Ana SayfaYazarlarÜslup sorunundan ötesi

Üslup sorunundan ötesi

Çözüm Süreci, Oslo tecrübesinin de ışığında yerli bir proje olarak yürütülüyordu.

Bütün çözüm süreçleri gibi inişli çıkışlıydı ama yürüyordu.

Ak Parti hükümetine de PKK’ya da süreci sona erdirmesi için iğva veren çoktu.

Herkesin ayrı gerekçesi vardı ama çoktu.

Ancak alternatifinin olmadığı bir ortamda kimsenin buna karşı çıkmak için ikna edici bir gerekçesi olamazdı.

Çünkü tarihi tabular yıkılmış, Ak Parti’nin güç bela direksiyonuna geçtiği TC Devleti, en üst muhataplık düzeyinde, hataları ve sevaplarıyla bir süreç başlatmıştı.

Görünen o ki gerekçe, sınırların dışından geldi. Belki de Suriye’deki gelişmeler, PKK’ya Çözüm Süreci’nin vadettiklerinden fazlasını sunuyor göründü.

“Kobanê destanı”

IŞİD’in Kobanê saldırısı, yepyeni bir siyasi ve psikolojik durum ortaya çıkardı.

Tuhaf bir örgütün gayri insani saldırısı, ulusal kimliğin yeniden inşası sürecinde ihtiyaç duyulan tüm unsurların, -yani (1) trajedi, (2) kolektif olarak yürütülen savaş ve (3) zaferin- bir araya gelmesini ifade ediyordu.

IŞİD gibi “kötülük” rolünü fazlasıyla ifa eden örgütün işgal için saldırısı ve cinayetleri trajediydi; YPG’nin direnişi ile uzaktan gelen kurtarıcı kardeş Peşmergenin devreye girişiyle işgalin püskürtülmesi, kazanılan kolektif zaferi ifade ediyordu. Geriye kalan, tıpkı Türk milliyetçiliğinin ulusal kimlik inşasındaki rolüne benzer biçimde, epik bir anlatıyla, bu başarı öyküsünü ulusal kimlik ve bir siyasi tercih doğrultusunda popülerleştirmekti.

Bütün bunlar yaşanırken Ak Parti Hükümeti, Kobanê’nin Kürtler için ifade ettiği sembolik değeri anlamadı. Suriye kentleri Esad veya IŞİD eliyle çok daha büyük yıkımlara sahne olmuştu. Mültecilerin alınması, onların bakımı, yaralı savaşçıların tedavisi, lojistik destek için sınırın açılması ve savaşmak isteyenlerin geçişine göz yumulması yeterliydi.

Uzaktan bakıldığında -yüzbinlerce insanın öldüğü ve milyonlarcasının mülteci durumuna düştüğü Suriye’deki trajediyle mukayese edildiğinde- görece küçük bir bölgedeki ihmal edilebilir bir çatışmaydı bu. Oysa görülmesi gereken gerçek bundan çok daha fazlaydı. Kobanê, ulusal kimlik yaratmanın ihtiyaç duyduğu “kurucu öteki”nin şimdiki zamandaki temeli oldu.

Oradan gelen cenazeler, -ki “kahramanca verilen bir savaşın” (“milli mücadele”) ulusal dava adına verilen “şehitleri”ni ifade ediyordu- Kürt illerinden acele edilmeksizin geçirilirken, yol üstündeki her yerde ulusal harareti yükseltti.

IŞİD’in Kobenê saldırısı içte ise Kürt Barışını vurdu.

Bütün bir Kürdistan coğrafyasındaki olağanüstü mobilizasyon, ABD’nin bölgede kontrol edilemeyen bir güç haline gelen Türkiye’ye karşı fazlasıyla görünür hale gelen tahammülsüzlüğü ve PYD’ye askeri desteği, içte de “AKP’nin çözüm istemediği” ve “AKP’nin IŞİD’e desteği” şeklindeki yargıyı sürekli olarak işleyen propaganda ile birleşti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim sürecinde muhtemelen milliyetçi oyları kazanmak için sarf ettiği sözler ve HDP’yi hedef alan tutumu da bu algının yerleşmesini kolaylaştırdı.

Bütün bunlar olayların kendiliğinden gelişiminin ürünü müydü, yoksa “ABD’nin kendi kurup yönettiği IŞİD eliyle yürüttüğü operasyon” muydu?

İster öyle olsun ister böyle, oluşan ortam, aksak da olsa ilerleyen Çözüm Sürecinin keskin ve aceleci Kürt milliyetçileri arasında itibarsızlaşmasını ve ABD’nin bir aktör olarak devreye girmesini sağladı.

