Meclis’teki üç Türk partisinin 15 Temmuz öncesinde içinde oldukları “kıran kırana savaş” ortamından geri dönüp, birbirini anlamaya, birbirine saygı duymaya başladıklarının işaretleri geliyor bugünlerde. Bu üç parti arasındaki ilişkilerde demokrasiye, uzlaşma kültürüne, iktidarın muhalefetle paylaşılması ilkesine ve siyasi nezakete biraz yer açıldığına tanık oluyoruz. Son on dört yıllık AKP iktidarlarında siyaset şirazesinden çıkmış; birbirine düşmanlığa, düşman kampların birbiriyle savaşına dönüşmüştü. Türkler cephesindeki bu olumlu adımların kesintiye uğramadan devam etmesi gerekiyor.
Ancak bu “gelişme”nin gerçekten gelişme olabilmesi için Türkiye haritasının tümünü kapsaması lâzım. Türkiye sadece Türklerin değildir. Bu ülke topraklarında Kürtler de yaşar; Ermeniler de soykırımdan kalanlarıyla yaşamaya, var olmaya çalışır; Rumlar 1922’den bu yana mübadelelere ve zorla göç ettirmelere rağmen bu ülkede tutunmaya çalışır; Yahudiler mezarlıkları kazmalarla yıkılsa, tahrip edilse de bu toprakları terk etmemeye çalışır. İki asra yakın süredir devlet ve toplum her gün insan haklarını ihlâl etmiştir. Gene de tüm zorluklara katlanıp varlıklarını korumaya çabalarlar.
Kanımca son darbe girişimine karşı canını siper eden dindar kesimlerin arkasındaki rüzgâr sadece “ümmet-i Muhammedin”in değil, diğer etnik ve dinî gruplardan nice insanın, çocuğun, kadının ölümü ve direnişinin anılarından da güç alıyordu.
İşte tam da bu nedenlerle, demokrasiden en sık söz edilen bugünlerde Kürtleri temsil eden HDP, Meclis’teki diğer üç partiden ayrı tutulmamalı ve HDP’ye Yenikapı mitingine katılması için iktidar tarafından çağrı yapılmalı. Bu mitingin “Barış ve Demokrasi” mitingi olabilmesi için bu adım mutlaka atılmalı. HDP’nin çağrılmadığı ve katılmadığı bir mitingin “demokrasi” iddiasında bulunması mümkün değildir.
Böyle bir ayrımcılığa düşmek, tam da bugün, bu zor günlerde, içinden çıktığımıza inanmak istediğimiz cepheleşmeyi, düşmanlaşmayı yeniden başlatmak anlamına gelir. Bu dışlanmayı Kürt halkı da hak etmiyor, HDP de. İktidarın acilen bu yönde adım atmasını bekliyoruz.
HDP’ye düşen ise, bugün her zamandan daha çok “Türkiyelileşmek,” şiddetle arasına mesafe koymaya başlamak, düşmanlaşma ve kamplaşmaya karşı çıkmak olmalı. HDP’nin son açıklamalarından partide bu yönde gelişmeler olduğunu anlıyoruz. HDP bu çok değerli yaklaşımıyla yeni ve özgürlükçü bir anayasanın yapılması için gereken ortamı sağlayabilir. Ve bu ortamın temel taşlarından biri olabilir.
Türkiye’de bugün bir altüst oluş yaşanırken, Kürtler ve ezilen tüm gruplar yeni ve demokratik, özgürlükçü bir toplumsal sözleşme için çaba sarf etmeli, yeniden inşa sürecine bizzat katılmalı, taş üstüne taş koymalı. Değişimi getirecek olan en önemli unsurlardan biri HDP’dir.
İktidarın yaşananlardan dersler çıkarması ve dışlayıcı olmayan, tekçi zihniyete yer vermeyen bir tutum içine girmesi gerekiyor. Bu toplum düşmanlaşmaya değil barışa susamış bir halde. Birbirine saygılı bir iletişime, iktidara tüm dışlanmışların katılımının sağlanmasına, dışlamaya değil içlemeye, adil bir barışa ve acil demokrasiye ihtiyacı var bu ülkenin. Yaşadığımız post-travmanın üstesinden ancak dostlukla, birbirini anlamayla, birbirine saygıyla ve her anlamda barışı inşa etmekle gelinebilir.
Şunu açık olarak görmeliyiz artık: Kürtler yüzlerce yıldır bu topraklarda kendi kültürlerini, dillerini, yaşam biçimlerini korumak ve geliştirmek istiyor. Bu talebin yerine getirilmesi ancak ve ancak barışla mümkün olabilir. Tek-kimlikçilikten uzaklaşmakla mümkün olabilir.
Bu ülke daha fazla demokrasiyi ve gerçek barışı hak ediyor.