Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemleri satın almak istemesi, son aylarda özellikle Batı basınına konu oldu. Bir hafta önce de Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komitesi toplantısında gündeme geldi. Ama bu mesele durup dururken ortaya çıkmadı. NATO’nun sağladığı güvenlik şemsiyesinin artık güvenilir olmadığının kabulü ile başlayan arayışın bir sonucu oldu. Konu Erdoğan’ın şahsı veya kişisel tercihleriyle izah edilemeyecek kadar hayati. Jeostrateji, güvenlik ve ulusal çıkar boyutlarını içeriyor.
Ankara’yı S-400 balistik füze savunma fonksiyonlarını satın almaya sevkeden üç faktör oldu. Birincisi, ABD, Almanya ve Hollanda ile birlikte tüm NATO üyelerinin, 2015 yılı sonunda Türkiye’nin Suriye sınırındaki Patriot füze savunma sistemlerini yenilememe kararı almalarıdır. Bu önemli bir gelişmeydi. Çünkü Türkiye’nin 1952 yılından itibaren dahil olduğu güvenlik blokuna dair ciddi endişeleri tetikledi.
İkincisi, Türk Hava Kuvvetlerinde çok ciddi pilot açığı bulunması, Türkiye’nin hava savunma gücünü başka yollarla tahkim etme ve geliştirme mecburiyetiyle yüzyüze gelmesidir.
Türkiye’nin hava taarruzunda belirli bir kapasitesi ve üstünlüğü bulunmakta. Ama aynı şey hava savunması için geçerli değil. Hava savunma sistemleri yok denecek kadar az. Hattâ hiç yok. Bu da çok ciddi bir güvenlik açığı ve riski oluşturuyor.
Üçüncü faktör, Batı ve NATO ülkelerinin Türkiye’ye ileri silah teknolojisi satmamaları, ileri teknoloji transferine ve ortak üretime de sıcak bakmamalarıdır. Bu durum en iyi şekilde İHA ve SİHA’larda yaşanmış, gözlemlenmiştir.
Türkiye istekli, Batı kaygılı
Tüm bu ihtiyaçlar Türkiye’yi yeni arayışlara sürükledi. Bu kapsamda ilk temas Çin’le kuruldu. Türkiye Çin’le 3.4 milyar dolarlık uzun menzilli bir hava savunma sistemi için görüşmelere başladı. Ancak Batı’dan gelen tepkiler üzerine 2015 yılında görüşmeleri iptal etti.
Türkiye aynı zaman periyodunda Rusya ile de temas kurdu. Ancak Çin’le yaşanan tablo Rusya ile yaşanmadı. Haziran 2017 tarihinde Moskova ile Ankara, bir yıl sonrası için dört füze durdurucu batarya sistemini içeren 2.5 milyar dolarlık bir ön anlaşmaya vardı. Anlaşmaya göre Rusya’nın savunma sistemlerinin ikisini Rus savunma şirketi Roseboronexport aracılığıyla Türkiye’ye teslim edecek; geriye kalan iki sistem ise Türkiye’de ortaklaşa inşa edilecek.
Anlaşmadan sonra Rusya lideri Putin, füze sistemlerini Türkiye’ye teslim etmeye hazır olduklarını açıkladı. Zaten Milli Savunma Bakanı Fikri Işık da, Nisan ayında füzelerin satın alınmasıyla ilgili sürecin “son aşamada” olduğunu vurgulamıştı.
Bu gelişmelerden sonra Batı’dan peş peşe tepkiler geldi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, üstü örtülü bir şekilde füzelerin NATO birliğini zayıflatabileceği uyarısında bulundu.
Pentagon sözcüsü Jeff Davis, Temmuz 2017’de “Müttefikler arasında birlikte çalışabilir ekipmanlar almak en iyisidir” diyerek anlaşmayı doğru bulmadıklarını açıkladı.
The Washington Times, 31 Temmuz 2017’de “Rusya ile füze anlaşması Pentagon’da endişe yaratıyor” başlıklı bir haber yayınladı. Haberde, füze anlaşmasının ABD’nin NATO müttefikleriyle yapacağı operasyonlara zarar vereceği kaydedildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 25 Temmuz 2017’de S-400’lerin satın alınmasıyla ilgili imzaların atıldığını açıklamasından beş gün sonra, daha önce de konuşan Pentagon sözcüsü Albay Jeff Davis, S-400’lerin alınmasından endişe duyduklarını, bu sistemin NATO’nun kullandığı diğer donanımlarla uyumsuzluk gösterdiğini iddia etti.
Avantajları – dezavantajları
Peki, S-400 füzeleri rantabl, rasyonel bir tercih midir? Her silah (hattâ her tür teknoloji) gibi Rus füzelerinin de hem avantajları, hem dezavantajları söz konusu.
