Seyfi Teoman ekonomi okuduktan sonra Polonya’ya giderek sinema eğitimi almış genç bir yönetmen. 1977 doğumlu ve bir kaza sonucu 35 yaşında hayatını kaybetti. Minimalist sinema yeteneği çok şey vaat ediyordu. İlk uzun metrajlı filmi olan Tatil Kitabı (2008) kasabanın görünmeyen derinliğine ışık düşürmekle kalmıyor, konformizmi, babayı, otoriteyi, muhafazakarlığı suçlu aramadan, meseleleri ağırlaştırmadan nazara veriyor. Genç yaşta çektiği ve üç haftada tamamladığı Tatil Kitabı’nda turist akınıyla bilinen bir Akdeniz kasabasının (Silifke) içlerinde ne olduğuna bakmaya çalışmış. Dışarıdan gelenlerin hızlı ve gürültülü dünyasına karşılık, sakin dalgalarla kıyıya vuran dip dalgalarla insanı içine çeken hayatlar.
Her minimalist yönetmen gibi kamerayı sabit bir yere koyup önünden akıp giden hayata odaklanıyor yönetmen. Kasabanın denize nazır kalesinin, uzaklarda dalgalanan Türk bayrağının önünde tatil sevinciyle evlerine dağılan ilkokulun öğrencilerinin düşe kalka koşturması. Filmin başrol oyuncusu küçük Ali bir tepeye tırmanırken ayrılıyor kalabalıktan. Seçiliyor çünkü onun adımlarıyla izleyeceğiz kasabanın ahvalini.
Yönetmen görüntüleri pazıl gibi parça parça vermeyi seçmiş. Biraz geriye gidip son dersi izliyoruz. Öğretmen “gezin tozun ama size dağıttığım tatil kitabındaki hikayeleri okuyup bilmeceleri çözün alıştırmaları yapın bu size çok iyi gelecek” diye uğurluyor çocukları. İstiklal marşının okunması, tebeşir, önlük ve koşup terlemiş çocuk kokusunun birbirine karışması. Bu kuş cıvıltısına benzeyen seslerle dağılma sahnesi için bile filmi izlemeye değer.
Ali’nin başına gelen yaşına göre çok ağır. İleri sınıflardan bir çocuk dağıtılırken derste olmadığı gerekçesiyle kitabı elinden zorla alıp uzaklaşıyor. Kasaplık yapan amcasından borç para isteyip kitabı kırtasiyeden almak istediğinde sadece büyük şehirlerde bulabileceğini öğrenmesi de ayrı bir darbe. Kasabanın kıt imkanları gerçeğine duvara çarpar gibi çarpmak. Çalışkan başarılı bir çocuk olan Ali’nin büyüme serüveni hızla işler böylelikle. Neyse ki İstanbul’da askeri lisede okuyan ağabeyinin gelişiyle mutlu olacak bir sebep hasıl olmuştur.
Filmin odağında oğullarının hayatını onların eğilimlerini dikkate almadan düzenlemeye kalkan otoriter baba vardır ama baba kolayına aşağılanıp harcanmaz. Çünkü o bir kasabada olabilecek en iyi yolla evine bakmaya çalışan ve kendini ailesi için en doğru olan neyse onu yapmakla mükellef gören biri. Birçok baba gibi çocuklarının geleceği hakkında da karar verme vazife ve salahiyetini kendinde görür.
Anne her ne kadar çocukların kendi kararlarını verme hakkını savunsa, onlara özgür bir alan açmaya çalışsa da, baba için bu, annelerin çocukların geleceğini şumullü düşünemeyen boş merhametinin göstergesidir sanki.
Veysel askeri okul tazminatının ödenmesi talebiyle gelmiştir çünkü sivil bir üniversitede işletme okumak ister. Babaya göre hazır devlet bedava okuturken bu nimete sırtını dönmek maceraya atılmaktan başka bir şey değildir. Gece karanlığında yürüyerek düşünen Veysel ise daha fazla imkan ve özgürlük getireceğine inandığı yolunda sabit kademdir ve tazminat parasını nereden sağlayacağını düşünür.
