Ana SayfaYazarlarVatikan Katar soykırımıyla yüzleşecek mi?

Vatikan Katar soykırımıyla yüzleşecek mi?

 

Gündemin ilk sırasında Daesh terör örgütünün Atatürk Hava Limanı’nda uyruk, ırk, din, dil farkı gözetmeksizin rastgele masum insanlara karşı giriştiği katliam var. 22 Martta Bruxelles Zaventem Hava Limanı’nda, geçen 13 Kasımda Paris’te girişilen saldırılarda olduğu gibi. Bu nedenle uluslararası medyanın İstanbul’daki saldırıyla ilgili haberlerinin başlığında “katliam” (massacre) sözcüğüne yer veriliyor.

 

Gerekçesi olmayan bir savaşın parçası olduklarını bilmeyen, düşmanlarını tanımayan masum insanlara rastgele yönelmiş bu saldırılar, soykırım gibi, insanlığa karşı bir suç oluşturuyor. Bu suçu kendi yaşamlarına da son vererek işleyenlerin alınlarında, her ne kadar ayıp olmasın diye önüne “radikal” sıfatı ekleniyorsa da, “İslamcı” yazıyor. Dolayısıyla bu tür katliamların başta İslam’ın imajının bozulmasına, Müslüman olmayan toplumlarda İslam düşmanlığı oluşmasına yaradığı görülüyor. Bu eğilimin yüzyıllar sonra yeniden din ve mezhep çatışmasına dayanan bir dünya düzenine geçişin işareti olmamasını umalım.   

 

Aslında bir dinin, insanların herhangi bir gerekçeyle katledilmesine cevaz vermesi ya da şu veya nedenle insanların öldürülmesini salık veren bir öğretinin din olması mümkün değil. Ama tarihte bir din ya da mezhebi temsil eden kurumların ya da temsil ettiğini öne sürenlerin katliamlara yol açtığı da bir vakıa. Bunlardan biri, Türkiye’de değil ama Hristiyan dünyasında en çok bilineni, Katolik Kilisesi’nin düzenlenmesine ön ayak olduğu Haçlı Seferleri ile kökü kazınan Vatikan’ın yakıştırmasıyla Katar inancı ve yakılarak katledilen bu inancı benimsemiş 1 milyon insan. Bu konuya Oksitanya ile ilgili yazımın bir alt başlığında değinmiştim. (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/oksitanya-yeniden-mi-doguyor-698412)  Bu konuyu Papa Francesco’nun BBC’ye yaptığı son açıklamaların ardından biraz daha açmakta yarar var.  

 

Katar inancı ya da “dini”

 

Bilindiği gibi, Hristiyan öğretisi, “çok güçlü ve mutlak iyi” tek bir Tanrı’nın var olduğu temeline dayanıyor. Ama Hristiyanlar bu temel üzerinden iki grup soruya da yanıt arıyor. İlk soru şu: yaşamda İyi ve Kötü birlikte var olduğuna göre, Tanrı, Kötü ’nün de var olmasına neden izin veriyor? İkincisi, insanın yaşamı daha önceden belirlenmiş midir, yoksa kendi kaderini belirleyecek özgür bir hareket alanı var mıdır? Eğer varsa, bu Tanrı’nın gücünün de bir sınırı olduğunu göstermez mi?

 

Protestanlık, yukarıdaki sorulardan ilkine cevap ararken Papa’nın otoritesine karşı çıkarak oluşuyor. Katar inancı da aynı bağlamda değerlendirilebilir. Çevresindekilerin naklettiklerine değil, doğrudan Hz. İsa’nın söylemlerine bağlı olan, bu nedenle kendilerine “Bons Chrétiens” (İyi Hristiyan) diyen Katarlara göre, dünyada çatışmalar, savaşlar gibi kötülüklerin de olması Tanrı’nın, karşıtıyla birlikte varlığına işaret eder. İnsanın ruhu, vücudundan bağımsız olarak Tanrı’nın bir parçasıdır. Ruhunun dünyaya 9 kez geldiğine inanılan insan sonunda ya “bon chrétien” olup Cennet’e gider ya da Cehenneme düşer.

 

Katarlar, bu düalist Tanrı yaklaşımı dışında, Katolik Kilisesi’nin kabul ettiği birçok fikre ve uygulamaya da karşı çıkar. Örneğin çocuklara suyla yapılan geleneksel vaftizin onlara göre anlamı yoktur.  Bunun yerine, İslam dininde ölülerin yıkanması gibi, yaşamın sonunda vaftiz yapılması ya da “mükemmelliğe geçiş” töreni (consolamentum) vardır.  Mükemmel (Parfait) terimi yine Vatikan’ın bu inançta olan dini önderlere verdikleri isimdir. Onlar yine İslam’da “haram” olan bazı yiyeceklerin tüketilmemesini de kapsayan çok sade bir yaşam sürdürmek durumundadır. Yalan söylemek, insanları ve ruhları olduğuna inandıkları hayvanları öldürmek yasaktır. Katarları Katoliklerden farklı kılan bir başka husus da, Hz. İsa’dan sonra başka bir Peygamber’in dünyaya geleceğine inanmalarıdır.

