İktidar ekonomide “rota değiştirme” kararı aldı.
Her gün farklı bir yönünü dikte ediyorlar. Galiba bu değişikliğin, Allah kısmet ederse, hafiften sopalı bir boyutu da olacak.
Nitekim, ekonomik kurtuluş savaşı, güvenlik sorunu haline gelen ekonomi ve MGK kararı, yaşanan ekonomik bunalım ve OHAL ilan edilmesi ihtimali, ekonomimize çelme atan dış düşmanlar, mandacı işbirlikçiler, fırsatçı stokçular filan uzayıp giden liste bu işareti veriyor gibi. Kaçış yok; hadleri bildirilecek ve her şey yoluna girecek!
Seçim kapıya dayanınca…
İzlediği politikalarla ekonomiyi yerle yeksan eden, işçi, işsiz, esnaf, sanayici ve çiftçi herkesi perişan eden iktidardan, şöyle ya da böyle bir hamle geleceği belliydi.
Hayat memat meselesi olan seçim gelip kapıya dayandı. Kaybetme ihtimali çok güçlüydü. Bir çıkış lazımdı.
Tepe taklak olmuş ekonomi nedeniyle iktidar, bir süredir ne yapacağını bilmez şekilde kıvranıp duruyordu.
Hazine ve Maliye bakanının, Merkez Bankası başkanının biri gidiyor, biri geliyor. Uçuşa geçen dolar, ne yapılsa aşağı çekilemiyor.
Sonunda, çok aranmış gibi, düşülen ekonomik açmazdan kurtulmak için “Türk modeli ekonomi” diye bir şey bana kalırsa uyduruldu.
Ülkenin her kalkınma ve büyüme hamlesinin yıllardır çeşitli yollardan engellendiği hikâyesini, alıcısının fazla olduğunu düşündükleri aşırı milliyetçi ambalaja sarıp sarmalayıp anlatmaya giriştiler.
Bu kurguda, “Batılı güç ve sermaye odaklarının hain hesaplarına teşne, zihinlerini mandacılığa kiralamış yerli güçleri” hedef göstermekte tereddüt etmediler. Fakat ne kadar da çoktular!
Yorgun tavşan
Konuyu getirip bağladıkları nokta ise herkese parmak ısırttı: Meğer 19 yıldır bu rota değişikliğini bekliyorlarmış.
Artık vakit tamamına ermişti, şimdi Batı güç ve sermaye odaklarının tasallutu altındaki ekonominin rotası, “yerli ve milli” ekonomik modelden yana değiştirilmeliydi.
Bu hikâyeyi iktidar blokunun büyüklü küçüklü bütün ortakları, bir hayli kenar süsüyle dillendirdiler.
İktidar büyük bir maharetle, geleceğini çok karanlık gördüğü bir seçimin hemen arifesinde, şapkadan tavşan çıkarmıştı. Lakin, tavşanın iktidarın umudunu yükseltecek atraksiyonları yapmaya yetecek bir enerjisi yok gibiydi.
Bir kere, yeni Hazine ve Maliye Bakanı bir şeyler söylerken, diğer yetkililer başka tellerden çalıyor. Bazıları üç vakte kalmaz işler yoluna girecek derken, başkaları millete sabır telkin ediyor.
Aksi ileri sürülse de öykündükleri ülkeler de var. Ne geçmişleri, ne bugünleri bize benziyor: Çin mi desem, Güney Kore mi desem… Her neyse…
Bilinen, 3250 polisin Doha’ya gideceği
Önce doları kendi haline bırakacak gibi yaklaşıyorlardı, ama şimdi Merkez Bankası’nın binbir güçlükle topladığı rezervleri kuru aşağı çekmek için bol keseden kullandıkları görülüyor. Nafile… Hem içeriden ve hem dışarıdan kaynak gelmesi umuluyor.
Doğal olarak, Katar ve belki bir miktar da BAE’den bulunacak kaynaklarla yatırım yapılacağı havası yaratıldı. Saray salonlarında bol bol imzalar atıldı. Henüz, 2022 Dünya Kupası için Doha’ya gönderilecek 3250 polisten başka duyduğumuz bir şey yok.
İddia sıkı bir yatırım hamlesine girişileceği, Cumhuriyet tarihinin en yüksek düzeyine ulaşmış korkunç işsizliğin tarih olacağı yünündeydi. Hadi inşallah…
Yerli tasarruf sahiplerine sık sık yapılan “birikimlerinizi yatırıma yöneltin” tavsiyelerinin, füzelere parmak ısırtan doları ve kapanan kepenkleri unutturup unutturmayacağı da merak konusu.
Ya tutarsa…
Hayat pahalılığının dayanılmaz noktaya geldiğini, şüphesiz iktidar da görüyor. Hatta anlıyor. Asgari ücretin bunu gözeterek artırılması, memur ve emekli maaşlarının ona göre ayarlanması seçime giderken iyi olur, diye de düşünüyor. Ama nedense asgari ücretin açıklanması uzadıkça uzuyor.
Yeni ekonomide üretime basbayağı yüklenme hedefi var. Buna karşılık, döviz darlığı yaşandığı için ithalat sınırlanacak. Türkiye ekonomisinin yapısal özelliklerine vakıf olanlar bunun nasıl gerçekleşeceğini bayağı merak ediyorlar.
Yüksek ihracatla cari açığın kapatılabileceği öngörülüyor. Ekonomist olmadığım için bunun sürdürülebilir olup olmadığını bilemedim doğrusu.
Herkesin bildiği, Batı’dan epey zamandır yatırım amaçlı döviz pek gelmediği. İktidarın ise söylem düzeyinde “Gelmezse gelmesin, biraz Avrasyacılık, biraz Körfezcilik yaparak bulurum” modunda olduğu.
Daha doğrusu oralardan fazla bir şey çıkamayacağının farkında, ama hiç olmazsa Batı’ya ve “Batı taraftarlarına” bir şeyler söylenmiş oluyor.
Her derde deva “Türk” etiketi
Sonunda “Türk” etiketi yapıştırarak işlerin yoluna gireceği, kalkınma ve refahın bu tercihten geçtiği ileri sürülüyor.
4-5 sene önce “Türk tipi başkanlık rejimi” de böyle dayatılmıştı. Bu “yerli ve milli” yönetim modelinin ne menem bir şey olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. Ülkede demokrasi, özgürlük, hukuk, adalet, bağımsız yargı, kurum ve gelenek namına bir şey kalmadı. Güvensizlik tavan yaptı.
Zaten demokrasisi çok zayıf olan Türkiye, bütün yetkilerin bir kişide toplandığı otoriter tek adam yönetimine dönüştü. İktidar partisi yönetici ve örgütleri de neredeyse devlet kurum ve kadrolarının yerini aldı. Tek adam ve parti devletiyle karşı karşıya kaldık. AK Parti iktidarı 19 yıllık hikâyesinin sonuna geldi. Siyasal ömrünü uzatmak istiyor ve ülkeyi rota değişikliği masalıyla oyalıyor.
Köprünün altından çok sular aktığını, boş kaleye gol atılan günlerin geride kaldığını görmüyorlar.
Hiçbir şey olmamış gibi, “Vakit tamam, Türk modeli ekonomiye geçiyoruz” diyorlar.