Ankara’da iki aydır bekletilen sosyal medya düzenlemesi hükümet çevrelerinde yeniden konuşulmaya başlandı. Geçtiğimiz Nisan ayında Meclisin gündemine getirilen torba yasadan çıkartılan “5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanun” ile ilgili eklemeler, kaldırıldığı raftan indirildi.
Taslak, Türkiye’den günlük erişimi 1 milyondan fazla olan sosyal ağ sağlayıcılara şu yükümlülükleri getiriyor: (i) Türkiye’de en az bir temsilci bulundurma; (ii) Türkiye’deki kullanıcılarının verilerini Türkiye’de barındırma; (iii) kendilerine ulaşan içerik kaldırma ve erişim engelleme kararlarını bir gün içinde uygulama; (iv) kişisel hakların ve özel hayatın gizliliğinin ihlali başvurularına üç gün içinde yanıt verme; (v) kişiler tarafından yapılan başvurulara dair istatistiksel ve kategorik bilgileri içeren raporlarını üç ayda bir Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na (BTK) iletme. Ayrıca (vi) teknoloji dilinde throttling (boğaz sıkma) olarak geçen, “sosyal ağ sağlayıcının internet trafiği bant genişliğinin daraltılması,” yani bu sitelere erişimin yavaşlatılması, devlet tarafından yapılan bildirime rağmen temsilci atanmaması durumunda yasallaşıyor.
Yaz sonunda Meclis’in gündemine yeniden getirilmesi planlanan yasa için hükümet çevrelerinde Almanya modeli ve Fransa’daki tasarı örnek gösteriliyor. Yeni Şafak’tan Mehmet Acet, tasarının bu ülkelerdeki yasalara benzediğini belirtti. Gerçekten öyle mi? Fransa’da pandemi sürecinde parlamentodan alelacele geçirilen yasa, 18 Haziran’da ucu açık olduğu, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 11. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünü ihlâl ettiği ve aşırı sansüre yol açacağı gerekçeleriyle Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi. Aynı gün Almanya, 2018’de çıkarttığı günden beri tartışılan yasayı yeniden düzenledi. Aşağıda, önce 5651 sayılı yasaya ek hükümler getiren taslağın içeriğine odaklanıyor, sonra da Almanya’daki muadiliyle kıyaslıyoruz.
Muhatap sorunu
Türkiye devleti, dijital alanda muhatap bulma konusunda sorunlar yaşadığını iddia ediyor. Hükümet yetkilileri bu durumdan şikayetçi ve sosyal ağ sağlayıcılarından tam yetkili temsilci istiyor. Siber haklar uzmanı Prof. Dr. Yaman Akdeniz, katıldığı bir televizyon programında bu platformların Türkiye’de normal hukuki şartlar altında ofis açmasını ve iş imkânları sağlamasını istediğini; ancak mevcut durumda yöneticilerinin her gün soruşturma ve tutuklanma gibi riskler altında çalışacağını ifade etti. Ayrıca Akdeniz, tasarının kullanıcılar ile sosyal medya platformlarını muhatap etme çabasını, platformların daha iyi bir destek ağı oluşturması durumunda olumlu buldacağını; ancak devletin refleksinin vatandaşları değil kendisini korumak olduğunu söyledi. Akdeniz’e göre tasarının asıl gerekçesi, muhalif seslerin susturulmak istenmesi.
Amazon, Google ve Twitter gibi dijital platformların Türkiye’deki avukatı Gönenç Gürkaynak dataslak metin hakkında yazılı bir değerlendirmede bulundu. Temsilcinin nasıl belirleneceğinin düzenlemede yer almadığına işaret eden Gürkaynak’a göre, devlet “doğrudan temas”tan daha fazlasının peşinde olabilir. Sosyal ağ sağlayıcıların Türkiye’deki bütün yetkilere sahip temsilcilerinin, Türk hukukunda düzenlenen medeni ve cezai şartlardan sorumlu tutulması ihtimalini göz önünde bulunduran Gürkaynak’ın eleştirileri, düzenlemenin yeteri kadar açık olmamasından kaynaklanıyor.