 

Ayrı bir tartışma konusu olan Katar inancının tüm özelliklerini bir köşe yazısına sığdırmak kolay değil. Özet olarak, feodal sistemi ve Vatikan’ın öngördüğü Katolik dini yaşamını dışladığını, bu nedenle de Papalık tarafından “sapkınlık” (hérésie) olarak nitelendirildiğini söylemek mümkün. Ayrıca sapkınlık konusunun, felsefi ve teolojik temelde bir tartışmayla sınırlı kalmadığını ve XXIII. yüzyılda farklı inançlara sahip insanlara karşı Vatikan’ın başını çektiği Haçlı Seferleri’ne dönüştüğünü vurgulamakta da yarar var.

 

Katarlar neden yok ediliyor?     

 

Vatikan’ın Katarlara karşı Haçlı Seferleri ilan etmesinin başlıca nedeni, Katar dini inancının Oksitanya halkı arasında yaygınlaşması ve özellikle bölgedeki Katolik kiliselerde bu inanca mensup din adamlarının artması. Aslında toplumun yoksul kesimlerinde gelişen Katar dini inancı Vatikan’la yakın ilişkiler içinde bulunan feodal dukalıklarda yaşayan asiller arasında da yaygınlaşınca Roma’da alarm zilleri çalmaya başlıyor. Vatikan’la köprüleri atan kiliselerin artmasından duyulan kaygıyı ilk dile getiren Papa II. Calixte (1119) oluyor. Katarlara karşı İlk Haçlı Seferi ise bundan tam 90 yıl sonra 1209’da düzenleniyor.  

 

O dönemde halkı Hristiyan olan bir bölgeye Haçlı Seferleri düzenlemek Kutsal topraklara olduğu kadar kolay değildi. Bunu ancak otoriterliği ile tanınan ve isminin anlamının aksine hiç de masum olmayan Papa III. Innocent, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak başardı ve “siyasi nitelikli” Haçlı Seferleri’nin mimarı olarak tarihe geçti. Katarlara karşı 35 yıl boyunca birçok Haçlı Seferi düzenlendi. 16 Mart 1244’de Montségur Şatosu’nun düşmesiyle tamamlanan bu seferleri bir iki köşe yazısıyla ayrıntılı olarak aktarmak kolay da, belki gerekli de değil. Önemli olan, Katoliklik adına hareket eden bir kurumun başındaki dini şahsiyetlerin 1 milyon dolayında insanın, “sapkın” (hérétique) oldukları gerekçesiyle inançlarından ötürü diri, diri yakılarak ölümüne yol açan saldırıları kışkırtmış ve düzenlemiş olması.

 

Vatikan, Serge Raffy’nin birkaç yıl önce çıkan “Tuez les tous” (Hepsini öldürün) başlıklı ilginç tarihi romanını yerden yere vurmak yerine, birçok Hristiyan tarafından da “soykırım” olarak nitelenen Katar katliamıyla yüzleşmek zorunda. Kitabın adı Katarlara karşı Haçlı Seferlerinde Katolik Ordularının başında olan Narbonne Piskoposu Arnaud Amaury’ye atfedilen şu sözün kısaltılmışı: “hepsini öldürün. Tanrı kendinden olanları tanıyacaktır”.  (Tuez-les tous, Dieu reconnaîtra les siens) Serge Raffy romanında Katoliklerin XIII. yüzyılda Katarlara reva gördüklerinin bugün El Kaide ve Boko Haram’ın yaptıklarından çok da farklı olmadığı temasını işliyor. Aslında çok yanlış bir benzetme değil doğrusu.  

 

Vatikan bugün Katar soykırımıyla gerçekten yüzleşmek zorunda. Bunu Papa Francesco’nun Ermeni Tehciri’ni  “soykırım” olarak niteleyen ve bu nedenle “tepki çeken” açıklamasından ötürü söylemiyorum. Sonuçta Devlet Başkanlığı bir yana önemli bir dini şahsiyetin insanlığa karşı geçmişte de olsa işlenmiş suçlarda hassasiyet göstermesi yadırganması gereken bir şey değil. Papa Francesco BBC’ye verdiği söyleşide, “ben her zaman, geçen yüzyılda yapılan 3 soykırımdan bahsettim: Ermenilere yapılan, Hitler’in yaptığı ve Stalin’in yaptığı. Afrika’da bir tane daha oldu, ancak iki büyük savaşın yörüngesinde bu üç tanesi oldu” diyor. İtirazım özellikle Papa’nın Katar soykırımından söz etmemesine.

 

Papa’nın saydığı soykırımlar sonuç itibariyle devlet başkanı ya da siyasi parti gibi, “ruhani” yetkilerle donatılmamış, dolayısıyla ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar “günahkâr” insanlar ya da onların başında oldukları kurumlar tarafından gerçekleştirilmiş. Papa bu günahkârların işledikleri insanlık suçlarıyla yüzleşilsin istiyorsa, öncelikle Vatikan’ın Katar soykırımındaki aktif rolünü tanıyarak bu konuda herkese öncülük etmesi gerekir. Katolik Kilisesi’nin tarihte bir dönem insanlık suçu işlemiş olması kurumun otoritesine darbe mi indirir bilmem ama hem insani konulara girip, hem de temsil edilen kurumun insani sorumluluklarından kaçınmanın mümkün olmadığını bu vesileyle anımsatmakta yarar olsa gerek.            

- Advertisment -