Tuzak

 

Bu yılın Şubat ayında meçhul birileri, darbe arzusunu seslendiren “Kemalist” bir komutanın (gerçekten Kemalist olup olmadığını bilmiyoruz) gizli ses kayıtlarını bazı internet sitelerine servis etti. Ardından, Hürriyet gazetesinin “Karargâh rahatsız” şeklindeki patavatsız manşeti geldi. Bunun üzerine yaygın bir şekilde “Kemalist kadrolar darbe planlıyor” kaygısı ve spekülasyonu seslendirildi.

 

Hepimiz Kemalist bir darbe ihtimali gerçek mi, sanal mı diye tartışırken, ilkine ilaveten iki aşama daha içeren ve son derece dikkat çekici bir kampanyanın daha startı verildi. 15 Temmuz darbesini sadece FETÖ’nün planlamadığı, darbeye Kemalist kadroların da büyük oranda katıldığı yönünde rıza üretimi başladı. Darbede yer alan bazı Kemalist isimler, bu iddiaya kanıt olarak gösterildi. Ancak hükümetten ve Beştepe’den konuya dair lehte veya aleyhte bir açıklama gelmedi.

 

Kampanyanın uluslararası ayağında ise FETÖ’nün 15 Temmuz darbesine iştirakının kanıtlanmadığı şeklinde bir algı dolaşıma sokuldu. Almanya İstihbarat Servisi Başkanı Bruno Kahl, ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi Başkanı Devin Nunes ve İngiltere Parlamentosu Avam Kamarası Dış İlişkiler Komisyonu, 15 Temmuz darbesiyle FETÖ arasındaki ilişkiyi kanıtlayacak yeterli bilgiye sahip olmadıklarını açıkladılar.

 

Birinci adımla, devlet içindeki istikrar berhava edilmek; ikinci adımla, özellikle PKK ile mücadelede başarılı bir grafik gösteren Kemalist kadrolar ile AK Parti karşı karşıya getirilmek, Kemalist kadrolar rencide edilmek isteniyor. Üçüncü adımla FETÖ’nün 15 Temmuz darbesini planlamadığı, özünde sivil ve demokratik bir oluşum olduğu kanaati yeniden uyandırılmak isteniyor.

 

16 Nisan’dan sonra riskler

 

Şimdi tüm bu çabaları, büyük resim içine yerleştirmeye çalışalım. 16 Nisan referandumundan sonra şu dört önemli konuda ciddi bir istikrarsızlık girişimi ile karşı karşıya kalabiliriz:

 

(1) Kürt sorununda şiddet yeniden tırmanabilir. Nitekim Kandil’den gelen açıklamaların satır aralarında bu yönde mesajlar var.

 

(2) Kürt sorununa bağlı olarak Türk-Amerikan ilişkileri, tarihinin en ciddi kriziyle karşı karşıya kalabilir. Amerika’nın PYD/YPG’ye verdiği silahların yarattığı öfke, Türkiye’nin şehirlerinde, yollarında, caddelerinde, dağlarında patlayacak bombalara bağlı olarak daha da tırmanabilir. Bu da Türkiye’nin YPG’ye yönelik sabrının taşmasına yol açabilir.

 

(3) Ekonomik krizi derinleştirecek hamleler peş peşe gelebilir. Şiddet dalgası, turizmi vurabilir. Bu yıl 20 milyar dolar olarak hedeflenen turizm geliri gerçekleşmeyebilir.

 

(4) AB’den, olağanüstü hale geçişin yarattığı sonuçları ortadan kaldıracak, şiddetle mücadeleyi sekteye uğratacak talep ve baskılar peş peşe gelebilir.

 

İdeolojik hegemonya el değiştirir mi?

 

Son maddeyi özellikle önemseyelim. Çünkü AB, 16 Nisan’dan sonra AİHM üzerinden FETÖ iltisaklı gazetecilerin dışarı çıkması için bastıracak. Demokrasiye gönülden bağlı bizler, “oh ne güzel” diyerek sevinebiliriz. Ama bir sonraki hamleye de bakmamız gerekir. FETÖ bağlantılı veya FETÖ sempatili gazeteciler dışarı çıktıktan sonra, liberallerin, AB ve ABD taraftarlarının, Kürt sorunu çevresinde konumlandırılan aydınların ve solcuların da dahil olacağı bir cephe oluşturulabilir. Bu cephe, kendisini ifade edeceği bir platform aracılığıyla, “milli ve yerli”lik lehine olan ideolojik hegemonyayı kırmaya çalışabilir. Böylece psikolojik üstünlüğün yeniden ele geçirilmesi sağlanabilir.

 

Ve altın vuruş!

 

Şimdi de, bu olgu ve gelişmelerin ne anlama gelebileceğine dair bazı spekülasyonlar yapalım. Devlet içi istikrar bozulduktan, psikolojik üstünlük el değiştirdikten, millilik-yerlilik lehine olan ideolojik hegemonya kırıldıktan sonra altın vuruş gelebilir! Altın vuruş iki şekilde denenebilir.

 

Yeni bir askeri darbe planlanabilir. Ancak öyle anlaşılıyor ki Kemalist kadroların büyük çoğunluğu bu darbe fikrine pek sıcak değiller. Çünkü Batı’ya güvenilmeyeceğini deneyimleriyle görüp anladılar.

 

Asıl altın vuruş, Erdoğan’a yönelik bir suikast veya zehirleme girişimi ile gelebilir. Zaten Gülen, son videolu mesajında parmağıyla tetik çeken hareketler yaparak, zehirlenmeyi ima eden ifadeler kullanarak bu yönde güçlü mesajlar veriyor.

 

Erdoğan etkisiz kılındıktan sonra oluşacak kaosta, deşifre olmamış FETÖ kadroları (300 bin kadronun ancak 150 bini belirlenebildi) üzerinden ülke yönetimine yeniden el koyabilirler. Bu da bizleri, neden Kemalist kadroların hedefe konduğu bir istikrarsızlaştırma çabasının zuhur ettiği sorgulamasına götürüyor. İçte ve dışta yürütülen kampanya ile Kemalist kadrolar huzursuz edilerek darbeye tahrik edilecek; darbeye iştirak etmezlerse, “darbe planlıyorlar” spekülasyonu ile tasfiye edilmeleri sağlanacak veya Erdoğan’dan sonra oluşacak kaosta pasifize edecekler. Böylece devlet yeniden FETÖ’cü kadroların eline geçecek. 

 

Tüm parçaları bir araya getirdiğimde bende, içerde ve dışarıda yürütülen kampanyanın asıl amacının “Erdoğan sonrası için bir yol temizliği” olduğu şeklinde güçlü bir kanaat oluşuyor. 16 Temmuz’da sandıktan çıkacak olası bir “Hayır” sonucu, yol temizliğinin en önemli dönemeci olacak.

 

Ama gelişmelerin ne yönde seyredeceğinin asıl belirleyeni İran olacak. 

 

- Advertisment -