Ana SayfaYazarlarToplumu muhatap almak

Toplumu muhatap almak

Biz AKP’yi destekleyenlerin 2011’den sonraki kutuplaşma ve kavga ortamından çok şey öğrendiği açık. Benim durumum kısaca “AKP destekçisi” olarak anılabilir, ama özellikle Gezi’yle bir milat haline gelen AKP eleştirilerinin ayyuka çıktığı dönem, her seçimde AKP’yi desteklemiş biri olarak Gezi’de bulunmuş, Gezi’yi desteklemiş ve bu fenomene inanılmaz önem vermiştim. Tabii o zaman”‘büyük yarılma” tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaya başlamıştı. Benim adına “eski Taraf liberalleri” dediğim ve bugün de AKP destekçisi ilan edilmiş grup, başta Yıldıray Oğur olmak üzere Gezi’yi bir kalemde harcamıştı. Bir müddet sonra Gezi’ye hakkını vermek için, adına “ilk üç güncüler” denilen bir “gerçek Gezi grubu”na atıfta bulunuldu ama bu, Gezi’nin daha bir görmezden gelindiğinin işareti haline geldi. Beni ise, Gezi’den yararlanmak isteyen parazitler, onu işlerine geldiği gibi kullanmak isteyen solcular, işin darbeye doğru gitmesi için dua eden ulusalcılar rahatsız etmedi. Koskoca bir halk hareketinin içinde herkesin kendi zihniyetine göre bir şeyler bulacağı aşikâr olduğuna göre, ben Gezi’nin evrildiği yöne değil de başlangıcına bakmayı tercih ettim. Bu yüzden de AKP’yi desteklememe rağmen sıkı bir Gezi savunucusu oldum. Çünkü Gezi — kim ne derse desin ve nereye evrilmişse evrilsin — halkın bir itirazından başka bir şey değildi. Halk, iktidarda sevmediği bir şeyi görmüş, bu rahatsızlığını siyaseten gösteremediği ve uzun süre bastırdığı için de bir noktadan sonra patlamıştı.

Bunları şu yüzden anlatıyorum: O dönem hem okuduğum, AKP’yi destekleyen yazarlar, hem AKP’ye oy vermiş çevremdeki insanlar, hem de bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisi, Gezi’yi bir itiraz olarak değil bir tehdit olarak algıladı. Ben Gezi Parkı’nda, Gezi’ye destek verirken AKP’yi desteklediğimi öğrenenler şoke oluyorlardı. Birlikte uzun süre Gezi’de takıldığım ve beni pek de tanımayan bir arkadaşım laf arasında benim yine AKP’ye oy vereceğimi öğrenince attan düşmüşe dönmüştü. O zaman bu durumun bizim ülkeye has olduğunu düşünmüştüm. Bizler aslında bir olay gerçekleştiğinde dikotomik olarak hemen uçlara savrulup, saflarımıza çekiliyorduk. Oysa ben eğer insanlar AKP’ye kızgınsa neden kızgın olduklarına kulak verilmesi gerektiğini düşünüyordum, ama bu AKP’nin düşmesi gerektiğini savunduğum anlamına gelmiyordu. Bu minvalde bakıldığında — dikkat edin — AKP’yi eleştirip AKP’yi desteklemeye devam eden kişi sayısının inanılmaz az olduğunu göreceksiniz (zaten seçimden sonra AKP’ye yapılan en büyük eleştiri de bu değil mi?).

Dolayısıyla kabaca bakıldığında ben AKP’nin eleştirilecek yığınla hatâsı ve yanlışı olduğunu düşünen ve bu hatâlarını ona göstermek isteyen biriyim. Bugün ve gelecek de dâhil olmak üzere amacım hiçbir zaman AKP’nin tarihe gömülmesini istemek olamaz. Tayyip Erdoğan’ın diktatörleştiğini, yargıya müdahale ettiğini, ülkeyi iç savaşa sürüklediğini, ülkeyi soyup soğana çevirdiğini düşünenler, onun ve AKP’nin burnunun sürtülmesini ve hatalarından ders almasını istemiyorlar. Onlar özellikle Gezi’den bu yana AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın bu ülkenin başına gelmiş en korkunç şey olduğunu ve yok olmaları gerektiğini düşünüyorlar. Dolayısıyla onların lügatinde eleştirmek yok; onlar yok etme peşinde.

Hal böyleyken AKP’siz bir dünyaya uyanmak isteyenlerin AKP’nin en azından iktidardan düştüğünü gördüğü bir seçim, paha biçilmez bir zevk yaşattı bu kesime. Çevremde AKP’nin oylarındaki düşüşten çılgınlar gibi memnun olanlar, bu aralar her gördükleri yerde bana “nanik” çekmekle meşguller. İşin aslı kısaca “oyduk mu?” diyorlar. İşte o zaman yine Gezi’de hissettiğim o durumla karşılaştığımı anlıyorum. Sanki AKP bizim babamızın malıymış gibi. Sanki bir takım tutuyormuşuz da o takım şampiyonluğu kaçırmış gibi muamele görmek…

AKP dediğimiz şey, bir parti. Bu parti Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş başarılara imza atmış; ben “öyle” diyorum diye “böyle” olmuş bir parti değil ki… Bu arkadaşların anlamadığı şey şu: mesele topluma bakmak, toplumun yanında yer almak. Biz AKP’ye değil topluma bakıyoruz. Toplumun dönüşümünü en iyi temsil eden parti kimse, ülkeyi o yönetir. AKP bunu on yıldır büyük bir başarıyla yaptı. Oysa AKP bir görüntü sadece, toplumun bir yansıması. Toplum neyi istiyor ve tercih ediyorsa o oluyor (toplumun yeknesak bir bütün olmadığı, toplum derken neyin kastedildiği başka bir yazının konusu). Düşünün, bir parti tam yüzde 50 oyla iktidar olmuş; daha sonra dışardan ithal edilmiş başkaları değil, aynı toplum bu partiye olan oyunu yüzde 40’a indirmiş. Nasıl Gezi bir itirazdıysa, bu seçim de bir itirazdır. Gezi ile bu seçim arasında bir fark yoktur. Kaba bir mantıkla söylenen “Gezi’de yapamadıklarını sandıkta yaptılar,” çok haklı bir yorumdur bu yüzden. Olay AKP’nin kendisine bakmak değil, öze bakmak. O öz de toplumun kendisi.

Bu gözle bakınca, biz AKP’yi destekleyenlere “oyduk mu?” denmesi pek çocukça. İşin sağlaması hiçbir zaman bir partiyle yapılamaz. İş halkta biter. Diyelim AKP’nin oyları iyice düştü ve zamanın diğer sağ partileri gibi yok olup gitti. Bunun anlamı AKP’nin zamana ayak uyduramayıp halk tarafından bertaraf edilmesidir. Bu parti elindeki potansiyeli değerlendiremezse, eleştirilere kulak asmayıp yok olup giderse ne yapılabilir ki? Mesela HDP toplumun iyi bir temsilcisi olsa, oylarını her geçen gün arttırsa, bir Türkiye partisi haline gelse o zaman da HDP’ye yatırım yapmaya başlarız. Dolayısıyla AKP’nin oylarının düşmesi hayırlı bir itirazdır ve bunu değerlendirip değerlendirmeyecekleri kendilerine kalmış bir şey. “Boşuna heveslenme, AKP artık sona yaklaşıyor” diyen arkadaşlarıma cevabım da çok açık bu yüzden: “Bana ne! Onu sona yaklaştıran da halk değil mi?”

 

- Advertisment -