Kişisel verilerin korunması
Gürkaynak, tasarıda üç aylık raporlama yükümlülüğü başlığı altında belirtilen “istatistiksel ve kategorik bilgiler” tanımının da muğlak olduğunu ifade ediyor. Söz konusu verilerin anonimleştirilmiş, yani tanımlanan ya da tanımlanabilir olan hiçbir kişi ile ilişkilendirilemeyecek veriler olması gerektiği düşüncesinde. Gürkaynak’a göre anonimleştirilmemiş bilgilerin raporlanması, Kişisel Verileri Koruma Kanunu’nun (KVKK) kişisel verilerin işlenmesi ve aktarılmasını düzenleyen maddeleriyle çatışabilir. Çünkü KVKK, ilgili kişinin açık rızasını öngörüyor. Bu açıklık getirilmediği takdirde, sosyal ağ sağlayıcıların kendi sorumluluklarında olan kişisel verileri, ilgili kişinin açık rızası olmadan işlemesi ve BTK’ya aktarması, KVKK ile bir karşıtlık doğuracaktır. Ayrıca, ticari sır olarak da ele alınabilecek bu bilgilerin paylaşılması şirketlerin faaliyetine de zarar verebilir.
Veri yerelleştirme
Sosyal ağ sağlayıcıların, Türkiye’deki kullanıcılarının bazı verilerini Türkiye’de bulundurması, yani veri yerelleştirme ise yeni bir durum değil. Habertürk’ün haberine göre, Türkiye’deki internet trafiğinin yaklaşık yüzde 75’ini oluşturan Google ve Facebook, zaten sunucularını Türkiye’ye taşımaya başlamıştı. Tasarı buna zorunluluk getiriyor. Twitter ise şu ana kadar verilerini içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda ülkede bulundurmamayı tercih ediyor. Bu da tasarının esasen Twitter’ı düzenlemek için planlandığı yönünde yorumlara neden oluyor.
Gürkaynak bunun uluslararası mevzuat tarafından düzenlenen ve tartışması devam eden veri yerelleştirme sorunuyla da ilgili olduğunu belirtiyor. Hangi verilerin tutulması gerektiğinin henüz bilinmediğini kaydeden Gürkaynak, sosyal ağların tam yetkili temsilci atama yükümlülüğünü de gözönünde bulundurarak, düzenlemenin bu maddesini Türkiye’nin bu verilere hızla ve kolayca ulaşma isteğine bağlıyor.
Almanya’nın hedefi, aşırı sağla mücadele
Hükümet çevreleri sosyal medya düzenlemesini Almanya’daki muadiline benzetse de durum pek öyle gözükmüyor. Almanya geçtiğimiz günlerde Ağ Uygulama Yasası’nı (NetzDG) güçlendirerek güncelledi. 1 Ocak 2018’de yürürlüğe giren yasanın hedefi, 2 milyondan fazla kayıtlı kullanıcının bulunduğu sosyal ağ sağlayıcılarında nefret söyleminin yayılmasını engellemek. Bu amaçla NetzDG, sosyal medya platformlarından hukuksuzluğu bariz olan içeriklerin 24 saat içinde kaldırılmasını istiyor. Diğer her türden başvuruya ise sosyal ağ sağlayıcılarını 7 gün içinde cevap vermekle yükümlü kılıyor. Gerekçesini göçmen karşıtlığıyla, İslamofobiyle ve anti-Semitizmle (Yahudi düşmanlığıyla) mücadelenin oluşturduğu yasa, aynı zamanda suçu önceden önlemeyi ve çoğulcu demokratik toplumu korumayı amaçlıyor. Sosyal ağ sağlayıcılar özgür, açık ve demokratik iletişim kanalları olarak değerlendiriliyor.
NetzDG’nin hazırlanma süreci
Yasanın hazırlanma sürecine bakıldığında da Almanya ile Türkiye arasında farklar bulunuyor. Almanya hükümeti, düzenleme yasalaşmadan önceki üç yıl boyunca, nefret söyleminin yayılmasını durdurmak amacıyla dijital şirketler ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaptı. Bu işbirliğine Facebook, YouTube ve Twitter gönüllü olarak katıldı. Bu dijital platformlar Almanya için şikâyet ve başvuru mekanizmaları oluşturdu. Hem hukuk hem de dil alanında oluşturulan uzman ekipler gelen şikâyetleri inceleyerek ilgili içeriğin yasadışı olup olmadığını karara bağlamaya çalıştı.
