Dergah Yayınları, yakın zamanda romantik milliyetçiliğin bizdeki belki de en önemli temsilcisi denebilecek olan Remzi Oğuz Arık’ın kitaplarını özenli bir baskıyla yeniden yayımladı.
Bu kitaplarda, Remzi Oğuz’un bir arkeolog ve siyasetçi olarak memleketin toprağıyla olan güçlü bağından süzülüp gelen oldukça içli, ‘Anadolucu’ tarih felsefesi ve kültür milliyetçiliğiyle bezeli yazılarını okumak, hamasetten uzak, ayakları yere (toprağa) basan, demokrasiye yürekten bağlı bir milliyetçiliğin nasıl mümkün olabileceğine dair dersler çıkarmak mümkün.
Kişisel olarak Remzi Oğuz’u çok severim. Benim için onun anlamı, kimsenin önemsemediği, çorak dağların arasında dertleriyle bir başına kalmış köylünün, büyük kentlerin çamurlu mahallelerinde parçalanan ailelerin, sefaletin, sahipsizliğin ve gelir adaletsizliğinin isyana dönüşen ‘mistik’ seslerinden biri oluşudur. Bütün siyasetini ve kalkınma hedeflerini, alın teriyle ve emeğiyle çalışan insanlar üzerine kuran bir anlayışın temsilcisidir. Özellikle gençlikte mutlaka okunması gereken isimlerdendir.
Okuyanlar onda, mesuliyet bilincinin ateşten bir kor halinde yandığını ve tarlasının kenarında kasketini ters çevirip namaza duran köylünün çaresizlikle karışık dinginliğini, içten içe yaşattığı derinliğin terennümlerini, zorbalığa tahammül etmeye ve kuvvetliden korkmaya alıştırılmış, sinmiş ve çareyi kurnazlıkta bulmuş insanımızın çehresini görebilirler.
Remzi Oğuz, memleket toprağının altında yatanları, derinlerinde barındırdıklarını açığa çıkarmak isteyenler için zorunlu bir başlangıç okuması gibidir. O, denebilir ki içimizdekini açığa çıkarmaya çalışmış bir arkeologdur.
Önce yerli ve milli olmak mı yoksa evrensel olmak mı tartışmasında tam arada bir yerde durduğunu hissettirir; aynı anda ikisi de olunabileceğine, hümanist bakışla memeleketçiliğin aynı şey olduğuna iyi bir örnektir.
Onun bir diğer önemli yanı da 1950’lerde Türkiye Köylü Partisi’ni kurmuş olmasıdır. Dergah’tan çıkan kitaplar arasında bildiğim kadarıyla ilk kez onun siyasi yazıları, konuşmaları ve Köylü Partisi’nin programını içeren bir kitap da yer aldı.
Burada Parti’nin kuruluş prensiplerine ve amaçlarına bakıldığında ilk bakışta tipik bir kalkınmacı ve ilerlemeci sağ parti gibi gözükse de ayrıntılarda çok önemli özgün tarafları olduğu görülebilir. Bir kaç örnek vermek gerekirse;
- Devlet teşkilatını idare edenleri her türlü siyasi tesirden, nüfuzdan, müdahaleden korumak… (Prensipler -6)
- Köy, Bucak, Belediye, İl İdarelerini merkezin vasiliğinden kurtarıp, idari muhtariyete eriştirmek… (Prensipler-8)
- Adaleti gerçekten mülkün esası halien koymak…(Prensipler-9)
- Çalışan büyük kitlenin (çiftçinin, işçinin, esnafın) her bakımdan iyi yetiştirilmesini sağlamak…(Prensipler-10)
- Köylünün ve çalışan büyük kitlenin – devletçe ayrı bir mevzu olarak henüz ele alınmayan – hayatını; içtimaî teminat altına almak (Prensipler-11)
- Millet murakabesini en tesirli şekilde tamamlayıp kuvvetlendirecek olan basın ve yayın hürriyetini, gerçek demokrasilerdeki serbestlik seviyesine çıkarmak (Prensipler-18).
Parti’nin kurucular listesi de hayli eşitlikçi ve temsil edicidir. Tuhafiyeciden ordinaryüslere, çok sayıda çiftçi ve operatöre bir büyük birlikteliğin amaçlandığı görülür.
Demokrasiye beslenen kuvvetli bir inanç sık sık kendini gösterir. ‘Köyleri demokratik hayatın ana temeli telakki ediyoruz’ demesi, köyden kente göçün patlamak üzere olduğu bir dönemde hayli önemli bir karşı çıkış niteliği ve katılımcılık çağrısı taşır. Kooperatifçidir, sermaye birikmesine karşı emek birlikteliğini savunur, toprak reformundan yanadır…
Türkiye Köylü Partisi, siyasi tarihimizde modern anlamda siyaseti gerçek sınırları ve anlamıyla ele alan son derece önemli bir denemedir. Remzi Oğuz’un bir uçak kazasındaki erken ve talihsiz ölümü bu denemenin akim kalmasına neden olsa da politik mirası, aldığı küçük oy oranlarının oldukça üzerinde olması gereken, gerçek bir siyasi parti hüviyeti gösterir.
