Ana SayfaYazarlarTolstoy ve Gandhi

Tolstoy ve Gandhi

 

Vakıfbank Kültür Yayınları’ndan çıkan Tolstoy-Gandhi Mektuplaşmaları (*) adlı kitap, bize bu iki dev isim hakkında önemli bilgiler veriyor. Evvelâ, pasif direnişin sembol ismi Gandhi’nin, Rus edebiyatının devlerinden Tolstoy’un en büyük hayranlarından biri olduğunu öğreniyoruz.

 

Tolstoy 1828, Gandhi 1869 doğumlu; aralarında 41 yıl ve birkaç kuşak var.  Gandhi’nin bıyığı yeni yeni terlemeye başladığında, Tolstoy ünlü bir yazar; romanları ve özgürlük, yaşam, inanç gibi konulardaki makaleleri ile dünya çapında bilinen bir isim. İkilinin yolu ilk defa, Gandhi’nin 24 yaşındayken Tolstoy’un Tanrı’nın Egemenliği İçinizdedir başlıklı kitabını okumasıyla kesişir.

 

Tolstoy bu kitabında Hıristiyanların kendi dinlerinin temel ilkesine karşı tavırlarını tartışır. Ona göre “kötülüğe karşı şiddetle direnmeme” Hıristiyanlığın en temel yasasıdır. Ama bu dinin mensupları, bilhassa savaş ve devlet şiddeti söz konusu olduğunda, bu yasaya uymakta başarısız olurlar. Aksine, Hıristiyanlar savaşı ve adaletsizliği Hz. İsa’nın adıyla meşrulaştırıp yalana batarlar. Kitabın sonunda Tolstoy, okurlarına kendi içlerine bakıp hakikati görmeleri için kişisel bir çağrıda bulunur.

 

Yapman gereken kendini yalandan kurtarmaktır, durumun kaçınılmaz surette kendiliğinden değişecektir. İnsanın özgür olmaktan nasibini aldığı ve üzerinde tam kontrol sahibi olduğu tek bir şey vardır yaşamda, bunun dışında her şey onun kudreti dışındadır. Bu yegâne şey hakikati görmek ve dile getirmektir.  (s.8)

 

Okudukları Gandhi’yi derinden etkiler; kafasındaki sorular cevabını bulur, şüpheleri ortadan kalkar. Tolstoy’u okuduktan sonra Gandhi, Hint dinlerinde temel bir erdem olarak kabul edilen; “zarar vermeme” ve “şefkat” anlamlarına gelen ahinsa öğretisinin katı bir inananı haline gelir (s.9).  

 

“Sözde Hıristiyan milletler”

 

1908’de Free Hindustan dergisi, Tolstoy’a Hindistan’daki İngiliz zulmü hakkında bir mektup yazar. Derginin iki sayısı da Tolstoy’a ulaşır. Free Hindustan’ın temel tezi şudur:

 

Saldırganlığa karşı direnmek, meşru olmakla kalmaz, zorunludur da; direniş karşıtlığı hem diğergâmlığa hem de benlikçiliğe terstir. (s.69)

 

Tolstoy derginin iki sayısını inceler; bir azınlığın bir çoğunluğa uyguladığı zulüm ve bunun sebebiyet verdiği ahlâki bozulmanın, kendisini de uzun zamandır meşgul eden bir konu olduğunu belirtir.  Genelde bu meseleye ve özelde Hindistan’da yaşananlara dair görüşlerini, “Bir Hindu’ya Mektup” başlıklı uzun bir makalede dile getirir.

 

Mektubuna, Hindistan’da fiziksel ve zihinsel açıdan kabiliyetli iki yüz milyonu aşkın insanın, “kendilerine düşünsel olarak yabancı ve dini ahlâk açısından kendilerinden kıyas götürmez seviyede aşağıda olan küçük bir insan grubunun hükmü altında” olduğunu anlatarak başlar. Ona göre, Hindistan’ın başına gelenlerin temel sebebi “akla uygun bir dini öğretinin” eksikliğidir. Bütün marazların altında,

 

yaşamın manasını açıklayarak davranışımıza rehber olacak, yüce bir yasa tedarik edecek ve sahte dinin, sahte bilimin şaibeli kaideleriyle birlikte bunlardan çıkan ve yaygın biçimde adına ‘medeniyet’ denilen gayri ahlaki neticelerinin yerini alacak akla uygun bir dini öğretinin eksikliği olduğu görülmektedir. (s.58)

 

Free Hindustan dergisinde okuduklarından Tolstoy, Hindistan’a yön veren kanaat önderlerinin, kendi halklarının yaşadığı ve yaşattığı dini öğretilere artık kulak asmadığı sonucunu çıkarır. Onlar kendi dini inançlarının gereğini yerine getirmektense, İngilizlerin ve “diğer sözde Hıristiyan milletlerin” din ve ahlâk dışı toplumsal düzenlerine uyma çabasındadırlar. Çözülmeyi ve köleleştirmeyi yaratan da budur.

