Başbakan Binali Yıldırım’ın, beraberindeki bakanlar, milletvekilleri ve MİT müsteşarı ile önce Bağdat’a (07.01.2016), ardından Erbil’e (08.01.2016) gerçekleştirdiği ziyaret, Türkiye’nin dış politikasında kimi değişikliklere gittiği ve yeniden komşularla “sıfır sorun” politikasını hayata geçirmek istediği şeklinde yorumlara sebep oldu. Tabii komşularla “sıfır sorun” denince, ister istemez eski başbakan Ahmet Davutoğlu akla geliyor. Aslında Türkiye’nin, dünyanın en sorunlu bölgesinde, “sıfır sorun” ile işlerin içinden çıkması, eşyanın tabiatına aykırıydı ve mümkün değildi. Ama sorunları en aza indirgemek veya yönetilebilir bir seviyede tutmak mümkündü. Zaten sayın Davutoğlu da bunu yapmaya çalışmıştı.
Maliki’nin mezhepçi politikaları, ilişkileri kopma noktasına getirdi
Türkiye’nin Irak ile ilişkileri henüz eski başbakan Maliki döneminden beri “sorunlu” bir şekilde seyretmekteydi. Nisan 2006’da Başbakan İbrahim Caferi istifa etmek durumunda kalınca, ABD’nin müdahale etmesiyle yeni hükümeti kurma görevi Nuri El Maliki’ye verildi. Maliki’nin kabinesi Mayıs 2006’da parlamentoda güvenoyu alınca, kendisi başbakan olarak iki dönem Irak’ı yönetme şansı elde etti ve Ağustos 2014’ye kadar bu görevde kaldı. Eskiler “gelen gideni aratır” demiş. Maliki dönemi ve yönetimi de aynen öyle oldu. Israrla yürüttüğü mezhepçi politikalar, Kürtlere ve Sünni Arap nüfusa yönelik ayırımcı ve dışlayıcı uygulamaları, Türkiye-Irak ilişkilerini de neredeyse kopma noktasına getirdi. Maliki yönetimi, 2012’de eski cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık El Haşimi’nin yakalanması için kırmızı bülten çıkarınca, Haşimi önce Kürdistan’a kaçtı, daha sonra da Türkiye’ye sığınmak durumunda kaldı. Türkiye’nin Haşimi’ye sahip çıkması, iki ülke arasındaki ilişkileri daha çok gerdi. Bir müddet sonra Iraklı Sünniler ile rejim arasındaki aykırılıklarda da tırmanma meydana geldi.
ABD’nin zorlaması ve İran’ın da rıza göstermesiyle, Irak Cumhurbaşkanı Fuat Mahsum Ağustos 2014’te hükümeti kurma görevini Haydar El İbadi’ye verdi. Bu durum, Türkiye ve Irak ilişkilerinde bir yumuşama beklentisi yarattı; ancak kısa bir süre sonra, ilişkilerin eski halinden de gergin seyredeceği anlaşıldı. 17 Ekim 2016’da Musul operasyonu başladığında, Türkiye ile Irak arasındaki gerginlik Başika krizi nedeniyle en üst seviyesine ulaştı. Irak hükümeti, Başika’daki Türk askerlerinin derhal geri çekilmesini istedi. Ancak Türkiye, bölgedeki hassasiyeti ve IŞİD tehdidini ileri sürerek çekilmeyeceğini duyurdu. Musul operasyonunda Türkiye’yi endişelendiren bir durum da, militan Şii örgütü Haşdi Şabi güçlerinin operasyonda yer alması ve bölgedeki mezhep çatışmalarının giderek daha derinleşmesi tehlikesinin doğmasıydı.
Kürt yönetimi Başika krizinde taraf olmadı
Başika, Irak Kürdistanı sınırları dahilinde kalmasına rağmen, Kürdistan hükümeti Türkiye ve Irak arasındaki bu krize taraf olmak istemedi. Kürt yönetimi daha başından beri meselenin Başika olmadığını; Türkiye ile Irak arasındaki çekişmenin, Şii yönetimin Sünni azınlığa yaşam hakkı tanımak istememesinden kaynaklandığını biliyordu. Hem Türkiye hem Kürdistan hükümeti, Haşdi Şabi’nin barbarlıkta IŞİD’i aratmadığının farkındaydılar ve bu örgütün Musul operasyonuna dahil edilmesiyle, operasyonun tam anlamıyla bir mezhep kıyımına dönüşmesinden endişe ediyorlardı. Haşdi Şabi güçleri içinde yer alan Şii milis gruplarından Asabıl Hak lideri Kais El Khazali, “Musul’u 1400 yıl önce Hüseyin’i öldürenlerden temizleyeceğiz” derken, nasıl da mezhepçi bir intikam ruhuyla hareket ettiklerini gizleme gereği duymuyordu. Daha önceleri Anbar’da, Selahaddin’de, Diyala’da ve Bağdat’ın Hizam bölgesinde Irak güçleriyle birlikte katıldıkları operasyonlarda operasyonlara Haşdi Şabi güçleri, İran’dan aldıkları füzelerle girdikleri yerleri yıkıma uğratmışlardı.