Belirtmek gerekir ki Türkiye Köylü Partisi’nin bizatihi ismi üzerinde önemle durulması gereken bir örnektir. Olması gerektiği gibi öncelediği toplumsal kesimin adını net olarak ortaya koyar ve siyasi ve iktisadi bir doktrine sürekli atıf yapar.
Son kurulan İYİ Parti’yle bir kez daha gördük ki parti isimleri konusunda demokrasisini örnek aldığımız hiç bir yere benzemeyen bir tuhaflığın içindeyiz. Kurulan parti sayısının da son derece hastalıklı ve bize mahsus bir garabetin göstergesi olduğunu da görmezden gelemeyiz.
Bugüne kadar çok çeşitli Parti isimleriyle karşılaştık: AL Parti, Ayyıldız Parti, Diriliş, Cihan, Doğruyol, Anavatan, Doğuş ve Aydınlık, Engelsiz Yaşam Partisi, Genç Parti, Ergenekon Partisi, Güçlü Türkiye, Güven, Halkın Yükselişi, Hak ve Adalet, Hak ve Huzur, Hak ve Eşitlik, Hür Dava, İşçi Kardeşliği, Merkez Partisi, Önce İnsan Partisi, Saadet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi, Sağduyu Partisi, Türk Parti, Yüce Diriliş Partisi, Adalet Partisi, AK Parti, İyi Parti…listeyi uzatmak mümkün.
Daha çok sağda karşılaşılan bu Parti ismi gibi olmayan parti isimleri bize ne söylüyor? Neden bu kadar çok, büyük çoğunluğu itibariyle adı sanı bilinmeyen, herhangi bir politik karşılığı olmayan partiler bir kurulup bir açılıyor ve bunun kime ne faydası oluyor? Bu soruların hepsini değilse bile bazılarını cevaplamaya çalışabiliriz.
Özellikle sağ partiler, ideolojik bir bağlantıdan ve doğrudan siyaset yapmaktan kaçınan bir tavırda olmuşlardır. Bunu da ‘kitle’ partisi olmak gibi oldukça belirsiz bir kavramlaştırmayla açıklamaya çalışmışlardır. Kimi zaman ‘dava’ partisi olmak da ‘ideolojiler-üstü’ bir genel partinin ifadesi olmuştur.
İsim verememe, içeriğin yeterince berrak olmamasına, üzerinde siyaset yapılan toplumsal ve düşünsel birikimin yeterince kökleşmemiş ya da derinlere inen köklerinden yeni bir siyasal anlam çıkarılamamış olması gibi sorunlara işaret ediyor olabilir. Siyaset yapmadan siyaset yapmaya çalışmanın ve darbeler tehlikesine karşı ideolojisizleştirilmişliğin pragmatik bir sağ siyasete dönüştürülmesidir biraz da. Popülizme her zaman için açık bir kapı bırakılarak ideolojisizleştirilmişliğin yarattığı boşluk kapatılmaya çalışılır.
Böyle olunca, ne kadar parti programınız, amaçlarınız ve temel prensipleriniz olsa da tutarsızlıklara düşmeniz, sürekli çelişkili bir çizgide ilerlemeniz kaçınılmaz. Kitle partisi demek birbiriyle çelişen görüşleri uzlaştırabilme becerisi demek belki biraz da ve siyaseti, neredeyse bütünüyle –ve sadece- iktidar olmaya ayarlayan –ve de indirgeyen- bir Makyavelizm’e kapı aralaması da aynı ölçüde kaçınılmaz.
Nereden ve neden geldiği tam olarak anlaşılamayan oylarla büyüyen partilerin bir anda yere yığılması da yine iskeleti tam olarak oluşturulamamışlığın, partiyi ayakta tutan siyasi tabanın temsilcisi olamamanın, sınırları olmayan akışkan bir birlikteliğin bir yansıması oluyor çoğu kez.
Biliyoruz ki iyi demokrasilerde partiler birbirlerinin muarızı oldukları kadar tamamlayıcılarıdır da. Hepsi birlikte, bütün bir siyasal toplumu oluştururlar. Muhafazakarlık olmadan liberallik, sosyalizm olmadan milliyetçilik tam olarak kendini var edemeyecek kadar eksik kalır. Dolayısıyla Parti isimlerinin de bu temel doktrinlere atıf yaparak varolması beklenir. Oy oranları değişkenlik gösterse bile temel sınırlar genellikle nettir ve başkaca ideolojilerle olan içiçe geçmelere bağlı oy geçişkenlikleri çoğu kez bir kopma ve yere yığılma içermeyen, geçici durum değişiklikleri gibidir.
