[3 Mart 2015] Toros dağlarının etekleri tâ Akdeniz’den başlar. Kıyıları döven ak köpüklerden sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir. Akdeniz’in üstünde daima, top top bulutlar salınır. Kıyılar dümdüz, cilâlanmış gibi düz killi topraklardır. Killi toprak et gibidir. Bu kıyılar saatlerce içe kadar deniz kokar, tuz kokar. Tuz keskindir. Düz, killi, sürülmüş topraklardan sonra Çıkurova’nın bükleri başlar. Örülmüşçesine sık çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, sazlarla kaplı, koyu yeşil, ucu bucağı belirsiz alanlardır bunlar. Karanlık bir ormandan daha yabanî, daha karanlık!Biraz daha içeri, bir taraftan Anavarzaya, bir taraftan Osmaniyeyi geçip İslahiyeye gidilecek olursa geniş bataklıklara varılır. Bataklıklar yaz aylarında fıkır fıkır kaynar. Kirli, pistir. Kokudan yanına yaklaşılmaz. Çürümüş saz, çürümüş ot, ağaç, kamış, çürümüş toprak kokar. Kışınsa duru, pırıl pırıl, taşkın bir sudur. Yazın otlardan, sazlardan suyun yüzü görülmez. Kışınsa çarşaf gibi açılır. Bataklıklar geçildikten sonra, tekrar sürülmüş tarlalara gelinir. Toprak yağlı, ışıl ışıldır. Bire kırk, bire elli vermeye hazırlanmıştır. Sıcacık, yumuşaktır.Üstleri ağır kokulu Mersin ağaçlarıyla kaplı tepeler geçildikten sonradır ki, kayalar birdenbire başlar. İnsan birden ürker. Kayalarla birlike çam ağaçları da başlar. Çamların birer billûr parıltısındaki sakızları buralarda toprağa sızar. İlk çamlar geçildikten sonra gene düzlüklere varılır. Bu düzlükler boz topraktır. Verimsiz, kıraç… Buralardan Torosun karlı dorukları yanındaymış, elini uzatsan tutacakmışsın gibi gözükür.Dikenlidüzü bu düzlüklerden biridir. Dikenlidüzüne beş kadar köy yerleşmiştir. Bu beş köyün beşinin de insanları topraksızdır. Cümle toprak Abdi Ağanındır. Dikenlidüzü, dünyanın dışında, kendine göre apayrı kanunları, töresi olan bir dünyadır. (İnce Memed 1, başlangıç, ilk iki sayfa)
* * *
Koyaktan aşağı yürüdü. Koyak gecede derinleştikçe derinleşiyor, karardıkça kararıyordu. Sağ baştaki orman uğulduyor, ay ışığında kara bir sağnak gibi gökten yere iniyordu. Bütün koyak gümbürdüyor, uğulduyor, bir açılıp bir kapanıyordu. Ağaçlar, sular, kayalar… Kavuşup kavuşup açılıyorlar. Orman üstüne üstüne geliyor, yağıyor, uğulduyor… Memedin başı dönüyor. Orman, koyak, sular, kuşlar, çiçekler, çalılar, sıcakta yanan mor ipiltili Anavarza kalesi, Alidağı, ışıklar, yangın, boyuna kendi yörelerinde dönen atlar… Atlar, koyaktan aşağı gürültülerle atlar iniyorlar, akıyorlar. Memedin başında karmakarış bir dünya dönüyor, kulakları uğulduyor, kulaklarında kurşun sesleri… Memed, korkunç bir selde yuvarlanıyor. Koyağın dibine birisi onu, ayaklarından tutmuş çekiyor. Burnuna bir çiçeğin acı kokusu geldi. Sonra ortalık daha acı, barut koktu. Sonra da barut kokusu ter kokusuna karıştı. (İnce Memed 2, YKY, s. 203)
* * *
O gece sabaha kadar at sürdüler ya Vayvay köyüne ulaşamadılar. Gün burnuna Azaplının altındaki büklüğe vardılar, atları sazların, kamışların içine çekip geceyi orada beklediler. Memed sabırsızlanıyor, hemen dışarı çıkıp Vayvaya gitmek istiyordu. Uzaktaki yoldan at arabalarının sesleri geliyordu. Soğuk bir poyraz esiyor, büklükteki kamışları güneye doğru yatırıyordu. Ova bir tuhaf hışıltı içindeydi. Poyrazın önüne düşmüş kuşlar hızla Akdeniz üstüne, kanatları savrularak akıp gidiyorlardı. Çürümüş ot, kök, yaprak, çi,çek kokusu ortalığı almıştı. Anavarzanın üstündeki bulut oraya çakılmış gibi kığpırdamadan duruyordu. Memed gözlerini kapatmış, yöresindeki dünyayı unutmuştu. Delice koyaktaki çiçek açmış nar ağaçları al bir bulut gibi yukarıya, dağın doruğuna yukarı ağıp gidiyordu. Kıpkırmızı bir yol oradan buraya kadar bütün ovayı kuşatıyordu. Kıpkırmızı bir kuş, gözleri de bir köz gibi yanarak büklüğün üstünde kanatları yalazlayarak dolanıyordu. Sararmış başaklar, ikindiüstü yeliyle sırtları ışılayarak, altın sarısında şavklanarak doğudan yana yatıyorlardı. Seyranın güneş yanığı yüzü, saçları buğday, acı çiçek, gün ışığı kokuyordu. Sıcak toprakta onu deli eden bir koku vardı. Sarı güz yaprağı, yağmur sonu toprağı kokuyordu Seyranın bedeni. Islak, sıcak… Memed durmadan bataklıktan dışarı kayıyor, Vayvay köyünden yana bakıyor, açılmış geniş burun delikleriyle havayı kokluyordu. Her şey Seyranın gün ışığı kokusuyla kavrulmuş kokuyordu. Seyranın kokusu kayaya, kanadı yaralı alıcı kuşa, çalıların dibindeki menekşeye, dibi çakıltaşlı, kıyıları yarpuzlu pınara sinmişti. Kasım da, Temir de Seyran kokuyorlardı. (İnce Memed 3, YKY, s. 491)
* * *
Toros dağlarının doruklarına, güneş doğmadan çok önce gün vurur ve çakmaktaşından ak doruklar ışığa batar.İnce Memedden bir daha haber alınmadı, imi timi bellisiz oldu.O gün bugündür, Dikenlidüzü, Çiçeklideresi, Menekşe, Yarukören köylüleri ve biltekmil öteki Toros köylükleri toprağa saban atmazdan önce giyinirler, kuşanırlar, düzlüklere, koyaklara, ovalara çıkarlar, çakırdikenlerden, karaçalılardan, kevenlerden, devedikenlerinden büyük öbekler yığarlar, köyün en yakışıklı delikanlısıyla, en güzel kızı öbeklere ateş verirler. Büyük bir toy düğün kurulur. Halaylar çekilir, görülmedik eski zaman, eni zaman oyunları oynanır, sevinç türküleri dağları aşar, yolları, belleri, ovaları tutar, ülkeden ülkeye yayılır. Sevinç türküleriyle birlikte de, öbeklerden yalımlar düzlüklere, koyaklara, ovalara atlar. Yalımlar, bütün gece toprağı yalar, bir sel gibi akarak, her yanı sarar, bu ateşle birlikte de Alidağının, Düldül dağının, Yıldızdağın, Binboğanın doruklarında birer top ışık patlar, dağların doruğu üç gece ağarır, apaydınlık, gündüz gibi olur. (İnce Memed 4, son)