Fakat koalisyon hükümetinin (Sosyal Demokrat) Aile Bakanlığı, 2017 yılında bu çabaların yetersiz kaldığını ileri sürerek ellerindeki bir çalışmayı şirketlere sundu. Bu çalışmaya göre kullanıcılardan gelen şikâyetler sonucunda YouTube yüzde 90, Facebook yüzde 39, Twitter ise sadece yüzde 1 içeriği silmiş ya da kullanıcıyı engellemişti. Oysa aynı şikâyetler kamu otoritesi tarafından yapıldığında Twitter ilgili içeriklerin yüzde 63’ünü kaldırmıştı. Bunun üzerine Almanya hükümeti sosyal ağ sağlayıcılarının şikâyet mekanizmalarının yetersiz olduğuna kanaat getirerek, şikâyetlere daha hızlı ve özenli cevap verilmesini zorlamak için NetzDG’yi yürürlüğe soktu. İçerik kaldırma talepleri reddedilen kullanıcılara da mahkemeye başvurma hakkı tanıdı. Ancak aynı şekilde, içeriği kaldırılan kullanıcının da dâvâ açma hakkı kabul edildi.
Teknik farklar
(1) NetzDG’de sosyal ağ sağlayıcıları açıkça tanımlanıyor: Kullanıcılarının birbiriyle veya kamuya açık halde internette içerik paylaşmasını sağlayabilecek şekilde dizayn edilen, kâr amaçlı hizmet sağlayıcılar. İnternetteki haber siteleri ile bireysel iletişim sağlayan ve özel içerik yayan platformların ise bunun dışında bırakıldığı açıkça belirtiliyor.
(2) Almanya verilerin tutulacağı yer konusunda da sosyal ağ sağlayıcılara herhangi bir yükümlülük getirmiyor.
Rapor yükümlülüğü
NetzDG’ye göre sosyal ağ sağlayıcısı şirketler, Türkiye’deki taslağın aksine, herhangi bir kamu otoritesine değil, kamuya açık şeffaflık raporu yayınlamakla yükümlü. Bu raporda şu bilgilerin yer alması isteniyor: Cezalandırılabilir eylemleri belirleme konusunda genel gözlemler; değerlendirme ölçütleri; şikâyetlerin sayısı ve sebeplerine göre sınıflandırılması; bu şikâyetleri işleme alan kişilerin eğitimi ve nasıl desteklendiklerine ilişkin bilgiler; şikâyet konuları hakkında aldıkları dış destek; karar süreçlerinde bağımsız kişilere danışma süreçleri; şikâyetlere dair sayısal, istatistiksel bilgiler.
Yasaya yönelik itirazlar:
Nefret söylemi – ifade özgürlüğü gerilimi
NetzDG yasasının çıkmasından sonra, bazı STK’lar ve siber haklar üzerine çalışan dernekler ifade özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle yasayı eleştirdi. Yasa çıktıktan sonra nefret ve kışkırtıcılık suçlarının azalmadığı belirtildi. Eleştirilerin önemli bir argümanı da, çevrimiçi bir içeriğin yasal olup olmadığını belirleme sorumluluğunu devletin özel şirketlere bırakmasıydı. Birleşmiş Milletler Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye, düzenleme hakkındaki kaygılarını iletirken, yasaya aykırı içeriklerin kaldırılması konusunda sosyal ağ sağlayıcılara çok kısa bir zaman aralığı verildiğini; bunun, içeriklerin gerekli değerlendirme yapılmadan kaldırılmasına yol açabileceğini söyledi.
Ayrıca, yazılan bir içeriğin yasadışı olup olmadığının ancak çok kapsamlı bir hukuki incelemeden sonra belirlenebileceği kaydedildi. Alman Federal Meclisi’nde yapılan oturumlarda uzmanlar, şirketlerin para cezası almamak için yasallığından şüpheye düştükleri içerikleri direkt engellemeyi tercih etmesi riskine dikkat çekti. Sınır Tanımayan Gazeteciler yöneticisi Christian Mihr ise bu yasanın, otoriter rejimlere benzer yasaları uygulama konusunda ilham vereceğini iddia etti. Tagesspiegel yazarı Harald Martenstein bu girişimi doğrudan “Erdoğanizme” benzeterek, yasanın muhalefeti susturmayı amaçlayan bir sansür uygulaması olduğunu savundu ve yasada geçen “açıkça hukuksuzluk” ifadelerinin ne demek olduğunun anlaşılamadığını söyledi.
Yasanın etkileri
Yasanın ilk etkileri kısa süre içinde görülmeye başlandı. Facebook ve Twitter, çoğunluğu aşırı sağcı ve göçmen karşıtı ifadeler nedeniyle çok takipçili hesapları ve içerikleri engelledi. Ancak bunlar arasında gazetecilerin ve mizah sitelerinin alaycı ve ironik yorumları da yer aldı. Bu durum eleştirileri güçlendirdi.