Ekim ayı içinde Erbil’de hazır bulunduğum bir uluslararası konferansta, Amerikalı bir askeri uzman Haşdi Şabi’den şöyle söz ediyordu: “Onlar herhangi bir binada bir terörist olduğunu fark ettiklerinde, hiçbir şekilde o binayı kuşatıp teröristi etkisiz hale getirmeyi düşünmezler. İlk yapacakları şey ellerindeki İran yapımı füzelerle o binayı yerle bir etmektir. Söz konusu binada ne kadar sivil olduğu onların umurunda değil. Çünkü Haşdi Şabi tam anlamıyla bir yıkım gücü. Onlar Musul’a girdiklerinde şehri yerle bir edip, önlerine geleni biçerler. Bu nedenle Musul operasyonundan uzak durmalılar.”
Irak ile yakınlaşma, Kürt politikasını değiştirmez
Irak -Türkiye yakınlaşması, bu gelişmenin Türkiye ile Irak Kürdistanı arasındaki ilişikleri nasıl etkileyeceği sorusunu akla getiriyor. Çünkü son on yılda her iki taraf da çok iyi ilişkiler geliştirdi ve belki de Irak Kürdistanı, “sıfır sorun” politikasının sahada uygulandığı tek ülke oldu. Türkiye Irak’la yakınlaşırken, Kürdistan’ı ikinci plana atmadı ve oldukça net bir diplomatik nezaketle, Bağdat’tan sonra aynı heyetle Erbil’i de ziyaret etti. Yani Türkiye, aynen Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın yaptığı şekilde, Bağdat ile Erbil’i eşdeğer saydı. Başbakan Yıldırım’ın Federe Kürdistan Başkanı Mesut Barzani ile birlikte Zerdik Dağı’nda IŞİD’e karşı savaşan pêşmerge güçlerini ziyaret etmesi, Türkiye’nin IŞİD’e yönelik mücadelede Kürt hükümetiyle aynı saflarda yer aldığının apaçık ilanıydı. Kaldı ki Türkiye, 22 Ekim 2014’te pêşmerge güçlerinin kendi sınırından geçip Kobani’de IŞİD’e karşı savaşmasına müsaade etmekle de, IŞİD karşıtı cephede Barzani yönetimiyle yanyana yer aldığını somut olarak ortaya koymuştu.
Sonuç olarak, Bağdat ile ilişkiler düzeldi diye, Türkiye’nin Irak Kürdistanını ikinci plana atacağını sanmıyorum. Türkiye, Kürdistanı İran’ın insafına bırakmayacak kadar tarihi tecrübe sahibidir. Bin yıllık Kürt-Türk kader birliği, buna imkân ve fırsat tanımaz. Üstelik Türkiye, İran’ın Şii Hilali projesinin ne anlama geldiğini, bölgedeki bütün aktörlerden çok daha iyi biliyor. İran, Bağdat’ı ve Şam’ı Pers İmparatorluğu dönemindeki satraplıklarına dönüştürebildi, ancak Erbil kolay kolay öyle olmayacak. Henüz 2013 yılında (üstelik ABD’ye rağmen) Irak Kürdistanı petrolünü dünyaya pazarlamaya başlamış bir Türkiye, bu saatten sonra Kürdistan’dan vaz geçebilir mi?
Türkiye’nin Irak ile yakınlaşması, Ankara’nın son dönemde Rusya ve İran ile geliştirdiği politikalardan bağımsız değil. İran ve Rusya ile Suriye politikasında yakınlaşmak, Irak Kürdistanı politikasında da köklü değişikliklere gidip (Şam ve Bağdat’tan sonra) Erbil’i de İran’ın insafına bırakmak anlamına gelmez. Irak Kürdistanı bağımsızlığa doğru giderken, Türkiye ile Kürt yönetimi daha çok yakınlaşacaktır.