Kuruluşundan itibaren iktidara uzanıp sürekli birinci parti olarak kalan bir siyasi hareket için en büyük tuzak kendisidir. İster istemez kendinizi olduğunuzdan öte bir ‘tarihsel özne’ olarak algılamaya başlayabilir, ülkeyi sizin yönetmeniz gerektiğini içselleştirir, giderek her türlü yenilginin doğal olmadığına inanabilirsiniz. Bu ruh halini doğrulamak için de karşınızda bir düşman cephesinin bulunduğunu, her yaşananın aslında bir merkezi irade tarafından yönlendirildiğini düşünebilirsiniz.
Ama ya gerçekten de böyle bir ‘cephe’ mevcutsa? Görülebiliyor, izlenebiliyor ve analize açık veriler sunuyorsa? O zaman gerçeklikle ruh haliniz ya da düşünce dünyanız arasına bir çizgi çekmeniz gerekir. Yani bir yandan size ‘komplo’ kuranları ve ‘algı manipülasyonu’ yapanları sergilemeniz ve onlarla mücadele etmeniz gerekir. Ama diğer yandan düşünce dünyanızı kolaycılığa, vasatlığa teslim etmeyip öz eleştirel bakabilmeyi becerebilmelisiniz. Aksi halde hiç beklemediğiniz bir sonuçla karşılaşabilirsiniz: Haklı olduğunuz halde haksız çıkarsınız. Çünkü kendinizi düzeltme konusundaki savsaklamacı yaklaşımınız, yapmadığınız yanlışların kanıtı ve ispatı olarak sunulur.
Burada bir eşitsizlik olduğu açıktır. Sizden başka hiçbir siyasi özneye reva görülmeyen bir davranışla karşı karşıyasınız… Ama bundan daha doğal ne olabilir? Bunca yıl iktidarda kalarak muhaliflerinizin özgüvenini ve hayal dünyasını yıkmış durumdasınız. Bu karşı cepheden adil ve ahlaklı bir mücadele çıkması epeyce büyük bir lüks olurdu. Türkiye öyle bir olgunluğa sahip değil ve hiçbir zaman da olmadı. Dolayısıyla AKP karşıtlarının düzeysizliği son derece normal… Mesele AKP’nin onlarla aynı seviyeye düşmeyecek bir düzey yakalayıp yakalayamayacağı… Bu da örneğin ‘üst akıl’ kolaycılığına kapılmayıp analitik bakmayı, her olayda kendi rolünü nesnel biçimde irdelemeyi gerektiriyor.
Mesele şudur: Bugün AKP’yi devirmeye çalışan bir iç/dış cephenin varlığı açıkça ortada. Muhtemelen belirli kritik anlarda ‘üst akıl’ diyebileceğimiz bir yönlendirici müdahale de yaşanıyor. Ama AKP’yi asıl iktidardan düşürecek olan herhangi bir ‘üst akıl’ değil, ‘kalite açığıdır’. Nitekim şu an itibarıyla AKP karşıtı cephenin stratejisi artık darbe yapmak veya siyaseti muhalefet üzerinden dizayn etmek değil. AKP’yi zorda bırakacak, yanlış yaptırtacak durumlar üretmek. Bunun yeterli olacağını varsaymaları şaşırtıcı olmaz. Çünkü muhtemelen AKP’nin kolayca yanlışa sevk edilebileceğini ve partinin yanlıştan dönme ya da yanlışla yüzleşme ihtimalinin fazla olmadığını düşünüyorlar.
Haziran seçim sonuçları bu açıdan önemli bir belirtiydi. Seçmenin kritik bir bölümünün AKP’nin yanlışlarına karşı duyarlı olduğunu gösterdi. Eğer AKP kendi düşünsel çerçevesini ‘üst akıl’ türünden, içi istenilen şekilde doldurulmaya müsait kaba genellemeler üzerine oturtursa kaliteli seçmenini kaybeder. Kalite açığının yapısallaştığı ve ‘resmi parti söylemine’ dönüştüğü noktada ise AKP muhtemelen sandıkta iktidardan düşer…
Eğer bir ‘üst akıl’ varsa, bizzat ‘üst akıl’ söyleminin o ‘üst aklı’ siyaseten beslediğini görmek zor olmamalı. AKP ‘sevdalıları’ AKP’yi yenilgiye sürüklerse bu hazin bir ironi olur…