PYD’ye karşı yapılan topçu atışı çok kişinin kafasını bulandırmış olabilir. Her şeyden önce bunun beklenmedik bir durum olarak değerlendirilmesi nedeniyle. Türkiye’yi fazla tanımayanların birbirine zıt olsa da iki yanılgısı var: Biri Türkiye’nin dış politikada çaresiz ve aciz kaldığını, dolayısıyla inisiyatif alamayacağının varsayılması. Diğeri de Cumhurbaşkanı’nın kendi kişisel çıkarı için savaş isteyebileceğini, dolayısıyla aşırı inisiyatif alabileceğinin sanılması. İkisi de Türkiye gerçeğinin çok uzağında… PYD’nin ciddi bir bombardımana tabi tutulması ve meselenin arka planı Türkiye’nin bu eylemini anlamak için farklı bir zaviyeye ihtiyaç olduğunu hatırlatıyor.
Birincisi, Türkiye hiçbir zaman maceracı davranmamış olduğu gibi, bundan sonra da böyle bir yola girmeyecektir. Türkiye’nin tarihi, kaybetme risklerinin kazanç ihtimalinden daha ciddiye alınmasını ‘devlet aklı’ haline getirmiş durumda. O nedenle bu ülkenin ucu belirsiz ve aşırı riskli hiçbir girişimde bulunması beklenmemeli. Nitekim Rusya uçağı düştüğü zaman Cumhurbaşkanı’nın itidalli tutumu bu tür gerilimlerin nasıl değerlendirildiğine iyi bir örnek… Irak Tezkeresi’nin hatırlanması da bu çerçevede ele alınmalı. Çünkü o zaman ABD Irak’a operasyon kararı almıştı. Oysa şimdi ABD tam tersi tutuma sahip… Eklemek gerek ki ABD yıllarca Türkiye’nin Suriye’ye müdahil olmasını doğrudan ve dolaylı teşvik etti. Ama Türkiye direndi ve Birleşmiş Milletler ya da ABD’nin açık iradesinin ortaya konmasını istedi. Ne var ki bu, Türkiye’nin her şeye razı olacağı anlamına gelmiyor ve hayati görülen bir konuda Türkiye’nin geri adım atma ihtimali pek yok. Rusya’nın ahlak ve hukuk tanımaz fırsatçılığı Türkiye’nin de kendi çıkarlarını kollamasını meşru kılıyor.
İkincisi, PYD bombalamasının angajman kuralları dahilinde olup olmadığı ‘lüks’ bir tartışma. Hukukun incelikleri bir yana, bu kurallar esasta Türkiye ile Suriye hükümeti arasında geçerli. Suriye Hükümeti’nin tarafında olduğu apaçık olan güçler açısından da bir işlevi olabilir. Ama PYD böyle bir oluşum değil ve kendisini ‘bağımsız’ olarak tanımlıyor. Ayrıca PKK ile organik bağı olduğu ölçüde Türkiye aleyhine bir strateji izliyor. Böyle bir durumda ‘angajman kuralı’ tartışması ancak konunun uzmanları için fikir jimnastiği malzemesi olmaktan öte gidemez.
Üçüncüsü, ABD’nin PYD’nin bombalanmasından memnun olma ihtimalini göz ardı etmemekte yarar var. Gerçi ABD yetkililerinin defalarca vurguladığı gibi PYD bir ‘ortak’ olarak görülüyor. Ama aynı PYD ilerde ne yapacağı belli olmayan Rusya’nın da ortağı ve onunla daha ‘organik’ bir ilişkisi var. Ayrıca ABD’nin yer kapma ve alan genişletme peşinde olan, insanları evlerinden süren, insanlık suçu işlemekten çekinmeyen PYD ile ‘fazla’ ortak olmak istemesi de beklenemez. Dolayısıyla karşımızda hem PYD ile ilişkisini sürdürmek isteyen, hem onu Rusya’ya tamamen kaptırmak istemeyen, hem de dizginlenmesine itiraz etmeyecek bir ABD var. Türkiye’nin son eylemi bu ABD’nin kesinlikle işine gelmiştir.
Dördüncüsü, eğer Suriye’de barış ve çözüm olacaksa bu ancak ve ancak Suriye Muhalefeti’ni masaya getirmekle olabilir. PYD saldırgan davrandıkça ve toprak peşinde oldukça Muhalefet gelinen ‘de facto’ durumu kabul etmeyecek ve barış da olmayacak. Bu nedenle Türkiye’nin son müdahalesi çözüm isteyenler için de epeyce faydalı bir hareketti.
Her türlü saldırganın dizginlenmesi Suriye barışı için asgari önkoşul olmaya devam ediyor. Türkiye de ağırlığını bu yönde koyuyor. Son müdahale savaşa bir davet değil, aksine barışın imkanını yaratıyor.