KCK’nın “baraj yapılıyor” türünden gerekçelerle Çözüm Süreci’ni bitirmeye yönelik sinyallerini de böyle bir çerçevede değerlendirmek gerek.

Öcalan’ın tarihi açıklamalarının ardından bugün ne düşündüğünün bilinmediği, sesinin duyulmadığı bir ortamda Kandil’den gelen açıklamalar, PKK’nın veya onun içindeki bazı unsurların Suriye’deki gelişmeleri yanlış okuyarak, bu yerliliği terk etme çabasını ifade ediyor olabilir.

ABD’nin açtığı düşünülen alan, içte yavaş ilerleyen ve emek isteyen çözümden cazip görünüyor olabilir.

CHP ve MHP’ye teveccühün anlamı

Demirtaş’ın dili ile HDP’nin tutumu, bu gelişmeleri tamamlıyor.

Öyle veya böyle, bugün HDP; CHP ve MHP’ye yönelik abartılı bir teveccüh içindeyken, Ak Parti’ye karşı sürekli dışlayıcı bir tutum içinde.

Öyle ki, eli çok güçlü biçimde hükümet ortağı olabilecekken bunu istemeyip, kaçınılmaz biçimde MHP’li veya CHP’li bir hükümetin yolunu açmaya çalışıyor.

Çözüm sürecine karşı MHP ile anadilde eğitime ancak “özelde” razı olabilen CHP’nin kuracağı bir hükümete bile dışarıdan destek önerirken, Ak Parti’ye karşı -öyle ifade edilmese bile- sonuçları bakımından açıkça kategorik ret şeklinde bir tutumu var ve bu tutumun kendi öncelikleri bakımından rasyonalitesi yok gibi görünüyor.

Ancak belki de, Çözüm Sürecinin kendileriyle yürütülmesinin mümkün olmadığı iki partiye gösterilen teveccüh, sürecin birlikte yürütülebileceği tek aktörün dışlanması politikasını, “uzlaşmaz parti” imajı vermeden sürdürmeyi kolaylaştırıyor.

Bu tespitler doğruysa, tarihi bir anda ciddi yanlış yapılıyor demektir.

Göz kamaştırıcı bir seçim başarısı bu yanlışı bugün için görünmez kılıyor ve neyin kaybedilmekte olduğunu perdeliyor.

Gölgede kalan

Devletlerarası gerilimlerin oluşturduğu fırsatlar elbette kullanılabilir. Ama içerideki sürecin değeri ihmal edilmeden ve ona zarar verilmeden. Bu anlamda çözüm, bütün eksikliklerine rağmen kat edilen yolun terkinde aranmamalı.

Şimdi Davutoğlu, CHP ve MHP’nin kapısına gidiyor. Onlarla kurulacak hükümetin, çözüm sürecini tamamına erdirmesi beklenmiyor.

Dilerim bu makuliyet zaafı sona erene kadar, kaybedeceğimiz sadece zaman olur.

 

Not: Bu yazıyı göndermeden önce ülke Suruç’taki dehşet verici saldırıyla sarsıldı. Bu cinayetin politik boyutları, sebepleri ve sonuçları enine boyuna tartışılabilir. İsabetli olan veya olmayan yorumlar yapılabilir.

Ama bütün bunların ötesindeki gerçek, şu ana kadar 30’dan fazla eve ateş düştüğüdür. Önce bu acıyı tespit etmek ve saygı duymak gerek. Hayatını kaybedenlerin yakınlarına sabır ve başsağlığı dilemek gerek.

Ama ne yazık ki bu olayda da trajedinin siyasi tarafgirliğe kurban edildiğini gördük. Bu saldırıyı kimin yaptığını henüz bilmiyoruz. Sosyal medyada peşinen hüküm verenler de bilmiyor.

Daha olayı duyar duymaz, anlayıp dinlemeden hükümeti katil ilan edenler, peşin hükümlülükten dolayı mı böyle yapıyorlar,  yoksa acıyı araçsallaştırma pahasına bir siyasi fırsatçılıktan dolayı mı? Bunun çok da önemi yok. Sonuçta yanlış yapıyorlar ve belki de katil veya katillerin tam da istediği tepkiyi veriyorlar.

Bu cinayet bir kez daha gösterdi ki, bizim ülkede diğer bütün hakları kullanmanın zemini olan yaşama hakkı siyasi kavgalardan üstün tutulmuyor ve bu anlamda sorunumuz siyasi olmaktan öte ahlaki.

Siyasi kavgayı kim kazanırsa kazansın bu yüzden işimiz hiç kolay görünmüyor.

- Advertisment -