Diğer bi nokta olarak tıpkı bir milletvekilinin seçildikten sonra yerel bir temsilci olmaktan çıkıp bütün bir ülkenin ve seçmenlerin temsilcisi oluşu gibi partiler de sadece kendi seçmenlerini temsil etmezler. Diğer bir deyişle, siyasal bir toplumda her bir seçmen aynı zamanda muhafazakar, aynı zamanda sosyalist, liberal ve milliyetçidir. Daha doğrusu siyasal alanı oluşturan temel eğilimlerin hepsiyle belirli oranlarda bir ilişkisi, içiçeliği ve kesiştiği tarafları vardır ama baskın olan ya da öne çıkan eğilim üzerinden bir siyasal tasavvur oluşturulmuştur.
Vurgunun nereye yapılmasını, hangi politikaların ve siyasal eğilimin merkeze alınmasını belirlemede bu farklı doktrinlerin bambaşka sonuçları olacaktır ama hiçbiri gerçek anlamda bir diğerinin alternatifi ya da karşıtı değildir. Bu nedenle yeterince iyi işleyen bir Parlementer sistem olmaksızın siyasal alanın gerçek anlamda demokratikliğinden söz etmek mümkün değildir. Her sağ siyaset, içinde solu her sol siyasette sağı belli ölçülerde barındırır. Bu kadar çok sayıda küçük Partiye sahip oluşumuzun önemli nedenlerinden biri de, genel siyasal doktrinlerden kopuk, ‘arındırılmış’ ve kendini dışarıya kapatmış bir ideolojiye ulaşma çabasıdır.
‘Doğru Yol Partisi’ durumu en iyi anlatan örnek bana göre. Pragmatik, muarızlarını alçaltan, ideolojileri hiçleştiren ve siyaseti indirgeyen, sağ siyaseti oldukça iyi karakterize eden bir başlığa sahip. Her an ‘büyük dava’ya kapı açabileceğiniz, partiler üstü bir dil tutturabileceğiniz, her kesimi kucaklayabileceğiniz ve bütün tutarsızlıklarınızı parti programı haline getirebileceğiniz son derece ‘kullanışlı’ ve koruyucu bir şemsiye.
Türkiye Köylü Partisi, ne kadar ‘köylülüğü’ temsil ediyor ve boynu bükük köylünün haklı davasını siyasete taşımayı hedefliyorsa Doğru Yol Partisi de bir o kadar ‘kasabalılığı’ ve şark kurnazlığının siyasetini davalaştırmayı temsil ediyor gibi. Sağı anlamamız için oldukça iyi bir kavramsal araç sağlıyor sanki.
Ancak gerçek anlamda siyaset yapılamıyorsa ve insanlar gerçeklikten çok hayale yatırım yapıyorsa doğru yol diye bir parti ismi verebilir ve dahası iktidar olabilirsiniz.
Siyaset yapmadan siyaset yapmanızla iktidara gelmişseniz de kolaylıkla vesayetlere ve darbelere açık hale gelirsiniz. Gelen her türlü eleştiriyi eleştirenlerle olan karşıtlığınız üzerinden göğüsleyebilirsiniz. Nerede durduğunuz zaten akışkan ve muğlak olduğu için hakim rüzgarlara göre konum alabilirsiniz. Bünyenizde her eğilimden zaten biraz bulunduğu için de yere ve duruma göre birini ötekinin yerine öne arkaya oynatmanız halinde kendi içinizdeki ön alanlar ya da öncülük yapanlar değişse de büyük davaya giden kitleyi aynı ölçüde bir arada tutma gücünüzü koruduğunuzu düşünerek olan bitenlerde bir tutarsızlık görmeyebilirsiniz.
Ülkede son dönemde yaşanan pek çok önemli değişmeden biri de siyaset yapmadan siyaset yapma devrinin bitişidir. Her ne kadar kimi partiler buna tam olarak ayak uyduramamış olsalar da toplumsal değişim ideolojik kamplarından çıkmış, farklı görüş ve bakış açılarını kendisine katabilen, farklı ideolojilerle tamamlanabilen, seçmeniyle olan ilişkisini değişkenlik üzerine kurabilen dinamik yeni partilerden yana gözüküyor.
Türkiye Köylü Partisi’nin 1950’lerde yaptığını şimdilerde yapabilecek denemelere ve siyaset yaparak siyaset yapmanın ne demek olduğunu gerçek anlamda gösterecek partilere ihtiyacımız var. Siyaseti, bir kör dövüşü ya da ötekini alt etme oyunu olmaktan çıkaracak, demogojilerle işi idare etmekten kurtulup her kesimle işbirliği yapıp kendi siyasetini her an derinleştirebilecek yeni partilere.
Adını doğru koyan, neyse onu göstermekten çekinmeyecek bir özgüvenle demokratik siyaseti güçlendiren şeffaf ve katılımcı partilere ve de…