Ana SayfaYazarlarTrump’ın açtığı kapıdan giren mevzular

Trump’ın açtığı kapıdan giren mevzular

 

19 Aralık 2018 günü ABD’nin sağı solu belli olmayan başkanı Trump’ın attığı bir tweet bölgemizde siyaseti allak bullak etti.

 

ABD Suriye’deki askerlerini kısa zamanda çekecekti.

 

ABD’nin Pentagon (Savunma Bakanlığı), Centcom (Ortadoğu ve Orta Asya Merkezi Komutanlığı) ve diğer derin yapı unsurlarımnın mızıldanmasına, karşı ataklarına ve onların içinden gelen misilleme gibi istifalara rağmen, nice gel-git sonrasında anlaşıldı ki başkanın ağzından çıkan sözün gereği yerine getirilecek.

 

Şimdi, bölgede söz sahibi olan ya da  sahada alan tutan güçler arasındaki ilişkilerin yeni duruma bağlı olarak değiştiğini, farklı dengelerin ve ittifakların oluştuğunu görüyoruz.

 

Üç hadise öne çıktı. ABD askerinin çekilme takvimi, Türkiye sınırına güvenli bölge ve aniden patlamaya başlayan bombalar.

 

Bu bombalar kime?

 

Patlayan bombalardan başlarsak… Eylemlerde DEAŞ’ın imzası olsa bile, bu saldırıların Trump’ı askerlerini bölgeden çekme kararından vazgeçirmek için yapıldığı ilk akla gelen şey.  

Böyle düşünülmesinin nedeni, ABD başkanının, çok değil bir ay önce çekilme kararını esas olarak DEAŞ’ın nihai olarak yenilmiş olmasına bağlaması.

 

Bu karara beklenmedik ölçüde geniş bir yelpazeden tepki geldi. ABD ile içli dışlı olan Arap ülkeleri, Uluslararası Koalisyon’da yer alan Batılı ülkeler, İsrail, PYD/YPG/SDG…

 

Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ), İdlib’de El Nusra’yı çok kısa bir sürede neredeyse silip bölgenin yüzde seksenini ele geçirmesi bu döneme rastladı ve o yöre şimdi barut fıçısı gibi.

 

İsrail, birtakım bahanelerle Suriye’deki bazı İran güçlerinin mevzilerini ağır bombardımana tuttu, tutuyor.

 

Bunlara Trump’tan kurtulmaya çalışan ABD’nin etkin odakları Pentagon’u ve Centcom’u, Amerikan derin devletinin bilinen ve bilinmeyen kurumlarını,  rahatsız Cumhuriyetçileri, kararlı Demokratları ve geride kalan bütün muhalifleri de katabiliriz.

 

Peki, bütün bunlar Trump’ı kararından vazgeçirebilir mi? Bunun olmayacağını, en fazla sürecin biraz uzayacağını, bazı esnemelerin görülebileceğini ama çekilmenin önümüzdeki birkaç ay içinde gerçekleşeceğini öngörebiliriz.

 

Güvenli bölge ama nasıl?

 

Gündeme oturan diğer hadise ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinde Trump’ın Fırat’ın doğusu için önerdiği, Kuzey Suriye boyunca Irak sınırına kadar uzanacak 20 mil (32 km) derinlikteki “güvenli bölge.”

 

Türkiye bu konuya “beka”, “terör” ve  “ulusal güvenlik” gibi ağır kavramlarla yaklaşıyor. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı askeri operasyonlarını bu bakışla yaptı. Girdiği bölgelerde buna göre düzenler kurdu.

 

“Kimlere karşı ve kimlerle güvenli bölge” sorusuna verilen yanıtlar çok farklı.

 

Türkiye şimdi aynı anlayışla, ”tehdit altındayım, terör örgütü kabul ettiklerim uzaklaşmalı ve bölge benim kontrolümde olmalı” diyor.

 

ABD ve Rusya orta yol arıyor. Hem Türkiye’yi tatmin etmenin, hem de Esad’ın ve PYD/YPG’nin az çok kabulleneceği bir modelin peşindeler.

 

PYD/YPG durumun hayli değiştiğini görmekle beraber, hem küresel güçlerle temasında, hem de Esad’a yaptığı teklifte elini olabildiğince yukarıdan açmaya çalışıyor. 