“İçeriğim haksız yere kaldırıldı” şikâyetiyle mahkemelere başvurular başladı. Mahkemeler ise ifade özgürlüğünü devletin kısıtladığı durumlarda yetkili olduklarını; ancak şirketlerin gözettiği topluluk kuralları karşısında sadece dolaylı etkide bulunabileceklerini söyledi. Şirketlerin anayasal mülkiyet hakları ile yurttaşların anayasal ifade özgürlüğünün çatıştığı durumlarda şirketler lehine kararlar da çıktı. Şirketlerin devlet tarafından para cezası riski olduğu gerekçesiyle kullanıcılarının ifade özgürlüklerini sınırlandırması anlayışla karşılandı. Bazı mahkemeler de sosyal ağların “topluluk standartlarının ihlali” gerekçesiyle kullanıcıları engelleme ve içerik kaldırmalarının yasadışı olduğunu, sosyal ağ sağlayıcıların bu içerikleri geri yüklemesi gerektiğini hükme bağladı.
NetzDG reformu
Şansölye Merkel, yasanın 2020’de yeniden ele alınacağını söylemişti. Yasa geçtiğimiz 18 Haziran’da güçlendirildi. İlgili suçların içeriği yasada tanımlandı. Bunun gerekçesi, silinen nefret içeriklerini yazan kullanıcıların bir sonraki gönderilerinde nefret söylemini yaymayı devam etmesiydi. Önceki halinde suç içerikli paylaşımlar sadece siliniyordu; şimdi ise ağ sağlayıcılara bu paylaşımlar açıkça suç içerikliyse federal polise bildirilmesi yükümlülüğü getirildi. Bu bildirimde ilgili sosyal ağın kullanıcılarının IP adresi ve port numarası gibi kişisel bilgilerinin de yer alması gerekiyor. Bunun amacı, suçu önleyebilecek etkili bir soruşturmayı garanti altına almak olarak açıklandı. Almanya’daki göçmen ve azınlıklara yönelen faşist saldırılardan önce internet ortamında yapılan kışkırtıcı paylaşımlar örnek gösterildi.
Bir yandan kişisel bilgileri, veri güvenliğini ve ifade özgürlüğünü korumak, diğer yandan ırkçılık ve nefret söylemiyle mücadele etmek etrafındaki tartışmalar sürüyor. Dijital şirketlerin, para cezası ödememek için mizahi, alaycı, ironik ve eleştirel içerik sahiplerinin kişisel bilgilerini de polise bildirebileceği tehlikesine işaret ediliyor. Hükümetin nefret ideolojisi ve suçuyla mücadele için toplumu daha fazla bilinçlendirme faaliyetlerine yönelmektense yasa çıkarma yoluna başvurarak kolaya kaçtığı söyleniyor.
Avrupa yolunu arıyor
Avrupa Birliği’nde, dijital dünyanın düzenlenmesine ve nefret söyleminin yayılmasını önlemeye yönelik arayışlar sürüyor. Tamamen kapalı olan Çin modeli ile herhangi bir düzenlemenin olmadığı ABD modeli arasında üçüncü bir yol aranıyor. Fransa’nın Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilen yasası da, Almanya’nın NetzDG yasası ve reform paketi de bu arayışla ilgiliydi. Ancak Fransa’daki düzenlemelerin ifade özgürlüğü gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi engeline takılması tartışmaların sonlanmadığını gösteriyor. Bu da Türkiye’deki tasarının Avrupa ülkeleriyle benzerliğini gölgeliyor.
Twitter’ın açıkladığı şeffaflık raporlarında, taleplere yanıt alma açısından Almanya ile Türkiye arasındaki farklar yasal mevzuattan değil, ifade özgürlüğü standardından kaynaklanıyor. 2012-2019 yılları arasında Almanya Twitter’dan 2193 bilgi talebinde bulunmuş; bu taleplerden 682’sine, kullanıcının tüm bilgilerinin paylaşılmaması kaydıyla olumlu yanıt verilmiş. Buna karşılık Twitter şimdiye kadar hiçbir kullanıcısının kişisel bilgilerini Türkiye’yle paylaşmamış. Bu tezat Türkiye’nin uluslararası ifade özgürlüğü endekslerindeki düşük puanıyla ilişkilendirilmekte. Sınır Tanımayan Gazeteciler’in açıkladığı dünya basın özgürlüğü endeksi sıralamasında Almanya 11. sırada yer alırken, Türkiye geçtiğimiz ay 154. sıraya yükselmiş bulunuyor.