spot_img
Ana SayfaManşetTürk milliyetçileri arasında

Türk milliyetçileri arasında

Dr. Andreas Vischer, İsviçre Ermeni Dostları Birliği üyesidir. Amerikan Yardım Teşkilatı temsilcileri ile birlikte Ermeniler ve tüm ihtiyaç sahiplerine yardım amacıyla Urfa Hastanesi’nde çalışır. Urfa’da bir yıl boyunca (1919-1920) tanık olduklarını kaleme alır ve rapor haline getirir. Rapor, ilk olarak 1921’de Basel’de kitap olarak yayınlanır.

Andreas Vischer, 1877’de Basel’de doğar. Tıp eğitimi alır, 1904’te Basel’de cerrah olur. 1905’te Urfa’daki Alman Şark Misyonu Hastanesi’nde çalışmaya başlar. 1914’te yaz aylarında İsviçre’de tatildeyken 1. Dünya Savaşı çıkar. Harp şartları, uzunca bir süre Urfa’ya dönmesine müsaade etmez. 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra görev yerine dönme fırsatı doğar. Çeşitli hükümetlerden izin alması ayları bulur, sonunda 1919 Haziran’ında Urfa’ya varır.

Vischer, İsviçre Ermeni Dostları Birliği üyesidir. Amerikan Yardım Teşkilatı temsilcileri ile birlikte Ermeniler ve tüm ihtiyaç sahiplerine yardım amacıyla Urfa Hastanesi’nde çalışır. Urfa’da bir yıl boyunca tanık olduklarını kaleme alır ve rapor haline getirir. Rapor, ilk olarak 1921’de Basel’de kitap olarak yayınlanır.

Vischer, 1919 Haziran’ında Urfa’ya tekrar döndüğünde şehir İngiliz işgali altındadır. İngilizler 1919 Mart’ında, Urfalı Müslümanların Urfalı gayrimüslimlere hasmâne tutumlarını gerekçe göstererek Urfa’ya işgal ederler. O zamanki Urfa Hıristiyanları, Süryaniler ile Ermenilerdir. Ermeniler, uzak-yakın çevrelerden toplatılıp Urfa’ya getirilenler ile çoğunlukla Ermeni tehcirinden arta kalan veya Müslüman ailelerce alıkonulan ve sonra serbest bırakılan kadın ve çocuklardan oluşur. İngilizlerin gelmesiyle birlikte Urfa’ya daha fazla sayıda Ermeni dönmeye başlar.

“Sonuç olarak Urfa’da Ermeni nüfusu erkek, kadın ve çocuk olarak tahmini 8.000’i bulmuştu. Bu sayı harpten önce yaklaşık 20.000 idi. Ben, geri döneneler içinde eski, tanıdık bir tek yaşlı Urfalı Ermeni’yi görmedim. Benim tanıdığım eski ve yaşlı Ermeni aileler yok olmuşlardı. Savaşların, tehcirlerin ve idamların sonucu buydu.” (s.11) 

“Mustafa Kemal liderliğindeki milliyetçiler”

İngilizlerin Ermenileri koruyacağı izlenimi şehirde gerginliği artırır. Müslümanlar bu duruma öfkelenir, kızgınlıklarını daha yüksek bir sesle dile getirirler. En küçük sorunlar bile büyür, kente güvensizlik ve panik havası çöker. 1 Kasım 1919’da İngilizler yerlerini Fransızlara devreder. İşgalin bitmesi beklentisi içinde olan Müslümanların memnuniyetsizliği bu gelişme karşısında katlanır. Fransızlara yönelen öfke, Hıristiyanlardaki endişeyi büyütür. Öldürülecekleri korkusu duyan Hıristiyanlar, 1920 Ocak’ından itibaren çarşı pazara gitmeyi keser ve kendi bölgelerine kapanırlar.

Şehrin huzursuzluğa kestiği bir ortamda Fransızlara karşı bir tepkinin organize edilmekte olduğu rahatça hissedilir hale gelir. Antep ve Maraş’ta Fransızlara karşı başlayan başkaldırıların Urfa’ya yansımamasının imkânı yoktu.