Her kasabalıda orada harcandığı duygusu belli belirsiz vardır, özellikle de yeni yetişen gençlerde. Kasabın yanında çalışan kalfa mesela, Mersin’de büyük bir marketin et reyonunda çok daha iyi kazanıp özgürleşeceğini düşünür. Yaşlı bir müşteri “oralarda ezerler seni burada karışanın görüşenin yok rahatça çalışıp helalinden kazanıyorsun” dese de gidememe ukdesi sızıldamaktadır kalfanın içinde.
Ali yorgun ve dinlenmesi gerek anneye kalırsa ama baba farklı düşüncede, sabah erkenden onunla birlikte yazıhaneye gidip ticareti öğrenmeli ve bir zanaat sahibi olmalıdır. İş tutmayı öğrenmesi için bir kutu sakız verip satmasını ister Ali’den. Babası da onu inşaatlara götürmüştür vaktiyle hayatı öğrensin diye, kızmıştır illa ki ama şimdi Allah razı olsun demektedir. Bağırarak sakız satmayı beceremez Ali, çoğunu annesine satar ama ikinci kutuyu sakladığı yerden çalan çocuğun haksızlığını sineye çekmez bu sefer. Tezgah açan çocuğun sakız kutusunu bir tekmede savurur etrafa. Kendisine yâr olmayan sakızları başkasına da yar etmemeyi, arkasından yetişen şerli çocuktan yediği dayak pahasına öğrenir böylelikle.
Amca figürü de önemli. Babanın tezlerini destekleyecek hatalarla kasabaya dönmüş ve daha önce hor gördüğü işi devralıp ölen babasının kasap dükkanını işletmeye koyulmuştur. Ankara’ya üniversite okuyacağım diye gidip son sınıftayken bir kızla evlenen, geçim derdiyle okulu bırakan, sonra boşanıp kasabaya dönen ve kasap olan amca. Kasabalı ailelerde garantili yaşamlar konformist yaklaşımlar telkin edilmekte, gençlerin ucu görünmeyen maceralara atılmasına sıcak bakılmamaktadır. Aileler işi garanti bir meslek edinmeyi destekler, mesela doktor, hemşire, avukat olmak iyidir ama sosyoloji felsefe sanat okuyacağım diyen bir çocuk ailenin başına bir felaket gelmiş gibi görülebilir. Filmdeki en çarpıcı mesaj muhafazakar toplumlarda bir iki farklı çıkış olsa da genelde mevcut yapıyı eleştirenler ve bir çıkış arayanlar, sonunda aynı otoriterliği ve kurulu düzeni devralmayı tercih ederler.
Kocasının bir dostu olduğu şüphesi annenin içini kurt gibi kemirmekte, huysuz ve anlayışsız hallerinden bizar olmaktadır. Yine de adam kaza geçirip hastaneye düştüğünde şifa muskası yaptırıp yatağının altına iliştirir, bir kadının başında kocasının bulunması gibisi yoktur çünkü. Televizyonda kadın programlarında hak arayan kadınları izler komşularla birlikte ama gerçek hayat bambaşka akmaktadır.
Baba ölmüş tatil bitmiştir. Amca başta Veysel’e destek olsa da babanın bir kaza sonucu ölümüyle işler değişir. Büyük şehir hırs ister, para olsa zaman, zaman bulunsa para olmaz istediğini yapmaya. Yüreğinin sesini dinle diyen amca askeriyeye devam etmenin faziletlerinden söz etmektedir artık. Ağabeyinin limonculuğunu da devralmıştır, limon toplamaya tarlalara götürülmesi gereken kadın ve erkek işçileri pikabıyla evlerden alıp bahçelere tevzi etme işini ve ürünün kasalanıp satılmasını üstlenmiştir bile. Filmin başında kapının önünü süpüren anne yine süpürür, Ali giyinip okul yoluna çıkar, Veysel otobüse binip İstanbul’da subay olmaya gider, amca işçiler için kornaya basmaktadır. Tatilde baba ölmüş, bir sayfa kapanmışsa da hayat kaldığı yerden devam edecektir.
Öğretmenin sözleri özetler aslında tatilde yaşananı, “bu tatilde hepiniz biraz daha büyüdünüz bir üst sınıfa geçtiniz çocuklar.”