Hikaye yazmak başkalarının hikayesiyle ünsiyet kurmaktan geçiyor. Dışarıdan tanımlama uzaklardan işaretleme, itham etme, sonra da kolayca mahkûm etme halinden uzaklaştıkça sanat ve edebiyata yaklaşmak mümkün. Metin Önal Mengüşoğlu’nun 2004’te yayınlanan İstanbul Hikayeleri’ni okurken Aydın Doğan’ın 2007 baskılı Bir Taşralı Gencin Günlüğü’nün de elimde olması ilham verici bir tevafuktu.
Başta Vahiy ve Sanat olmak üzere çok kıymetli eserlerin yazarı olan Mengüşoğlu’nun hikayelerinin yeri ayrıdır. Biri Elazığ öteki Erzurum’dan çıkıp İstanbul’a gelmiş Muhtaç ve Aciz adlı iki dindar gencin hissiyatını en yalın ve gerçek biçimde işlemiş kitapta. Yıllarca okudukları duydukları İslami kesimin yazar ve düşünürleriyle karşılaşma anları, şehrin acımasızlığına tanık olmaları, daha ilk satırlardan başlayan büyük şehirle ilgili hayal kırıklıkları ve peşine düştükleri yüzü yaralı genç kıza dair derin hisler. Kadıköy, Moda, Babıali, Taksim, Çengelköy intibalarını içtenlikle kaleme alan yazar, sokaklarda Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un yanı sıra Edip Cansever ve Cemal Süreya’nın da izini süren gençleri içtenlikle anlatmış.
* * *
Müslümanların inancına göre her insan İslam fıtratı üzerine doğduğuna göre karşılaştıkları turistler de doğuştan Müslümandır onlara göre. Sonra yetişkin olunca fıtratlarına uzak inançlara savrulmuş olabilirler. Buna benzer fikirlerle safiyet içinde kimlerle nasıl iletişim kurulabileceğini düşünürken, herkese çıkar hesabıyla yaklaşan ideoloji şampiyonlarıyla da karşılaşırlar. Bilgelik terk ettikleri topraklardaki terzi Said Çekmegil gibi sözü ile özü aynı olan insanlardadır yine. Onunla İstanbul’da karşılaşıp tanışmaları ise ayrı bir tecelli. İki genç akademiden sanata, fikirden siyasete uzanan bir iklimde büyükleriyle buluştuklarında doğru iyi ve güzel hakkında haklı olarak tarihten değil günümüzden örnek verilmesini isterler ki değerler yerini bulsun.
Doğan ise oyun ve hikaye yazarı. Kurguladığı fakat gerçek hayatın ta kendisi hissi veren günlükte bu sefer yine Elazığ’lı fakat solcu bir gencin fikrî ve hissî yolculuğuna ortak eder bizi. Bölgesinde yaşadığı yoksunluklar ve sıkıntılar yüzünden Ankara’ya göç eden birinin tutunma macerası. Berberlik zanaatı vardır elinde ama onun arzusu resim yapmak ve oyun yazmaktır aslında. Günlüğün ilk satırlarında başlar halden anlamaz dünya ağrısı. Askere giderken özenle yaptığı pastoral tablosunu emanet ettiği yakın dostundan onu duvara asmasını beklerken, karısının rutubete karşı bir bulgur çuvalının altına serdiğini görür.