Ana SayfaGÜNÜN YAZILARITelevizyonlardan canlı izlediğimiz bir saldırı daha…

Televizyonlardan canlı izlediğimiz bir saldırı daha…

Savaşı televizyonlardan canlı olarak izleyişimizin 30 yıllık bir tarihi var. Başlangıcı, 1991’de Irak’a saldırarak ABD yapmıştı. Fakat bu defa sadece savaşın en kötü sonucu olan ölüm ve yaralanmaları değil, insanların çektiği öteki acıları da izliyoruz; bombalardan kaçmak için metroya sığınanları, artık boşalmış market stantlarını, başka bir ülkeye gitmek için tren istasyonlarında bekleyen iğne atsan yere düşmeyecek korkmuş kalabalıkları, sevgili kızı ile vedalaşan bir babayı, yeni doğmuş bebeklerin sığınaktaki görüntülerini…

Televizyonların canlı yayımladığı ilk savaş Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı değildi. 17 Ocak 1991’de başlayan Körfez Savaşı’nda da aynısı olmuştu. Amerika Birleşik Devletleri’nin, Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldıran Irak’ın eski lideri Saddam’a karşı başlattığı savaşı da tüm dünya televizyondan izlemişti. Ama sadece bombaların düşüşünü izliyorduk, bugün de mesela fosfor bombalarının atıldığını görüyoruz ama gördüğümüz bununla sınırlı kalmıyor; bir zırhlı aracın kendi halinde yolda seyreden bir aracı ezme görüntüsünün vahşiliğine de şahit oluyoruz. Sadece savaşın en kötü sonucu olan ölüm ve yaralanmaları değil, insanların çektiği öteki acıları da izliyoruz; bombalardan kaçmak için metroya sığınanları, artık boşalmış market stantlarını, başka bir ülkeye gitmek için tren istasyonlarında bekleyen iğne atsan yere düşmeyecek korkmuş kalabalıkları, sevgili kızı ile vedalaşan bir babayı, yeni doğmuş bebeklerin sığınaktaki görüntülerini… Savaş sırasında elbette çeşitli istatistikler yayınlanıyor veya bu tür sonuçların olabileceğini herkes biliyor, ama insanların ölümlerinin sayıya indirgenmesinden veya olabilecekleri tahminden çok farklı olarak bu görüntüler infial uyandırıyor insanlar üzerinde.

Ben daha ziyade Rusya’nın kendi içinde bu saldırıyı kabul edilemez bulduklarını çeşitli şekillerde ifade eden hareketlere değinmek istiyorum. Bunların içinde Meyerhold Tiyatrosu Müdürü Elena Kovatskaya’nın, “Bir katilden maaş alamam” diyerek Putin’i katil olarak nitelendirip istifa etmesi var… Rus tenisçi Andrey Ruble’nin maça raketindeki “savaşa hayır” sloganıyla çıkması var… Savaş öncesinde adına pek de aşina olmadığımız Rusya’nın en yüksek tirajlı iş dünyası gazetesi Kommersant, RB gibi yayın organlarının da bulunduğu kurumlardan 295 gazetecinin saldırıyı kınayan bir açıklama yapması var (hatta bu medya organları arasında TASS gibi bir resmî devlet ajansının yer aldığını da öğreniyoruz sosyal medya aracılığıyla)…

“Keder ve utanç içindeyiz” başlıklı savaş karşıtı bir bildiri yayımlayan muhalif Rus gazetesi Novaya’ya ayrı bir başlık açmak lazım. Gazetenin 2021 Nobel Barış Ödülü sahibi yayın yönetmeni Dimitri Muratov Ukrayna’yı düşman olarak görmediklerini vurgulamak için gazeteyi artık Rusça ve Ukraynaca olmak üzere iki dilli olarak yayımlayacaklarını duyurdu.

Ardından Kremlin sözcüsü Dimitri Peskov’un kızı Elizavata’nın sonradan silse de Instagram’da “savaşa hayır” paylaşımını okuduk. Yine Georgy Kurakin’in tweet’inden, içinde kendisinin de olduğu 300’den fazla bilim insanının savaş karşıtı bildiri imzaladığını öğrendik. Bir kısmını televizyonlarda bizim de izlediğimiz Rusya’da kalabalık savaşa hayır gösterilerinde çok sayıda insanın gözaltına alındığını biliyoruz.  

Bu savaşta ilgimizi çeken bir husus, her iki liderin diğer ülkedeki halka seslenmesi. Genelde liderler rakip halkları düşmanlaştırıp kendi halkından destek almayı düşünürken bu savaşta her iki lider karşı devletin halkını neredeyse müttefik olarak görmüştür. Ukrayna lideri Volodimir Zelensky, Rusya halkından kendilerine yönelik bu saldırıya karşı çıkmasını isterken Rusya lideri Vladimir Putin Ukrayna halkından, 2019 yılında oyların yüzde 70’inden fazlasını alarak seçilen Cumhurbaşkanını değiştirmesini istiyordu.

Bütün bu yeni olgular, Rusya’nın yönetim şekli tam demokrasi sınıfına girmese de bu gösteriler, bu gösterilerin sebep olabileceği sonuçlar, demokrasinin uluslararası alanda ve yurt içinde barışı destekleyip desteklemediği sorusunu yeniden düşündürtüyor. Demokrasi ve barışın birbirine bağımlı olduğu söylenir. Bu çerçevede Alman felsefeci Immanuel Kant (1724-1804), iki yüzyıl önce yayımlanan Ebedi Barış isimli kitabında demokratik devletler arasında işbirliği, karşılıklı saygı ve anlayış gibi ortak prensiplere dayalı barışçıl ilişkilerin yerleşeceğini söylemişti.  Kant’ın daha ziyade teorik açıklamaları artık günümüzde sosyal bilimlerde de önem verilen empirik çalışmaları ile de desteklenmiştir. Sosyal bilimlerdeki veriler ve derin tartışmalar için bu köşe yazısı elbette uygun bir yer değil ama en azından savaşın ilk günlerinde ülke içinde görülen bu gösteriler savaşın uzun sürmeyeceğinin, dün telaffuz edilmeye başlanan müzakere masasının en kısa zamanda kurulacağının habercisi gibi okunabilir mi acaba?

- Advertisment -