 

Hint halkının İngilizler tarafından köleleştirilmesinin tek olmasa da en önemli sebebi tam olarak bu dini bilincin ve bu bilinçten tomurcuklanacak ahlâki rehberin noksanlığında — günümüzde bu noksanlık, Doğuda ve Batıda, Japonya’dan Amerika’ya bütün milletlerde benzer biçimde yaygındır — yatmaktadır. (s.59)

 

“Sahte dinin mazeretleri ve kutsallaştırılan bilimin aptallıkları”

 

Peki, akla dayalı dinin temel ilkesi nedir? Tolstoy’a göre cevap basittir: sevgi. İnsanlar için doğal olan, birbirlerine eziyet etmek ve birbirlerini öldürmek değil, birbirlerine yardım etmek ve birbirlerini sevmektir. Bu sevgi ilkesi farklı zaman ve mekânlarda, farklı karmaşık ve berraklık derecelerinde tecelli etmiş; Brahmanizmden Museviliğe, Zerdüştlükten Budizme, Yunan ve Roma bilgeliğinden Hıristiyanlık ve İslâmiyete kadar bütün inançlarda ifadesini bulmuştur.

 

Ne var ki bu sevgi yasasını çiğnemek ve insanlar arasında şiddet kullanımını meşrulaştırmak için kimi zaman “dini,” kimi zaman “bilimsel” tezler ileri sürülmüştür. Tolstoy, ister dini ister bilimsel, şiddeti hoş gören bütün bu tezleri hükümsüz sayar. Onun nezdinde, ne sahte dinin mazeretleri ve ne de kutsallık atfedilen bilimin aptallıkları kabul edilebilir. Şiddete — velev zorbalığa karşı şiddete — hak verdirecek hiçbir gerekçe olamaz. Bu itibarla Tolstoy, Free Hindustan’ın “saldırganlığa karşı direnmek meşru ve zorunludur” düsturuna karşı çıkar ve bunu “Avrupalı öğretmenlerin aptallığını tekrarlamak” olarak niteler:  

 

İnsanlığı bütün marazlarından kurtaracak yegâne yol sevgidir ve halkınızı kölelikten kurtaracak tek yol da bunun içindedir. Kadim çağlarda, halkınızdaki hususi kuvvet ve duruluk nedeniyle sevginin, insan yaşamının dinsel temeli olduğu ilân edilmişti. Sevgi ve kötülük yapanlara karşı zora dayalı direniş, sevgi kavramının bütün sezgisini ve anlamını ortadan kaldıracak kadar birbirine tezattır. Peki, sonra? Yirminci yüzyılda, dindar bir halkın yanında yer alan siz, iç rahatlığıyla, onların yasasını reddediyor, bilimsel aydınlanmanızdan ve bunu uygulamaya hakkınız olduğundan emin görünüyorsunuz ve (yanlış anlamayın) şiddet kullanımının taraftarları olan — önce teolojinin, ardından da bilimin uşağı olan hakikat düşmanı — Avrupalı öğretmenlerinizin içinize zerk ettiği aptallığı tekrarlıyorsunuz. (s. 69)    

 

“Kötülüğe iştirak etme”

 

Tolstoy, Hintlileri köleleştirenlerin İngilizler değil bizzat Hintlilerin kendileri olduğunu söyler. Çünkü onlar da şiddete olumlu bir anlam yüklemekte ve “insanlığa içkin ebedi sevgi yasasını” tanımamaktadır. Şiddete şiddetle karşılık vererek kölelikten kurtulmanın olanağı yoktur. Yapılması gereken, İngiliz saldırganlığına şiddetle mukabele etmek değil, onların kötülüklerine iştirak etmemektir.   