 

Esad’a gelince; Rusya’nın getireceği her çözüme razı olacağı bilindiği halde, bütün Suriye toprağını kontrolü altına alacak gücü varmış gibi bölgenin kendisine bırakılmasını istiyor. 

 

Gelinen nokta itibariyle kimsenin tam istediğinin olamayacağını görmemiz için galiba biraz daha zamana ihtiyaç var.

 

Gücün karşı konulmazlığı (!)

 

Mevcut güç realitesi içinde, Irak sınırından Fırat’ın kıyısına ulaşan 460 km’lik sınır şeridinin kimin kontrolüne bırakılacağı büyük ölçüde ABD ve Rusya arasındaki mutabakatla belirlenecek.

 

Anayasal rejim, toprak paylaşımı, Kürtlerin statüleri, komşu ülkelerin bölge güvenliğine ve istikrarına dair beklentileri… bu iki küresel gücün uzlaştığı çerçeveye bağlı olarak şekillenecek.

 

Güç ve sahada alan tutma da rol oynayacak. Türkiye’nin Cerablus ve Afrin’i kontrol ediyor olması ve 80 bin kişilik bir mekanize kuvveti sınıra yığması bunu gösteriyor.

 

Ancak ortada yıkılmış bir ülke, yorgun, bitkin ve dağılmış bir halk var. Beklenti bir an evvel savaşın sona ermesi, güvenlik ve barışın tesis edilmesi, demokratik ve kucaklayıcı bir rejimin inşa edilmesi. Yaraların süratle sarılması, başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelerin de yararına olacak.

 

Rusya ve ABD’nin kotardığı model

 

Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesinde dile getirdiği  “güvenli bölge” önerisinin pek de yeni olmadığı; ABD ve Rusya’nın, özellikle uzun Türkiye sınırına getirilecek çözüm modeli konusunda uzun bir süredir hazırlık yaptıkları basına yansıdı.

 

Habertürk gazetesi Washington temsilcisi Serdar Turgut, bu iki gücün en az bir yıl önce genel hatlarıyla mutabakata vardığını açıkladı.

 

Serdar Turgut, Fırat’ın doğusu için farklı modeller (veya model adları) önermelerine rağmen iki ülkenin genel olarak anlaştıklarını belirtiyor. Turgut’a göre Rusya, “Kuzey Irak modeli”ni,  ABD, “Kamışlı modeli”ni tercih ediyormuş.

 

Üzerinde anlaşılan model, Suriye Kürtlerine belirli bir statü tanıyor ve üniter anayasal rejim içinde bir “Kürt yapılanması”nı benimsiyor. Federatif devlet olmadan, kültürel ve idari özerkliği esas alan, sınırları belli, tek bayrak olarak Suriye bayrağının dalgalandığı bir yapılanma getiriyor. Sınır güvenliği Suriye ordusu tarafından sağlanıyor. Polis gücü ise yerli Kürtlerden oluşuyor.

 

Modelin, Putin’in Ortadoğu danışmanı Vitaly Naumkin tarafından hazırlanıp bir yıl önce ABD’de yetkililere sunulduğu, takiben diplomatik temaslarda parça parça ortaya sürüldüğü dikkat çekiyor.

 

Kanton sistemi galiba geride kaldı

 

Kuzey Irak’ta gerçekleşen modelin ortaya çıkış sürecini henüz unutmamış olan Türkiye’nin, PYD/YPG’nin de rol üstleneceği bir Kuzey Suriye modelini kabullenmesinin kolay olmayacağı belli. Zaten Türkiye, sınırdaki büyük askeri yığınağı böyle bir ihtimalin önüne geleceğini az çok kestirdiği için yaptı.

 

Türkiye, Rusya’nın ve kısmen ABD’nin kabulüyle gerçekleşen Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla, Cerablus ve Afrin’i kontrolüne (ya da ÖSO ile birlikte kontrolü altına) aldı. Irak sınırından Akdeniz’e kadar uzanacağı ileri sürülen Kürt kimlikli kantonal oluşumun batı kanadı böyle engellendi.

 

Gündemden düşmeyen “Fırat’ın doğusuna operasyon” söyleminin ve askeri hazırlıkların da bu amaca matuf olduğunu biliyoruz. Kıbrıs harekâtında devreye sokulan askeri gücün iki mislinin sınıra yığılmasının ciddi bir baskı yarattığı, diplomatik temaslardan bile anlaşılıyor.  

