İstanbul ve Antalya'nın ortak noktası
“Türkiye ve turizm” dendiğinde, dünyada akla gelen ilk iki anahtar sözcük, İstanbul ve Antalya'dır. 2 şehrin ortak bir özelliği var: Her ikisinin de merkezinde, tren garı yok. Antalya'da yolcu treni hiç yok, İstanbul'da ise trene ancak Pendik'ten binilebiliyor. Antalya'da metro ve banliyö treninin de olmadığını belirtelim…
Tren ağının tüm ülkeyi sarması (birçok turist için, ağın kapsayıcılığı, yani “coherence”i, hızdan daha önemlidir) turiste (tren kullanmayan turiste bile) güven verir. Latin Amerika'nın güvensiz imajı, biraz da tren ulaşımının yetersizliğinden kaynaklanıyor olabilir mesela. Sadece Fransa,İtalya,Japonya,Güney Kore gibi “1.lig” turizm ülkelerinde değil; mesela Tayland'da bile, tren ülkedeki hemen hemen tüm önemli turistik merkezlere ulaşımı sağlıyor. Tek ciddi istisna, Latin Amerika.
Kültür Turizmi, Genç Turistler
Tren demek, kültür turizmi ve “güvenli/kolay planlanabilir/öngörülebilir/bireysel yolculuk hissi” demektir. Uçaktan iner inmez araba kiralayacak derecede “direksiyon ustası” olanlar ve yatla/helikopterle takılan sosyetikler dışındaki hemen hemen tüm “kültür” turistlerinin; treni önemsediğini,sevdiğini söyleyebiliriz. Trenin önemli bir özelliği de, turistlerin, özellikle de genç turistlerin, yerel halkla etkileşimine, genelde, diğer ulaşım araçlarının çoğundan daha fazla imkan vermesi. İtalya'nın önde gelen tarihi kentleri arasında tıkır tıkır işleyen trenlerde sık sık görülen Japon turistleri düşünelim… Bu insanların, aldıkları tren biletleriyle İtalyan devletine kazandırdıkları paradan çok, İtalya'ya kattıkları “küresel aura”ya imrenmiştim.
Levent Garı
Bu arada, mesela Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının yeniden açılmasının(ki bu zaten çok düşük bir ihtimal,o da ayrı konu) İstanbul'daki durumu tam anlamıyla değiştirebileceğinden emin değilim. Ama, şehrin modern ve genç yüzünde, diyelim ki Levent'te, şık ve işlevsel bir tren garı olabilseydi, hele bir de bu tren garına havaalanından aktarmasız ulaşılabilseydi; bunun çok daha farklı bir etkisi olabilirdi.
“Levent Garı”ndan kalkan, sadece 2-3 kentte duraklayan hızlı ve şık bir trenle, 5-6 saatlik bir yolculuk sonrasında Antalya Merkez Garı'na ulaşan, orada aktarma yapıp Side'ye geçen Fransız,Kanadalı,Uzakdoğulu gençler hayal ediyorum… Paket turla gelecek 100 kişidense, böyle bir formatla gezen 1 genç, uzun vadede ülkeye daha fazla enerji/zenginlik(bu ilk etapta doğrudan ekonomik zenginlik olmayabilir)/prestij/kültürel alışveriş katamaz mı?
Ütopik Mi?
Söylediklerimi ütopik bulanlarınız olabilir. Bazı ülkelerden gelen turistlerin, genelde bizim toplumla kaynaşmaya çok meraklı olmadıklarının, kendi aralarında takılmaktan daha çok zevk aldıklarının, sahildeki küçük bir tatil köyünde/kasabasında kendi aralarında yiyip/içip/dansederek kendilerini mutlu hissettiklerinin (mesela Antalya tren garında aktarma yaparken büyük ihtimalle bir romantizm falan hissetmeyeceklerinin) ve daha fazlasına ihtiyaç/merak duymadıklarının bilincindeyim. Elbette, bu turist tipi, daha iyi bir tren ulaşım ağını gerektirmiyor… Paranın önemli bir kısmı da bu turist tipinden kazanılıyor, bu da doğru. Bunun yanısıra, Türkiye'nin kıyılarının engebeli/girift yapısının ve tren yolu inşasının görece zor oluşunun, herkes kadar ben de farkındayım.
Turizmdeki Sıkıntılar
Evet, meseleye salt ekonomik/teknik boyutta bakıldığında, özellikle kısa vadede, turizmi canlandırmak bağlamında; tren hatlarının geliştirilmesine gelene kadar, çok daha öncelikli şeyler olabilir. “Bize uçuk tren teorilerinle zaman kaybettirmek yerine; Türkiye'deki otellerin, uçak biletlerinin pahalılığını, kötü kahvaltı veren kazıkçı otelleri, personelin kalitesizliğini eleştirsen, daha yararlı olursun” diye düşünenleriniz varsa, onları da anlayışla karşılayabilirim… Turizm açısından ülkemiz adına sıkıntılı geçmekte olan 2016 yılında; dış politikanın turizme etkisinden, otellerin fiyat politikasına, fiyat politikalarından turist kalitesine kadar, birçok açıdan değerlendirmeler yapılıyor. Ben “ulaşım araçları” açısından,tren açısından bakmayı denedim.Varsın ütopik desinler, hayalci desinler, lüks peşinde desinler…
Latin Amerika, Türkiye, tren yetersizliği
Bu konuda Türkiye'yle benzerlik gösteren(yani hem turizmde iddialı olmaya çalışıp hem de tren taşımacılığında güçsüz olan)ülkeler, esas olarak, sadece Latin Amerika'da var. Bildiğim kadarıyla, Rio de Janeiro ile Sao Paulo, Mexico City ile Cancun arasında, düzenli tren ulaşımı yok. Tren, Latin Amerika'nın önemli kısmında geri planda olan bir ulaşım aracı. Tabii bu konuyu değerlendirirken, Latin Amerika ülkelerindeki mesafelerin çok uzak oluşunu da hesaba katmak gerekiyor. Mexico City ile Cancun arasındaki mesafe, 1600 km.'den fazla. Brezilya'nın kuzey sahilindeki kentlerden güney sahilindeki kentlere, 4000 km.'yi aşan mesafeler var. Zaten, “Antalya'da tren yok, ama Cancun'da da tren yok” diyerek “kendimizce durumu kurtarmaya” çalışmanın anlamı yok. Sonuç olarak, Cancun'un standartları ve küresel popülerliği, Antalya ile kıyaslanamayacak bir noktada.
Banal Paket Turlar
Latin Amerika'dan Türkiye'ye dönüyor ve “esas soru”larımı tekrarlıyorum: “Kum,güneş ve denizi (hatta bazen tarihi de) banal paket turlar üzerinden satma” mantığını aşıp; genç ve dinamik turistler kazanmak istiyorsak, bunun bir formülü de, treni hatırlamak, trene(yeniden) ağırlık vermek değil mi? “Osmanlı tarihi turizmi”nin merkezi olan Bursa'da, deniz turizminin merkezi olan Antalya'da, ülkenin en önemli metropolü İstanbul'un merkezinde, turizmin yükselen yıldızı Doğu Karadeniz'de tren garı bulamadığımız bu koşullarda; turizmde yenilikçi bir hamlenin gelişmesini ne kadar mümkün görebiliriz?