 

İster yönetimin şedit eylemlerinde olsun, ister mahkemelerde, isterse vergi toplamada ya da bilhassa askerlikte olsun, kötülük yapanların eylemlerine direnmeyin. Onlara kötülüklerinde iştirak etmezseniz, bu dünyada kimse sizi köleleştiremeyecektir. (s.71)

 

Reenkarnasyon problemi

 

Tolstoy’un Hindistan hakkında yazdıkları Gandhi’yi harekete geçirir. Gandhi, Hintlilerin büyük bir kısmının milli bir iştiyaka sahip olduğunu düşünür.  Ama bunun gerçekte neyi ifade ettiği; daha önemlisi, bu iştiyakın amacına ulaşması için nasıl bir metot takip edilmesi gerektiği noktasında kafaların karışık olduğunu belirtir. İki yöntem vardır. Biri, şiddete başvurmaktır. Gandhi, bunu bir musibetin yerine başka bir musibeti koymak olarak görür. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak için şiddeti reddeder.

 

Diğeri ise, Tolstoy’un şiddet karşıtlığıyla yol almaktır. Gandhi, 1909’da Tolstoy’a  bir mektup yazar ve “Bir Hindu’ya Mektup”u tercüme etmek, 20 bin nüsha basıp dağıtmak istediklerini belirtir. Bir de ricası vardır: Tolstoy’un yazısındaki, reenkarnasyondan vazgeçmeyi öğütleyen satırlar Gandhi için bir problemdir. Çünkü Hindistan’da ve Çin’de milyonlarca insan reenkarnasyona çok büyük bir değer biçmektedir. Bu nedenle Gandhi, Tolstoy’dan reenkarnasyonla ilgili kısmı çıkarmak için izin ister.

 

Cevabi mektubunda Tolstoy, yazısının İngilizceye tercüme edilmesinden büyük bir mutluluk duyduğunu ifade eder. Reenkarnasyonla ilgili fikirlerinde bir değişiklik olmadığının ve reenkarnasyonun insanlığın geleceğinde bir başarı ihtimalinin bulunmadığının altını çizer. Ama yine de Gandhi’ye dilerse o kısmı silebileceğini söyler.

 

“İtaatkâr hizmetkârınız Gandhi”

 

İkili arasında böyle başlayan ilişki ilerleyen dönemlerde gelişir. Karşılıklı mektuplar gider gelir. Mektuplarda çok zarif bir dil kullanılır. Gandhi, dönemin İngiliz nezaket kuralları çerçevesinde mektuplarını “Your obedient servant [İtaatkâr hizmetkârınız] Gandhi” diye imzalarken, Tolstoy buna “Dostunuz ve kardeşiniz Tolstoy” şeklinde mukabele eder.

 

Fakat her konuda hemfikir değillerdir. İki dost iki noktada ayrışır. Birincisi, Tolstoy mutlak bir direnmeme taraftarıdır. Gandhi ise pasif direnişi savunur. İkincisi, Tolstoy devletin şiddetle ayakta durduğunu düşünür; mevcut hükümetleri ve kurumları bütünüyle mahkûm eder. Gandi ise bunun yanlış olduğu kanaatindedir; devletin ve kurumların insanların yararına kullanabileceğini ifade eder.

 

Gandhi, Tolstoy’un önemli romanlarını okumamıştır. Sadece bazı kısa hikâyelerini bilmektedir. Ayrıca din ve ahlâk reformu konularındaki geç dönem yazılarından haberdardır.  Tolstoy’a üç konuda borçlu olduğunu belirtir.

 

Birincisi, vazettiği şeyi ifa etmesi, hakikat timsali olmasıydı. İkincisi, şiddet karşıtlığının çağımızdaki en büyük havarisi olmasıydı. Üçüncüsüyse, ‘ekmek-emek’ öğretisi, yani herkesin ‘herkesin ekmek için bedeniyle emek vermek zorunda olduğu’ öğretisiydi. (s.12)

 

Mektuplar sayesinde biz, bir taraftan Tolstoy’un Gandhi’nin düşünce dünyası üzerinde bıraktığı derin ize, diğer taraftan da kötülüğe karşı verdikleri şiddet dışı mücadelede birbirlerine sundukları fikri desteğe tanık oluyoruz.

 

Başlı başına iki bilgenin o akıcı, duru ve zarif dillerine muhatap olmak bile insana iyi geliyor.

 

(*)Tolstoy-Gandhi Mektuplaşmaları. Türkçesi: Fahrettin Biçici; Vakıfbank Kültür Yayınları, 2018.

- Advertisment -