gibi, belli bazı eleştiriler karşısında aniden geri dönüp aynı hızla “sembolik devlet başkanı” tezinin güvenli ve steril kollarına kendilerini bırakıyorlar. Yargı ile ilişkiler veya cumhurbaşkanına hakaret gibi konular bu alanlara örnek verilebilir.

 

Görünen şu; hem fiili olan siyasi ve taraflı cumhurbaşkanı hem resmi olan sembolik ve tarafsız cumhurbaşkanı rolleri aynı anda ve birlikte oynanmak isteniyor. Her iki tip devlet başkanlığının sağladığı bütün imkân ve avantajlar tamamen kullanılırken, her iki tip devlet başkanlığında bulunan denge, yükümlülük ve sınırlama mekanizmalarına tabi olunmak istenmiyor.

 

İki ayrı oyundaki bütün ödülleri toplayalım ama hiç yanmayalım, sonsuz canımız olsun! Bu fazla açgözlü bir siyasi tavır değil mi?

 

 

- Advertisment -