 

Ancak bu kez, başta ABD ve Rusya olmak üzere Esad, Batılı koalisyon ülkeleri, İran ve doğal olarak PYD/YPG, herhangi bir TSK harekatının önüne geçmeye çalışıyor. Türkiye’nin PYD/YPG’yi daha güneye sürerek kuzeyde fiili bir “güvenli bölge” oluşturmasına ve burayı tek başına kontrol etmesine engel olmak istiyorlar.

 

Tam bu aşamada, PYD/YPG ile Esad yönetimi arasında gelişen yeni ilişki dikkat çekiyor.  Şam yönetimi ile PYD/YPG arasındaki temasın, Fırat’ın doğusuna dair önerilerini karşılıklı olarak birbirlerine sunabilecekleri noktaya kadar ilerlediğini gösteriyor.

 

PYD/YPG ne istiyor, Esad ne veriyor?

 

“Suriye Gündemi” isimli internet sitesinden yapılan yayına göre, PYD/YPG’nin Esad yönetiminden bazı talepleri şöyle:

 

“Kürtlere özerklik; ayrı bayrak; Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Suriye ordusunun bir parçası olması; özerk yönetimlerin polis gücünün bölge meclisine bağlı olarak ve anayasa çerçevesinde çalışması; özerk yönetim temsilcilerinin Şam merkezi parlamentosunda yer alması; özerk bölgelerde anadilde eğitim, Suriye’de resmi dil Arapça; Suriye’nin doğal zenginliğinin adil şekilde paylaşımı…”

 

Karar gazetesinin 21 Ocak 2019 tarihli nüshasındaki habere göre, buna karşı Esad’ın PYD/YPG’ye verdiği yazılı teklifte (mealen) şunlar yer alıyor:

 

“Suriye merkezi ve üniter bir devlettir; Beşşar Esad tüm Suriyelilerin başkanıdır; doğal kaynaklar tüm Suriyeliler için ulusal zenginliktir; dış politika, Anayasa’da yer alan ülkenin genel politikasına göre yapılır; Suriye Arap Cumhuriyeti’nin bayrağı tektir; SDG’nin devletin tek ulusal ordusunun içinde olması müzakere edilebilir; yeni anayasa, yeni siyasi partiler yasası, anayasal yargı reformları yapılmalıdır; Şam özyönetimi tanıyacaktır; Kürtlere yönelik ayrımcı uygulamalar kalkacaktır; Süryaniler, Türkmenler, Araplar gibi Kürtler de Suriye halkının bir bileşeni sayılacaktır.”

 

Uyumlu unsurlar olduğu kadar, uzlaşılması zor maddelerin de bulunduğu bu pazarlığın belli bir aşamada sonuç vermesi ihtimal dışı değil.

 

Bir ihtimal daha!

 

Güvenli bölge sınırı içinde, Kobane ve Cezire dahil 15-20 yerleşim var ve nüfusun ağırlığını Kürtler oluşturuyor. Bir süredir kimlikleri fiilen kabul edildi ve muhatap alınıyorlar. Onların PYD/YPG’nin etki alanının dışında kaldığı ya da bu oluşumlarla gönül bağlarının bulunmadığı ileri sürülemez.

 

İşte Türkiye “güvenlik tehdidi”ni ileri sürerek böyle bir coğrafyayı kontrolü altında tutmak istiyor. Bunu sürekli kılabilmek için de ABD gibi büyük devletlerin lojistik desteğine ihtiyacı olacağını söylüyor. Hattâ başka bazı ülkelerin askerlerinin de bulunabileceğini ifade ediyor.

 

Barış ve Çözüm süreci aslında Suriye’de çökmüştü. Bu çöküşte iktidarın bazı uygulamalarının ve başka birçok gelişmenin yanı sıra, özellikle PKK’nın Suriye iç savaşından doğan fırsatları kullanarak büyük hedeflere ulaşma ihtimaline öncelik vermesinin tâyin edici rolü unutulamaz.

 

Bugün PKK Türkiye’ye karşı savaşı bırakıp silâhlı güçlerini sınır dışına çekse, HDP’nin liderliğindeki demokratik siyaseti yegâne seçenek olarak tanımlasa, sanıyorum Türkiye’nin PYD/YPG ile olan hikâyesi başka türlü sonuçlanır.

 

 

- Advertisment -