Fransa’da geçtiğimiz hafta sonu ikinci turu yapılan ve ılımlı sağ- merkez ittifakının zaferiyle sonuçlanan departman konseyi seçimlerinde bir tür üç partili sistem (tripartisme) ön plana çıktı. Üç partililik, 60’larda Sosyalist-Komünist-“Gauliste”, 70’lerde Sosyalist-Merkezci- “Gaulliste” akımların Fransız siyaset arenasına egemen olduğu dönemlere tanıklık etmiş olan V. Cumhuriyet’e yabancı bir sistem değil aslında. Yeni olan üçüncü parti olarak ortaya çıkan siyasal gücün aşırı sağcı Ulusal Cephe (FN-Front National) olması. Marine Le Pen’in partisi bu konumunu geçen yıl Mayıs ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinden, katılımın da çok düşük düzeyde kalması nedeniyle birinci parti çıkarak perçinlemişti.
Aslında iki turlu Fransız seçim sistemi seçmene iki partililiği (bipartisme) dayatıyor. Çünkü seçim bölgelerinde genelde ilk iki sırayı alan partiler yarışırken, diğer parti seçmenleri ya kendilerine daha yakın gördükleri partiye oy veriyor ya da sandığa gitmiyor. Yine genelde ılımlı Sol ya da Sağ’da yer alan seçmenler ikinci turda FN gibi ırkçı ve yabancı düşmanı bir parti yarışıyorsa, “Cumhuriyetçi” tabir edilen bir tutum alarak Sol ya da Sağ’daki partiye destek oluyor. FN bu nedenle oy oranını ne kadar yükseltirse yükseltsin, kurumlarda orantılı bir temsil imkânı elde edemiyor. Pazar günkü seçimlerde de oy oranını yüzde 22’in üzerine taşıdığı halde, FN’in doğrudan kazanabildiği konsey başkanlığı bulunmuyor.
Bununla birlikte, ılımlı Sağ’ı temsil eden ama içinde farklı kanatlar bulunan Halk Hareketi için Birlik (UMP) seçmeninin tümünün ikinci turda Cumhuriyetçi bir tutum aldığını ve FN’e karşı oy kullandığını söylemek mümkün değil. Bir kere, UMP içinde 2007’de partiden ayrılan ve kendi partisini kuran Nicolas Dupont-Aignan’a (NDA) yakın gruplar için önceliğin Sol’u değil her durumda FN’i desteklemek olduğunu unutmamak gerekir. Ayrıca seçimlerin büyük galibi UMP’nin başına geçmiş olan eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin seçmenine ikinci turda adayların hiçbirine destek olmamak anlamına gelen “Ni- ni” (Türkçesiyle ne birine, ne ötekine) tutumunu önermiş olduğunu göz ardı etmemekte yarar var.
Benzeri bir oy dalgalanmasının FN seçmeni için de geçerli olduğu düşünülebilir. Bayan Le Pen’in, geçmişte babasının da yapmış olduğu gibi, parti çıkarları öyle gerektirdiği için ikinci turda Sol ile Sağ’ın yarıştığı seçim bölgelerinde sandığa gidilmemesini seçmenine önerdiği oluyor. Ama Sol’un hiçbir koşulda kazanmasını istemeyen bir grup FN seçmeninin bu işarete uymadığını da göz önüne almak gerekir.
Ipsos’un seçimlerin ardından gerçekleştirdiği bir anket, ikinci turda PS (Sosyalist Parti) ile FN adaylarının yarıştığı seçim bölgelerindeki ılımlı Sağ seçmenin, sandık zaferini kendisine yontmaya çalışan Sarkozy’nin “Ni-ni” önerisine uymayarak, Cumhuriyetçi bir tutum aldığını ortaya koyuyor. Sol eğilimli Libération’un eski başyazarlarından gazeteci yazar Jean-Michel Helvig’e göre, FN’in ikinci turdaki beklentilerinin gerçekleşmemesinde “Cumhuriyetçi Sağ” olarak nitelenen seçmenin sağduyulu davranışının rolü olduğunun altını çiziyor.
Helvig’in altını çizdiği bir başka husus, UMP’nin seçimleri, Sarkozy’nin de itibarını yeniden kazanmasını sağlayan merkez partisi Demokratlar ve Bağımsızlar Birliği (UDI- Union des démocrates et indépendants) ile yapılan ittifakın, eski Cumhurbaşkanı’nın eseri olmadığı gerçeği. Nitekim bu ittifak geçen yılki Belediye seçimlerinde çok daha spektaküler bir seçim zaferi kazanmıştı ve UMP’nin başında Sarkozy değil Jean François Copé bulunuyordu.
Bir başka kıdemli gazeteci Alexandre Vatimbella, Fransız siyasi arenasında üç partililikten çok partilerin seçmenlerini kapsayan bir tür üçlü koalisyon (tricoalition) bulunduğuna dikkat çekiyor. Bu bağlamda, UMP seçmeninin radikal kanadını oluşturan NDA’ya yakın kesimin FN, Sosyalist Parti içindeki cephecilerin ise daha Sol’daki partilerle birlikte hareket ettiğini belirten Vatimbella, söz konusu üçlü koalisyonun merkezin Sol ve Sağ cenahını kapsadığının altını çiziyor.
Bu tespitten hareketle, PS içindeki sosyal-liberaller –ki onlara Yeşiller’in ılımlı kesimi dâhil edilebilir- ile UMP’deki reformist Gaulliste’lerin ilkeler temelinde kendilerini merkezde tanımlayanlarla bir araya gelebildiklerini anlamak gerekir. Fransız siyasi sosyolojisinde ortaya çıkan bu şekillenme parti liderlerince yeterince dikkate alınmadığı takdirde, tabanlarına hâkim olmaları pek mümkün değil.
Partilerinin Sağ ve Sol uçlarla bir araya gelmesini tercih eden UMP ve PS seçmeni var elbette ama bugünün Fransa’sında aşırı kutupları dışlayan merkezin Sağ ve Sol’undaki ılımlı seçmen bir arada değerlendirildiğinde çoğunluğu oluşturuyor. Departman konseyi seçimlerinin belki en önemli ve olumlu sonucu bu tespiti doğruluyor olması doğal olarak.