Batılı savunma uzmanları S-400’lerin etkili bir hava savunma silahı olduğu konusunda görüş birliği içinde. S400 sistemleri insanlı ve insansız uçaklar ile füzeleri algılayabilmekte; 250 mil uzaklığa kadarki tehditleri hedefleyebilmekte. NATO sınırlamasına tabi değiller. Bu durumda, Ermenistan sınırına da, Yunanistan sınırına da konuşlandırılabilirler. S-400’ler taarruz-savunma dengesini öngören yeni güvenlik konseptine Türkiye’nin entegrasyonunu sağlayabilir.
Ancak güvenlik analisti Can Kasapoğlu’nun EDAM için kaleme aldığı Türkiye’nin S400 İkilemi başlıklı raporuna göre, S-400’lerin balistik füze tehdidine karşı bir savunma kalkanı oluşturacağını ileri sürmek teknik açıdan gerçekçi değil. Nedenini ise şöyle açıklıyor:
“(1) S400’leri destekleyen, olası bir füze tehdidini çıkış kaynağından itibaren izleyen ve rotasına ilişkin bilgi paylaşan bir ağ, radar ve erken uyarı sistemi manzumesi yoktur. (2) S400’ler füze kalkanının ilk savunma hattıdır. Oysa son savunma kalkanını oluşturmalıydı. Bu durumda S400’lerin tehdide müdahalesi son terminal aşamada başlayacak, uçuş yolu esnasında tehdide odaklanması mümkün olmayacak. Bu zafiyet füze savunma sisteminin hedefi imha oranı üzerinde olumsuz rol oynar.”
Bu teknik eleştiriler mutlaka göz önünde bulundurulmalı, Rusya ile müzakerelerde gündeme getirilmelidir. Ancak “Rusya füze sistemlerini Türkiye’ye vermez, çünkü eninde sonunda bu teknolojinin NATO’nun eline geçeceğini bilir” itirazı doğru ve yerinde değildir. Rusya’nın ileri teknoloji sevk etmeyi kabul etmesi ve ortak üretime evet demesi göz önünde bulundurulduğunda, bu eleştirilerin karşılığı olmadığı yeterince görülmektedir.
Türkiye’nin önünde, Fransız-İtalyan konsorsiyumu olan EUROSAM ile Aster 30 Block 1 NT projesi daha var. Bu proje NATO sistemleri ile uyumlu. Ancak teknoloji transferi S-400 gibi olmayacak. Ayrıca bu füzelerin testleri de İsrail’in Sparrow füzeleri ile yapılmakta. Bu da İsrail’e fazla bağlılık demek. Bu durumun İran’ın elindeki Şahab füzeleri için de ciddi bir önleyici etken olduğu söylenebilir. Ancak EUROSAM önerisinin S-400 kadar ileri bir teknoloji transferini içerdiğini ve Türkiye yararına bir seçenek olduğunu, vicdan sahibi hiç kimse ileri süremez.
Neden satın almalıyız?
Türkiye ile NATO’nun ve özellikle Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarının birbirinden uzaklaştığı bir sırada, Ankara’nın Rusya’dan S-400 füze savunma sistemleri satın almak istemesi, ulusal güvenliğine yönelik tehditlere karşı önlemlerini çeşitlendirmesi itibariyle yerinde ve doğru bir adım. Çünkü bu tutumu mecburi kılan dört önemli faktör söz konusu.
(1) Amerika’nın ve Batı’nın Türkiye’ye verdiği veya ileride vereceği zarar, komşu ülkelerin verdiği-vereceği zararın önüne geçti. Türkiye’nin kendisini bu tehlikeye karşı da donanımlı kılması bir zaruriyet teşkil ediyor.
(2) Türkiye yeni jeostratejik çıkarların ve dengelerin ortaya çıktığı kaotik bir süreçte hibrid bir strateji izlemek, her şeye hazırlıklı olmak, her yerde olmak, ak-kara, ya hep ya hiç türü ilişkileri değil çapraz, esnek, değişen, yeniden değişen ilişki ağlarını geliştirmek zorunda.
(3) Yeni jeostratejik savrulmaların yaşanacağı bir süreçte Batı, Türkiye ile ittifak ilişkisini gözden geçirebilir. O zaman da ortada kalmamak için Türkiye şimdiden ön almak zorunda.
(4) Komşuları veya Rusya ile yakın işbirlikleri kurması, Türkiye’nin Batı ile ortaklığını sürdürmeyeceği, işbirliği yapmayacağı, ortak çıkarları koruma politikası izlemeyeceği anlamına gelmez. Türkiye’nin Batı dışında güçlü ilişkiler kurması, Batı’ya karşı elinin daha güçlenmesi sonucunu doğurur.
Son bir hususu kayda geçirelim. Devlet Rusya’dan füze sistemleri almak istemekte; ancak kamuoyunda bu yönde rıza üretecek bir varlık gösterilmemekte. Konuya ilişkin daha çok aleyhte görüş belirtenler ön planda. Televizyon ekranları, gazete sütunları, gerçekleştirilen araştırma ve incelemeler, daha çok sistemlere karşı çıkanların görüşlerini yansıtmakta. Bu durum devletin refleksini boşa çıkarmakla kalmayıp, ulusal çıkarlar için gerekli olan sağlıklı tartışma zeminini de ortadan kaldırıyor.