“Mustafa Kemal liderliğindeki milliyetçilerde -ki Urfalı Müslümanlar da onun düşüncelerini takip ediyorlardı- büyük bir hareketlilik gözleniyordu.” (s. 14)

Bir harekâtın eli kulağındadır artık, herkes hazırlığını buna göre yapmaya başlar. Bir saldırıda ilk hedef olacak Fransız karargâhı ve onun yakınındaki hastanenin çevresinde oturanlar, 5-6 Şubat’tan itibaren burayı terk ederler. Müslüman hastalar, iyileşip iyileşmediklerine bakmaksızın hastaneden ayrılırlar.

“Kürtler geliyor”

7 Şubat’ta Diyarbakır yönünden büyük bir toz bulutu şehre yaklaşır. Toplanan kalabalık “Kürtler geliyor” diye bağırır. Vischer, dürbünle gözlem yapan Fransız subaylarına olan-biteni sorar. Subaylar, tanınmış Kürt beylerinden Badıllı Sait Bey’in kendilerine bir yazı gönderdiğini söylerler. Sait Bey, Fransızlardan 24 saat içerisinde Urfa’yı boşatmalarını ister, aksi takdirde adamlarıyla birlikte saldırıya geçeceğini belirtir. Fransızlar hazırlıksızdır.

“Fransızların savaş gücü, iki tabur Fransız piyade birliği, bir Cezayir süvari bölüğü ve 40-50 Senegalli askerden ibaretti. Askerlere muntazam olarak izin verildiğinden toplam asker sayısı 450-500’ü geçmiyordu. Fransızların topları da yoktu. Buna karşılık makineli tüfek ve mitralyözleri ve birçok el bombaları vardı.” (s. 20)

8 Şubat’ta Sait Bey’in Fransızlara verdiği ültimatomun süresi biter. Herhangi bir olay olmaz. Şehirde her şey sakin görünür. Ancak çok sayıda silahlı Kürdün şehre girdiği, bütün caddelerin onlarla kaynadığı ve Urfalı Müslümanların da silahlandığı bilgisi yayılır. 9 Şubat’ta sabahleyin önce bir patlama olur, onu uzun bir sessizlik izler, ardından her taraftan kurşun yağmaya başlar. Hastane kapanır, dışarısıyla irtibatı kesilir.

“Böylece çoktan beklenen hasmâne tutum saldırıya dönüşmüş oldu ve bizim de dünya ile irtibatımız kesilmiş oldu. Doğrusu Kürtlerin ve Türklerin bu saldırısına anlam veremiyorduk. Çünkü Fransızlar, Türk hükümetiyle anlaşmıştılar ve barış içindeydiler. Fransız subaylarının da beklemedikleri bir şeydi bu. Çünkü zaten burada kalmaları söz konusu değildi. Yoksa küçük bir Fransız garnizonunun koca bir halka karşı koyması mümkün değildi.” (s. 27-28)  

Paris’ten gelmeyen yardım

14 Şubat’ta saldırganlar (!), biri hastanenin yöneticisi Vischer’e diğeri de Fransızlara olmak üzere iki mektup gönderirler. Vischer’den Fransızlara yapılacak bir saldırıda zarar görmemesi için derhal hastaneyi boşaltmasını isterler. Fransızlara ise bütün silahlarını bırakmaları halinde serbest olup istedikleri yere gidebileceklerini bildirirler. Vischer hastanenin tarafsız olduğunu, tepesinde Kızılhaç bayrağının dalgalandığını ve üç saat içinde hastaneyi boşaltamayacağını ifade eder. Fransızlar ise bu talebi kesin bir dille reddederler.

Bir saldırı olabileceği düşüncesi, hastaneye sığınanları büyük bir korkuya sevk eder. Vischer hastaneyi, Fransızlar ile çatışma olması halinde tarafsız kalacaklarını söyleyen Ermenilerin mahallesine taşımaya çalışır ama başaramaz. 28 Şubat’ta Fransız bayrağı taşıyan bir uçağın Urfa semalarında görülmesi, kendilerine yardım geldiğini sanan hastane sakinlerinde coşkulu bir sevince neden olur. Lakin uçak bir-iki tur attıktan sonra uzaklaşır, sevincin yerini tekrardan korku ve ümitsizlik alır.

