Akşam hava kararmak üzereyken Sultanahmet’te bulunan Turizm Bürosu’na çarşaflı bir kadın girer. İngilizce adres soran kadın, üzerindeki bombayı patlatır. Polis memuru Kenan Kumaş’ın şehit olduğu saldırıyı yapanın Elif Sultan Kalsen olduğu iddiası ortaya atılır. Elif, 6 Ocak günü yapılan saldırıdan bir hafta önce de Dolmabahçe polis noktasına yapılan saldırının failidir aynı zamanda. İşin tuhaflığı da bundan sonra başlar zaten. Olaydan bir gün sonra terörist saldırıyı üstlenen DHKP-C bir bildiri yayınlayarak eylemi gerçekleştiren kişinin ‘Feda’ eylemcileri olan Elif Sultan Kalsen olduğunu açıklar. Yapılan DNA testleri sonucu saldırıyı gerçekleştiren kişinin Çeçen uyruklu Diana Ramazov olduğu tespit edildiği halde örgüt, bu iddiasından uzunca bir süre vazgeçmez. Eylem eylemdir, ölü ölüdür misali kendine bir haklılık çıkarır. Bizzat mensubu olduğu örgüt tarafından yaşayan bir ölü haline getirilen Elif’in kısa hayat serüvenine baktığımızda terörün tek bir amacının korku yaymak olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bir terörist saldırıyı kimin ne amaçla yaptığı çok da önemli değil aslında, olup bitene baktığımızda ortada bir ‘kutsal amacın’ olmadığını da görebiliriz.
Dün, İstanbul Emniyet Müdürlüğü önünde silahlı ve bombalı saldırı düzenlerken öldürülen Elif Sultan Kalsen adını yine bir terör saldırısı sonrası duydu kamuoyu. 11 Eylül 2012 günü, İbrahim Çuhadar isimli DHKP/C militanı, İstanbul Sultangazi’deki 75. Yıl Polis Merkezi'ne bombalı saldırı düzenlemiş, bu saldırıda da Bülent Özkan isimli polis memuru şehit olurken, 4'ü polis 7 kişi yaralanmıştı. Terör saldırısını gerçekleştiren İbrahim Çuhadar da hayatını kaybetmişti. Bu olaydan bir gün sonra bazı gazetelerde, İstanbul’da bombalı eylem hazırlığında bulunacağı iddia edilen 9 kişinin resimleri arasında Elif Sultan Kalsen de vardı.
Bir insanın peşinen suçlu ilan edilmesinin korkunç bir hata olduğunu, çok daha vahim sonuçlar doğuracağına inanırım. O dönem çalıştığım gazetede muhabir arkadaşlara bu olayın üzerine gitmemizi söyledim. Elif’i bulduk. Cezaevinden üç ay çıktığını söyleyen Elif, kendisini ve arkadaşlarını öldürtmek için resmilerinin basıldığını söylemişti. Elif, resmi basılan bir arkadaşıyla İstanbul Adliyesi’ne giderek dönemin valisi ve emniyet müdürü hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Elif, böyle demişti demesine de örgütü onu zaten yaşarken toprağa gömmüştü çoktan. Bir insanın yaşamından çok ölüsüne değer veren örgüt, Elif’’i de yaşayan bir ölü gibi İstanbul sokaklarında dolaştırmıştı. Bu üç yıl içinde Elif’in adına sık sık rastladık. Kah, Taksim’deki terör saldırısında kah, Dolmabahçe de ya da hiç gitmediği kendisiyle alakası olmayan Sultanahmet saldırısında. 1988 yılında dünyaya gelen Elif Sultan Kalsen’in İstanbul Emniyeti önünde biten kısa hayatı bize çok şey anlatıyor aslında. Onun fotoğrafı şimdi, örgütünün kutsal duvarında “ Savaşçı kahraman” olarak yer alacak ve yeni Elif’lerin sokaklara salınabilmesi için örgüt malzemesi olacak. Yaşarken değeri yoktu Elif’in, ölünce değerlendi. Değerli ölü insanlar arasında yerini aldı. Klişe bir laf vardır ya “Hiçbir dava insan hayatından daha değerli olamaz” diye, olur olmadık yerde söylenir. İşte insanın ölüsünün, canlısından daha değerli olduğu bir yerdeyiz. Burada empati yapıp, bu ölümlere haklılık çıkarmak çok kolay. Kendini ikna etme adına yüzlerce ‘haklılık’ paydası çıkarabilirsin. Ama tek bir soru bütün bu haklılıkları yerle yeksan eder. Yaşamı savunmak adına ne yapıyorsun?
Elif’in yaşamından yola çıkarak her terör eyleminden sonra, “Şuna yaradı, yok buna yaradı gibi” nekrofili martavalları yapanlara inat, yaşamı savunmalıyız. Terörün yapmak istediği korkunun esiri olmadan inadına yaşamı savunmalıyız. İşte o zaman Elif’ler daha yaşarken ‘Kutsal dava’ adına toprağa gömülmez, kendi bildiği hayatı yaşar.