Televizyonlardaki tartışma programları AKP yanlısı veya karşıtı propaganda stratejisini anlamak açısından çok öğretici olabiliyor. Davet edilen konukların kimliği ya da ne dedikleri pek önemli değil. Zaten genelde belirli kişiler hep aynı belirli televizyon kanallarına konuk oluyorlar ve hemen hemen aynı şeyleri söylüyorlar. İlginç olan birçok program sunucusunun aynı günlerde değişik bir soruyu gündeme getirerek söz konusu soruya gerçeklik kazandırmaları. Her programda her konuğa aynı soru yönetildiğinde seyirci de haklı olarak söz konusu sorunun gerçek bir duruma tekabül ettiğini düşünüyor.
Bir süre önce hükümete destek veren kanalların ‘üst aklı’ sorgulamaları buna bir örnekti. Türkiye’ye ve AKP’ye karşı bir büyük global koalisyonun olduğu varsayılıyor ve bu odağın stratejisi üzerine soru soruluyordu. Aslında yapılan şey basit bir zihinsel sıçramaydı. Nitekim AKP’nin itibarsızlaştırılması ve düşürülmesi için geniş bir cephenin var olduğu açık. Ama bunun bilinçli ve karar alıcı bir siyasi aktör gibi davrandığını öne sürmek gerçekleri biraz zorlamayı gerektiriyor…
Bir süreden beri benzer bir gayreti diğer cenahta izliyoruz. AKP karşıtı olan televizyon kanallarının tartışma programlarının vazgeçilmez sorusu seçimin yapılıp yapılamayacağı. Sorunun gerekçesi Doğu ve Güneydoğu’daki çatışmalar. Birçok kentte geçici sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve günlük hayatın normal düzenini sürdürmek zorlaştı. Buradan hareketle seçim güvenliğinin sağlanamayacağı, yapılsa bile seçimlerin meşruiyetinin zedeleneceği ileri sürülüyor. Son günlerde birçok Batılı yorumcu da benzer cümleleri makalelerin içine serpiştiriyorlar.
Ne var ki PKK ile devlet arasındaki çatışma otuz yıldır sürüyor ve bu sürede seçimlerin büyük çoğunluğu bu ortamda yapıldı. Çatışmanın şimdi daha ziyade kentlerde olması da sağlam bir argüman değil, çünkü herhalde şehirlilerin köydekilerden daha önemli vatandaşlar olduğunu ileri süremeyiz. Diğer taraftan eğer mesele özgürce sandığa gidememek ve oy verememek ise son seçimin gösterdiği üzere özgürlüğü asıl engelleyen devlet değil PKK.
Ancak asıl ilginç olan şu: Seçimin yapılamayacağını öne süren taraf PKK/HDP. Ama seçimin yapılmasını zora sokan taraf da bu… Ortalıkta hiçbir gerilim yokken devlet bir anda şehirleri abluka altına almaya karar vermedi. PKK kendi yönettiği birkaç şehirde YDG-H adlı gençlik çetelerine hendek kazma, barikat kurma, patlayıcı yerleştirme ve kolluk güçlerine sabotaj yapıp öldürme emri verdi. Devletin müdahalesi de böyle başladı. PKK ‘devrimci halk savaşı’ adını verdiği bu garip eylemleri bitirdiğinde devletin de operasyonu durduracağını ise herkes biliyor. Çünkü devlet zaten bu tür olaylar olmasın, hayat doğal akışını sürdürsün, örneğin seçimler yapılsın istiyor. PKK/HDP ise hem seçimin yapılma koşullarını ortadan kaldırmaya çalışıyor, hem de seçimin yapılamaz olduğu tezini işliyor. Bu tabloya şu basit gerçeği eklemekte yarar var: PKK tek bir gün ateşkes ilan etse seçim zaten yapılabilir…
Kısacası esas soru seçimin yapılıp yapılamayacağı değil, seçimin yapılmak istenip istenmediği. Nitekim AKP karşıtı medyanın bu sahte meselenin üzerine atlayarak gündem yapmaya çalışmasının da nedeni bu. Amaç Türkiye’yi ‘seçim yapılamayan ülke’ statüsüne oturtmak ve böylece ülkenin ‘anormal koşullardan’ geçtiğini tescil etmek… Sonrasında bu ‘anormal koşulların’ AKP diktatoryası nedeniyle yaşandığını öne sürmek ve buna Batı dünyasından destek almak hiç de zor olmaz. Tabii ki seçimi asıl yaptırtmayanın Erdoğan olduğu ‘gerçeğini’ eklemeyi de unutmadan…