Muhasara uzar, hava giderek soğur. Fransızlar, Kürt evlerindeki ahşapların tümünü gasp ederler, bunları ısınmada, ekmek pişirmede ve ateş yakmada kullanırlar. Kuva-yı Milliyeciler, Fransızlara birçok kez durumlarının ümitsiz olduğunu belirten mektup gönderirler ve gereksiz yere kan dökülmemesi için onlardan teslim olmalarını rica ederler. Fransızlar ise buna, kendi hükümetlerinin izni olmadan yerlerini terk edemeyecekleri cevabını verirler.

Ancak Paris’ten ne bir haber ne de bir yardım gelir. Fransızların direnecek gücü kalmaz. Yenilgiyi kabullenirler. 8 Nisan’da Vischer’den aracı olmasını ve Urfa’yı boşaltacaklarına dair bir mektubu Türk yetkililerine iletmesini isterler. Vischer, beyaz bayraklı birini gönderir, ertesi gün taraflar anlaşırlar.

“9 Nisan öğle üzeri Fransız komutan ile milliyetçilerin komutanı ve beraberinde Mutasarrıf Ali Rıza Bey, köprü üzerinde savaşı sona erdirmek için buluştular. İki aydan beri ortalıkta hiç görünmeyen insan kalabalığı da damların üzerinde yerlerini almışlardı. Olacakları görmek amacıyla, sayısız insan kalabalığı toplanmıştı. Akşam Amerikalıları ziyarete gittik ve kendilerine evlerinde korunabilecekleri yerleri gösterdik. Ve o gece uzun zamandan beri ilk kez herkes tüfek ve top gürültüsü olmadan uyudu.” (s. 49)

“Vatanını seven herkes bunlar yapabilir”

Varılan anlaşma gereğince Fransız birliği Urfa’dan ayrılır. Ancak çok yavaş ilerleyen birliğe, tepelerle çevrili bir geçitten geçerken, her taraftan ateş açılır. Fransızların büyük bir kısmı öldürülür, kalanları da esir edilir. Vischer, mutasarrıfa bir mektup yazarak, Fransızların kalleşçe bir saldırıya maruz kalmalarının kendisini çok ürküttüğünü belirtir ve hastanedeki nöbetçilerin takviye edilmesini ister.

Vischer, Fransızların yerlerine yerleşen Türk subaylarıyla iyi ilişkiler kurar, sohbet esnasında onlara Fransızlara karşı yapılan haksızlığa tepkisini dile getirir. Türk subaylar, ona katılmazlar; ülkelerinin bölünmesine karşı vatanını seven herkesin bunları yapabileceğini, Türkiye’yi bütün güçleriyle diriltmek istediklerini söylerler. 20 Nisan’da Amerikalı bir heyet Urfa’dan ayrılır. Mutasarrıf, bu heyete Fransız Yüksek Komiserliği’ne iletilmek üzere bir yazı verir. Vischer’in bir göz atmak fırsatı bulduğu yazıda mutasarrıf, faturayı Fransızlara ve disiplinsiz Kürtlere keser:

“Yazıda kalleşçe davranıştan sıyrılmaya çalışıyordu. Türk yetkililere yönelik suçlamaları reddediyorlardı ve suçu Fransızlara atmayı deniyorlardı. Fransız birliği askeri şereflerine yediremediklerinden, silahlandırılmış Türk jandarmalarının eskortluk görevini, kendilerini emniyet içinde yerlerine ulaştırılması teklifini reddetmişlerdi. Bu boşaltma esnasındaki, çocuk ve kadınları kapsayan kayıplardan üzgündü; bunu disiplinsiz Kürtlerin, cezalandırılmadan geri çekilen Fransızlara olan kızgınlıklarından ötürü yaptıklarını, hükümetin bundan bilgisinin ve buna isteğinin olmadığını yazıyordu. Ayrıca Fransız askerlerin de suçu vardı. Beyaz bayrak çekmelerine rağmen Müslümanlara ateş açmışlardı. Bu yüzden onlar da kızgınlığa kapılıp birçok Fransızı öldürmüşlerdi. Her şeye rağmen birçok esir ve yaralının Urfa’ya getirilip iyi bakıldığını yazıyordu.” (s. 62-63)

“Ölüm korkusu içinde titreşip duruyorlardı”

Vischer, Fransızlara saldıranın düzenli ordu değil, her ırktan ve yaştan Müslümanın içinde yer aldığı Mustafa Kemal taraftarları olduğunu yazar. Çoğunu Urfa ve çevre kentlerden gelen Kürtler oluşturur, Urfalı Arapların çoğu ise uzak durular. Urfa’nın birçok Müslüman ileri geleni de, kendileriyle anlaşma yapılan düşmana arkadan saldırmayı İslam’a aykırı bulduklarından Fransızlara yapılanı ayıplarlar.  

Fransızların gitmesinden sonra bazı fanatikler Ermenilere saldırır. Hükümet, Ermenilerin tarafsız kalmalarının dostça bir davranış olduğunu söyleyip bu saldırıları anında bastırır. Ermenilere hükümet tarafından bir şey yapılmaz ama Müslüman halk Ermenilere karşı düşmanca bir tutum takınır.

“Ermeniler korku içindeydiler. Çünkü Ermenilere saldırılar hep böyle başlamıştı. Sudan bahanelerle tutuklamalar yapılmış, komplolar kurulmuş, arkasından ihanet bahanesiyle kitlesel katliamlar gelmişti. Urfa’dan ayrılmadan kısa zaman öncesine kadar aldığım haberlerde Urfa’da Ermenilere bir şey olmamıştı. Ama onlar ölüm korkusu içinde titreşip duruyorlardı. Çünkü Türkiye’nin diğer bölgelerindeki Ermenilerin akıbetini biliyorlardı ve kendilerini de aynı akıbetin beklediğinden korkuyorlardı.” (s. 67)

Eski oyun

30 Mayıs’ta Vischer ve eşi Urfa’dan çıkarlar. İlk durakları Halep olur, oradan Beyrut’a geçerler. Akabinde bir İtalyan vapuru ile İstanbul’a seyahat ederler.

“Konstantinapol’e girişimizde Boğaz’da pasaportumuz İngiliz-Fransız-İtalyan komiserliği tarafından kontrol edildi. Şehir, İtilaf birlikleri ile kaynıyordu, ama duyduğumuz kadarı ile milliyetçiler çok yakınlardaydılar. Marmara sahiline kadar kendilerini göstermişlerdi.” (s. 79)

Vischer raporunun sonunda, Türklerin sahip oldukları diplomatik ve politik hünerlerini kurtuluş mücadelelerinde çok iyi kullandıkları tespitini yapar.  Üstün güçlere karşı, enerjilerini değil, diplomatik kabiliyetlerini öne çıkararak başarıya ulaştıklarını söyler. Büyük güçlerin Türkiye’nin dostluğunu kazanmak için eski oyuna yeniden başladıklarını belirtir.

“Ankara’daki yeni iktidar sahipleri Batılı devletlerin birbirine karşı oyun oynamayı, özellikle Sovyetler Birliği’ni Batılı müttefiklere karşı kullanmayı son derece iyi bir biçimde becermektedirler. Fransızlar şimdi Suriye ile yetinmeyi ve bunu da Yunanistan’ı feda ederek yapmayı ve Türkiye ile dostluk kurmayı düşünmektedir… Mustafa Kemal ve onun taraftarlarının çabaları, ki biz buna Türkiye açısından takdirlerimizi ifade edebiliriz, şimdiden başarıya ulaşmıştır ve onlar ülkeleri için muhtemelen daha uygun şartlar elde etmeyi amaçlıyorlardı.” (s. 80)

Savaş koşullarında derin ıstıraplara şahit olarak geçirdiği Urfa günlerinin ardından Dr. Vischer, Basel’e döner ve bir muayenehane açarak 1930’daki ölümüne kadar yoksul mültecilerin yaralarını sarmaya devam eder.

* Dr. Andres Vischer, İsviçreli Bir Doktorun Türk Milliyetçileri Arasındaki Anıları, Çeviri: Abdulkadir Gürüz, Minerva Yayınları, Ankara, 2020.

- Advertisment -